Yargıtay'ın iki önemli ismi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, 'Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Belirlenmesi Araştırma Komisyonu'nda' kritik açıklamalar yaptı. (Kaynak: ANKA Ajansı)
Yargıtay Ceza Genel Kurul Başkanı Eyüp Yeşil şöyle dedi: "Teşkilatımız özellikle FETÖ mensubu 4 bine yakın hâkim ve savcı bu teşkilattan atılınca ki bu hâkimler, önemli mahkemelerde görev alan hâkimlerdi, bunların yerine yeniden yeni hukuk fakültesi mezunu, belki stajını bile tam yapamamış, zorunlu atama yapmak zorunda kalındı yani deneyimsiz hâkimler ki bizde yine bir söz vardır: 'On yıl geçmeden hâkim yetişmez' diye en az on yıl görev yapması lazım. Yani deneyimsiz hâkimlerden dolayı bizi de hakikaten rahatsız eden kararlar var."
Bu önemli cümlede; Türkiye'de 4 bine yakın Fethullahçı hakim ve savcının hangi dönemde hangi amaçla kritik görevlere getirildiklerinden, hangi operasyonlarda kullanıldıklarına kadar pek çok konuya değinilmemiş olsa da hâlâ devam eden 'yeni dönemle ilgili de' bir kısım var. Diyor ki Yargıtay'ın önemli ismi "Bunların yerine gelen deneyimsiz hakimlerin aldıkları kimi kararlardan dolayı kendileri rahatsız".
İktidar tarafından 'ne istedilerse verilen' Fethullahçıların yargı ayağının mensupları yerine getirilen hakimlerin aldıkları kararların sadece 'deneyimle açıklanması' mümkün mü? Türkiye'de darbe dönemlerinde yakın geçmişte 28 Şubat'ta yargının üzerine düşen siyaset gölgesinin AKP iktidarının tek adamlığa geçişle birlikte iyice karanlığa gömüldüğünü görmemek mümkün mü?
Aynı komisyona bilgi veren Yargıtay Ceza Genel Kurul Üyesi Fatih Akdoğan da yargının durumunu anlatırken ailesinden örnek verdi:
"Benim kendi ailem zaman zaman haberleri izleyip soru soruyorlar. 'Oğlum, mahkeme böyle bir karar vermiş ne düşünüyorsun, nasıl bir karar bu?' diyor, ben onlara dahi izah edemiyorum bu kararı. Klasik söylemimiz şu: Dosyasına bakmak lazım."
Soma'dan Çorlu'ya Kavala'dan Demirtaş'a 'siyasetin doğrudan etkisinde olan' dosyalara bak bak bitmez ki bu ülkede. (Hatta Kavala örneğinde ilk derece mahkemenin beraat kararı.) Ailesine kararı izah etmekte zorlanan ve bunu cesaretle anlatan bir yüksek yargı üyesi var memleketin. Ama uğradığı iftiralarla özgürlüğünü kaybetmiş, siyasetin elinin üstünde olduğu açıkça belli olan davalarda binlerce insanın ailesinin durumu da var.
Sayıları çok olmasa da aralarında bu iki ismin de olduğu kişiler yargının getirildiği durumdan, bölünmeden (İstanbul Grubu – Abdülhamit Gül ekibi gibi) muhtemelen rahatsızlar. Ama bu yeterli mi? Bu iki ismin, aynı binayı paylaştıkları, muhtemelen ortak yemekhaneyi kullandığı 'meslektaşlarından' biri Anayasa Mahkemesi kararını uygulamayarak sonradan beraat alan bir ismi (Mehmet Altan) 5 ay fazla hapiste yatırmadı mı?
Ya da Yargıtay'ın kapısından girmeden, Yargıtay üyelerinin önemli bir çoğunluğunun oylarıyla, Yargıtay kontenjanından Anayasa Mahkemesi'ne, pek çok siyasi davada aktif rol oynayan savcı transit geçmedi mi?
Daha sıcak gündem soruları da var elbet. (Bir kısmı Hakimler Savcılar Kurulu'nun konusu olsa da yargının ana konusu.)
İstinaf Mahkemesi Başkanı davaları olan iş insanlarıyla beraber doğum günü kutlamalarına katılmadı mı? Lüks jeep'ini (değeri 300 bin TL dedi) normalleştirmeye çalışırken "Hakim ve savcıların yüzde 25'inin benden pahalı arabaları" var demedi mi?
Kara para akladığı iddialarıyla hakkında soruşturma açılan Sezgin Baran Korkmaz'ın mal varlıkları üzerindeki tedbiri kaldırırken MASAK raporuna atıfta bulunan mahkemeye, MASAK "Biz o tarihte mahkemeye sadece müfettiş atamıştık" diye yanıt vermedi mi? Çoktan yurtdışına kaçan bu ismin bir günde tedbir, beş günde yurt dışı yasağını kaldıran bu 'adalet temsilcileri' için tek bir cümle kuruldu mu? Bakın Rahip Brunson'dan Deniz Yücel'e (meslektaşım pazarlıkları kitap haline de getirdi) güçlü gördükleri devletlerin baskısıyla bırakılanları saymıyorum bile…
Ya da organize suç örgütü lideri Sedat Peker'in iddialarıyla ilgili tek bir yargı makamının (iş o noktaya geldi ki sadece muhalefet değil AKP içinden milletvekillerinden Cumhurbaşkanlığı Yüksek İstişare Kurulu Üyesi Cemil Çiçek'e iddiaların yüzde biri bile doğruysa soruşturulmalı diyor) harekete geçmemesini nereye koyacağız?
Her hafta hatta gün vicdanların yaralandığı davaları izliyoruz. Bugün, 2014'te ülkenin şahit olduğu en ağır iş cinayetlerinden birinin, 301 işçinin göz göre göre ölüme gittiği Soma katliamının davası var. Muhtemelen bu hafta karar çıkacak. Davada karşımıza çıkan hukuksuzluklardan madenin sahibi Can Gürkan'ın davadan kurtulmak için kullandığı "Soma'nın faili FETÖ'dür" cümlesine... (Gazeteci Barış Pehlivan bu süreci anlatan belgeye dayalı yazılar yazdı.) Eldeki delillere bakıldığında bile sonucunun ne olacağının belli olması gereken davalarda bile sonuçtan emin olamamak…
Bitirirken… Kemal Kılıçdaroğlu bundan tam dört yıl önce 15 Haziran 2017'de Ankara Güvenpark'tan yola çıktığında 423 kilometre yürüyeceğini ve toplumda birikmiş tepkiyi demokratik bir alana kanalize edebileceğini pek çok kişi düşünmemişti. 25 gün süren yürüyüş ileride toplumsal dinamikleri de harekete geçirdi. Bugün hâlâ binlerce insan siyasi gerekçelerle ya da kabul etmese de siyasetin sorumluluğu olan (Çorlu'dan Soma'ya) konularda 'göz göre göre haksızlığa' uğruyor. Artık hukuksuzluk insanların köylerinin, evlerinin kapısına dayanmış durumda. Yürü yürü bitmez yani adalet adımları… İyi ki azınlıkta da olsa doğruyu arayan yargı mensupları, gazeteciler, sivil toplumcular var ülkede…