24 Ocak 2022

İktidarın korkutma politikasına sözle direnen üç cesur kadın 

Dink, Aksu, Demirtaş… Kendi acılarına, hedefe konulmalarına, üzerlerindeki baskıya rağmen, memleketin tamamının bir arada, özgürce ve barış içinde yaşaması için çaba sarf ediyor. Sözlerinin bir ağırlığı var çünkü yürekten konuşuyorlar. 

Hrant Dink’in en çarpıcı tariflerinden biridir:

“Ben üç dil biliyorum.
Ermenice, Kürtçe ve Türkçe.
Benim içimde bu üç dil hiç kavga etmiyorlar,
Barış içinde yaşıyorlar!” 

Anadilleri bu üç dilden, ortak noktaları Türkiye olan üç kadın geçen hafta farklı yerlerde yazdılar, konuştular, yüreklere dokundular… Kavgayı değil barışı savundular. Korkmadan gerçekleri haykırdılar. 

Birincisi Rakel Dink idi. 15 yıl önce katledilen gazeteci-insan hakları savunucusu Dink’in eşi. Onun her yıl anmalarda yaptığı konuşmalar Türkiye’nin demokrasi ve özgürlükler karnesi gibidir…’Çutağım’ diye eşine hitap ederek başlar konuşmasına ve anlatır. Bu yıl da öyle oldu. Anlattı, dedi ki:

“Dostlarımızı yıllarca hapislerde bekletiyorlar. Birini salıp birini alıyorlar. Saçma sapan gerekçelerle, yalanlarla… Artık gerekçe bile uydurmuyorlar, ‘öyle işte’ deyip alıyorlar. Ülkenin her derdine koşan genç avukatları aldılar, gazetecileri aldılar, Osman’ı da Bircan’ı da aldıkları gibi… ‘Kürdüm’  diyen her siyasetçiyi aldılar. İstiyorlar ki silahlar konuşsun, insanlar konuşmasın. Yine kendi dillerini dayatıyorlar. Ama umudu söndüren olmayalım. Seni toprağa verirken buradan yükselen isyan ve itiraz sesi susmadı, susmayacak. İşçiler, kadınlar, öğrenciler, köyler yine direnişte. Herkesin olanı, kimsenin olmayanı, ‘benim’ diyenden koruyorlar. Bir gün yine birleşip sel olup akacaklar. Kiminin gönlü kırık. ‘Bize olurken neredeydiniz?’ diye soruyorlar. Biz öyle olmak istemedik, gücümüz yettiğince seslerine ses katmaya gayret ettik. Edeceğiz.

Sesin, kulağımızda. Sözümüz söz." 

Rakel Dink’in dediği gibi “İstiyorlar ki silahlar konuşsun insanlar konuşmasın, yine kendi dillerini dayatıyorlar…”

Buna yeni bir durum eklendi geçen hafta. “Kendi istedikleri gibi konuşmayanların dillerini kopartmakla” tehdit ediyorlar. Sezen Aksu’nun beş yıl evvel yazdığı şarkının sözlerini çarpıtarak yeni bir kutuplaşma alanı yaratmaya çalışıyor iktidar. Bir camide konuşan Tayyip Erdoğan “yeri geldiğinde dil kopartmayı görevi olarak” adlandırıyor. Okuduğu bir şiir yüzünden yargılanan, haksızca ceza alan bir dönemin mağduru, gücü eline geçirdiğinde “hüküm veriyor, hedef gösteriyor”… 

Peki; şarkılarıyla aşık olduğumuz, hüzünlendiğimiz, güldüğümüz, coştuğumuz, memlekette acının düştüğü her yerde olmak için çaba sarfetmiş Sezen Aksu’yu korkutmak, yalnızlaştırmak mümkün mü?

Sezen Aksu ‘korkmadığını’ bu saldırılar üzerine yazdığı yeni sözlerle ortaya koydu:

“Beni öldüremezsin,

Sesim, sazım, sözüm var benim,

Ben derken ben herkesim”…

Cumartesi akşamı bir anda on binlerce insan sosyal medyada bu sözleri paylaşmaya başladı, anında Kürtçe, Ermenice, Süryanice, İngilizce, Almanca, 35 dile çevrildi. Yalnız kalmadı Sezen Aksu, milyonlar yanında durdu.

 Aynı şarkıda şunları da söyledi:

 "Ben avım sen avcı…

 Vur bakalım…

 Sen beni sezemezsin…

 Dilimi ezemezsin…

 Nereye baksam acı…

 Kim yolcu kim hancı…"

Sözlerde de söylendiği gibi nefret dilini üreten, ayrıştıran, düşünceyi, sanatı hedef haline getiren siyasetçiler bir gün unutulacaklar…

Ama şiirler, şarkılar, romanlar, hep yaşayacak… 

Dönemin kudretlileri… 

Bu ülkede sanatı, sanatçıyı, özgür düşünceyi hep hedef aldı… 

Ne yazık ki Sabahattin Ali’den Yaşar Kemal’e… 

Nâzım Hikmet’ten Zülfü Livaneli’ye… 

Mehmed Uzun’dan Orhan Pamuk’a… 

Katledildiler, hapsedildiler, işkence gördüler, hedef gösterildiler, sürgüne gittiler… 

Ama hiçbir güç…

 Kürk Mantolu Madonna’yı, İnce Mehmet’i, Güneşin Sofrasında Söylenen Türkü’yü, Benim Adım Kırmızı’yı, Bira Qedere’yi (Kader Kuyusu), ‘Kardeşin Duymaz El oğlu Duyar’ı… 

Bu ülkede yaşayanların hafızasından, dilinden, kütüphanesinden, söküp alamadı… 

Hep yaşadılar, yaşayacaklar… 

Dink anılırken de Sezen Aksu’ya saldırılırken de yapılan haksızlığa karşı duran kadınlardan biri de Başak Demirtaş. Sadece cezaevindeki eşi için değil ülkede haksızlığa uğrayan herkes için konuşuyor, yazıyor, mücadele ediyor. 

Bitirirken… 

Dink, Aksu, Demirtaş… 

Bu üç kadın… 

Kendi acılarına, hedefe konulmalarına, üzerlerindeki baskıya rağmen, memleketin tamamının bir arada, özgürce ve barış içinde yaşaması için çaba sarf ediyor. Sözlerinin bir ağırlığı var çünkü yürekten konuşuyorlar. 

Ve hem onlar hem biz biliyoruz ki… 

Hukuksuzluk, hedef gösterme her kime yapılırsa yapılsın, demokrasi içinde itiraz edilmezse, er geç sıra susan herkese gelir-geliyor-gelecek… 

Kullandığı bir atasözü yüzünden tutuklanan Sedef Kabaş da… 

Alzhemier hastası olmasına rağmen cezaevinde tutulmaya devam eden Aysel Tuğluk da… 

Dava dosyası Yargıtay’da olmasına rağmen parti kimliği ayırmadan her zora düşene yetişmeye çalışan Canan Kaftancıoğlu da… 

Herkes aynı düzenin hedefinde ve dayanışmadan buradan çıkış yok… Türkiye’nin cesur kadınları konuşmaya, barışı, adaleti, özgürlüğü aramaya devam ediyor, edecek…

Yazarın Diğer Yazıları

Sığınmacılardan Kürt sorununa ve ekonomiye ‘yeni Suriye’ Erdoğan’a ne kazandırır?

Halkına eziyet eden bir diktatör Esad gitti. Yerine geçmişinde El Kaide ve El Nusra olan bir ismin liderlik ettiği örgütün ‘daha ılımlı görüntü veren’ bir ismi geldi. Bunun Türkiye açısından çok uzak olmayan bir vadede barındırdığı risklerle karşı karşıya kalınabilir. Ancak içeride ve kısmen dışarıda şu anda ve bir süre ‘söz-gündem üstünlüğü’ Erdoğan’a geçmiş gözüküyor

Kapitalizmin yıkıcılığı, otoriterizmin baskıcılığı altında “çekmediğim her acı için acı çekiyorum”

Nahif, gerçekten uzak bulunabilir ama ‘çekmediğim her acı için acı çekiyorum’ içselleştirilebilirse farklı bir dünyayı, memleketi konuşabiliriz

Bir mesafe alınmamış olsa, İmralı’ya gitme konusu gündeme gelir miydi?

Türkiye ocak ayı sonundan itibaren görevi devir alacak Trump’ın yaratacağı belirsizlik, bölgede büyüyebilecek bir çatışma-savaş öncesi pozisyon alma çabasında gözüküyor. Elbette iktidarın bir yandan barış-birlikte yaşam için arayışları öte yanda kayyımdan tutuklamalara yaşanan sertlik görüntüleri “yeni bir mühendislik-algı çabası mı” şüphesini haklı olarak düşündürüyor

"
"