30 Kasım 2020

Mevzubahis Katar ise soru sormak teferruattır 

Laf kalabalığına getirenlere sorulması gereken şu: Bu satış için başka kimlerle görüşüldü, satış ile ne kadar gelir elde edildi, bu fon Borsa İstanbul'u nereye taşır?

Günlerdir tartışıyoruz. Daha uzun süre de tartışacağız; Borsa İstanbul'un yüzde 10'unun Katar'a satılmasını. Kimi yandaşlar satın alanın Batılı bir ülke olsaydı bu tepkilerin gösterilmeyeceğini ima ediyor, söylüyor. "Yabancı sermayenin gelmesini istemiyor muydunuz?" diye konuyu sulandırıyorlar. Oysa pek çok kişinin sorduğu soru net bir şekilde şu: Borsa İstanbul'un yüzde 10'unu Katar'a satarken nasıl bir yöntem izlediniz, kaça sattınız?

Borsa İstanbul'un geçen hafta Katar'a satılan yüzde 10'u daha önce Avrupa Yatırım Bankası'nın (EBRD) idi. 2012'de başlayan 2015'de sonlanan satış sürecinde İstanbul Borsası'nın yönetiminde İbrahim Turhan vardı. O dönem sayıları 50'yi bulan fon ve bankalarla görüşüldü. Para kadar, teknoloji transferinden uluslararası finans merkezi olma iddiasını hedefleyen İstanbul'un bu hedefe gidişi için ön ayak olacak kuruluş çapı da önemliydi. İpi göğüsleyen EBRD olmuş idi. EBRD bu payını Halkbank'ın eski yöneticisi, ABD'de yargılanan Hakan Atilla Borsa İstanbul Genel Müdürü olduğunda Türkiye Varlık Fonu'na (TVF) geri satmıştı. Şimdi aynı miktar Katar devletinin yatırım fonu QIA'a satıldı.

Laf kalabalığına getirenlere sorulması gereken şu: Bu satış için başka kimlerle görüşüldü, satış ile ne kadar gelir elde edildi, bu fon Borsa İstanbul'u nereye taşır? İlerleyen satırlarda iktidarın Katar sevgisini tartışacağız ama önce TVF ile ilgili birkaç bilgiyi hatırlatıp, ne olduğunu anlayabilmenin ne kadar zor ve karışık hâle getirildiğini özetleyeyim.

TVF; 19 Ağustos 2016 yılında kuruldu. Henüz Türkiye Cumhurbaşkanlığı sistemine geçmemişti. Kuruluş amacı Resmi Gazete'de şöyle yer aldı:

"Bu Kanunun amacı sermaye piyasalarında araç çeşitliliği ve derinliğine katkı sağlamak, yurtiçinde kamuya ait olan varlıkları ekonomiye kazandırmak, dış kaynak temin etmek, stratejik, büyük ölçekli yatırımlara iştirak etmek için Türkiye Varlık Fonu ve bu fona bağlı alt fonları kurmak ve yönetmek üzere Türkiye Varlık Fonu Yönetimi Anonim Şirketinin (Şirket) kurulması, yönetimi ve faaliyetlerine ilişkin esasları düzenlemektir."

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçildikten sonra 2 Temmuz 2018 tarihli, 703 sayılı KHK'nın 157. Maddesiyle "başbakanlığa" olarak yer alan ibareler "cumhurbaşkanlığına" şeklinde değiştirildi. Fon Cumhurbaşkanlığı'na bağlandı. Peki Cumhurbaşkanı'na bağlı bu fonu kim denetleyecekti? Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilecek 3 merkezi denetim elemanı tarafından. Maddeyi aynen aktarıyorum:

"MADDE 6- (1) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonlar bağımsız denetime tabidir. Şirket, 6362 sayılı Kanun kapsamında kurumsal yönetim düzenlemelerine uyar.

(2) Şirket, Şirket tarafından kurulacak diğer şirketler, Türkiye Varlık Fonu ve Türkiye Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bağımsız denetimden geçmiş yıllık mali tabloları ile faaliyetleri, Cumhurbaşkanı tarafından görevlendirilecek sermaye piyasaları, finans, ekonomi, maliye, bankacılık, kalkınma alanlarında uzman en az üç merkezi denetim elemanı tarafından bağımsız denetim standartları çerçevesinde denetlenir."

Sayıştay devrede yok yani. Peki Meclis? Maddeden aynen devam:

"Varlık Fonu bünyesinde kurulacak alt fonların bir önceki yıla ait mali tabloları ile faaliyetleri, her yıl ekim ayında Türkiye Büyük Millet Meclisi Plan ve Bütçe Komisyonu tarafından, birinci ve ikinci fıkralar kapsamında hazırlanan ve Cumhurbaşkanlığı tarafından gönderilen denetim raporları üzerinden görüşülerek denetlenir."

Yani Cumhurbaşkanı'na bağlı, yönetim kurulundaki ilk ismin cumhurbaşkanı olduğu Fon'un, bağımsız denetimden geçmiş mali tablolarını, Cumhurbaşkanı'nın görevlendireceği üç denetim elemanı denetleyecek, Meclis ise ancak; Cumhurbaşkanı'na bağlı, Cumhurbaşkanı'nın yönetiminde bir numara olduğu Fon'un, Cumhurbaşkanı'nın atadığı üç denetim elemanının denetlediği rapor üzerinden işlemleri denetleyebilecek. Söylemesi zor bir tekerleme gibi oldu değil mi? 

Şimdi tekrar edelim. İster Katar ister başka bir ülke, bu memleketin herhangi bir değerinin satışında, bu memleketin insanlarının, hangi kuruluşlarla hangi yarışçı şartlarda bu satış yapıldı, kaça satıldı diye sorma hakkı yok mu? Sadece şu anki iktidar için değil bu Fon'u hangi iktidar yönetirse yönetsin "denetleme-denetlenme" şeklinin son derece rahatsız edici olduğu, şeffaf olmadığı ortada değil mi?  

Genel ilkeden özel olarak Katar konusuna geçelim. Önce iktidara yakın iş insanı Ethem Sancak'ın BMC'yi nasıl aldığına dair anlattıklarına bakalım: (Bu konuşmayı Youtube'dan bulup izleyebilirsiniz.) 

"Liderimiz bana dedi ki; 'Sen o otomotiv şirketinin altından kalkabilir misin?' Valla ne emrederseniz onu yaparım. Ama buna gücüm yetmeyebilir. Elimdeki varidatım bu. Savunma sanayine girmek o gün için bir macera. Ben de eski bir sosyalist yeni bir Müslüman olarak kardeşlerim arasında adil bölüşmüştüm serveti. 16'da bir parçası kalmıştı.

Dedim; 'Bu para var. Bununla alınabiliyorsa ihaleye gireyim. Ama diyelim ki aldım. Bunu emrettiğiniz gibi güçlü bir sanayi şirketi haline getirebilmem için güçlü bir fon olması lazım arkamda'. 'Ne yaparız' dedi. Sizin büyük ferasetinizle Arapların onurlu bir bölümünü kendine getirttiniz. Katar'la neredeyse tek millet iki devlet haline geldik. Allah da gani gani para vermiş Katar'a. Emir'de sizi kırmaz. Katar devletini ve silahlı kuvvetlerini bana ortak ederseniz bu işin altından kalkarız. Sağ olsun sayın Emir'i aradı o da kırmadı. BMC'nin yüzde 50 eksi birini Katar ordusuna sattım. Tek başına yapmak istemiyordum. Benim gibi deli bir Laz ortak da önerdi bana Sayın Cumhurbaşkanım. Onu da yanıma aldım; Talip Öztürk, eşit bölüştük."

Cumhurbaşkanı "kırmamış" ve Katar Emir'ini aramış. Olur mu, oldu…

Geçenlerde bir spor yorumcusu Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın , Türkiye'de Digitürk'ü satın alan Bein Grubu'nun Türkiye Futbol Federasyonu'na ödemediği/ödeyemediği paranın bir kısmını, 300 milyon TL'yi bir talimatla futbol kaybetmesin diye ödettiğini de söylemişti: (NTV yayını Rıdvan Dilmen)

"Temmuz 2020'de başlayan ve yaklaşık 4,5 ay süren bir sorun vardı. TFF sanırım 2 milyar 650 bin TL istiyordu. Sözleşme 3 milyar TL civarındaydı. Bein de bugüne kadar 1,5 milyar TL üzerinde ödeme yaptı. Ligin markası bu kadar eder mi, etmez mi bilemem. Yayıncı kuruluş 2 milyar 350 bin TL'ye kadar çıkmıştı. Ciddi bir rakam farkı vardı. Hep söylüyorum ama insanlar yanlış yere çekiyor. Sporu çok seven bir Cumhurbaşkanı var. Bu anlaşmazlığı görünce araya girdi, bakana talimat verdi ve yapılan toplantıda anlaşma sağlandı. Aradaki 300 milyon TL'lik farkı devlet verecek. İnsanlar ne kadar teşekkür etse azdır." 

Gerçekten teşekkür mü edilmeli? Bu arada TMSF'nin el koyduğu, Bein Group tarafından satın alınan Digitürk için "ihaleye çıkılmadığını" ve satış fiyatının çok uzun süre açıklanmadığını da hatırlatalım.

Platformun iki ortağı Çukurova Grubu (yüzde 53) ve Providence Equity Partners idi (ABD'nin en büyük fonlarından biri, yüzde 47). Çukurova'nın elindeki hisselerin yönetimi, grubun devlete olan borçları yüzünden Tasarruf Sigortası Mevduatı Fonu'nun (TMSF) elindeydi. Digitürk'e yurtiçinden medya grupları da talip olmuştu. TMSF "Mülkiyeti devir almadık, yönetimi devir aldık" dese de satış sürecini daha şeffaf hale getirebilir, satış için ihaleye çıkabilirdi, bunu yapmadı. Satış açıklandığında kamuoyunun bilgilendirilmesi açısından "fiyat" açıklanabilirdi bu da yapılmadı.

Kısa bir Katar özeti yapalım. İstanbul Borsası'nın yüzde 10'u satış şartları ve fiyatı belli olmadan, kamuoyuna açıklanmadan Katar'a satılıyorsa… Digitürk ihalesiz ve uzun süre satış fiyatı açıklanmadan Katarlı Bein Group'a satılıyorsa… Kazancının büyük kısmı Türkiye liglerini seyretmek için abone olanlardan gelen Katarlı Bein parayı ödeyemediği zaman para Devlet'ten ödeniyorsa… BMC'yi almaya-işletmeye parası yetmeyen işadamı için Cumhurbaşkanı Katar Emir'ini arıyorsa… Tank Palet Fabrikası 50 milyon dolar için 25 yıllığına BMC'ye yani Türk-Katar ortaklığına kiralanıyorsa… Katar Emiri'nin annesi Şeyha Moza'nın, önce Kanal İstanbul güzergahında 44 dönüm tarla aldığı, ardından bu tarlanın imar planındaki değişiklikle turizm ve ticaret alanına dönüştüğü ortaya çıkıyorsa… Haliç'te yapılması planlanan Altın boynuz projesi için Katar ortaklardan biri oluyorsa… Kamuoyunun bu tercihleri-yaşananları sorgulaması doğaldır.

Ekonomide ve hukukta reform diye yola çıkan, bunu MHP'nin çizdiği çerçevede yapmak zorunda olduğunu kısa sürede anlayan AKP'nin, en basit şeffaflık kuralını bile yerine getiremediği bir ortamda gelecekten umutlanmak için sebep göremiyorum. İktidarın ve ortağının "yerli ve milli"lik söyleminin ise konu Katar olduğunda sadece bir teferruattan ibaret hale geldiğini de kaydetmek istiyorum.



Not: Bu yazıda herhangi bir devlet kurumunun yabancıya satışını ideolojik-siyasi olarak sorgulamadım. Hariri ailesinin aldığı Türk Telekom’un satışının sonuçlarını görüyor-ibretle izliyoruz. İktidarın sermayeden yana duruşu başka bir yazının konusu. Bunu yazmaya sorgulamaya devam edeceğim. Bu konuda Hakkı Özdal ile Bahadır Özgür’ün Gazeteduvar’daki yazıları ve Medyascope’taki söyleşileri ufuk açıcı.

Yazarın Diğer Yazıları

Yerli, milli, helal Rolex’li, ticarete gelince İsrail’e ‘eyvallah’lı iktidar

Her fırsatta ‘yerli ve milli’ olmayı öne çıkartıp, Gazze’de İsrail’in ortaya koyduğu zulmü ‘sözle’ kınayanların, gerçek hayatta kişisel lükslerinden ve ‘ticaretten’ vazgeçmediklerini görüyoruz

Özgür Özel, Erdoğan ile buluşmasında konuşulanları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşmalı

Muhalefet toplumu kutuplaştırmadan demokrasi içinde kendi sözünü söylese, iddiasını ortaya koysa… Belki memlekete daha iyi gelir

Seçimlerden başarılı çıkıp Sancaktepe'de banyoda kalmak…

CHP'nin uzun yıllar sonra elde ettiği seçim başarısı eğer 2028'e giden süreçte kalıcı olsun-artarak büyüsün isteniyorsa, zafer havasından ve hızlı kararlardan uzak durulmalı