27 Nisan 2025

İBB’yi ‘kayyum’a, İstanbul’u ‘kanal’a hazırlama operasyonları; susuzluktan depreme iktidar neleri göze alıyor?

Kanal İstanbul 40 kilometre uzunluğunda, 150 metre genişliğinde, 25 metre derinliğinde yapay bir su yolu olacak. Çevre bilimciler, uluslararası ilişkiler uzmanları hatta deprem profesörleri riskleri anlatıyor. Ama bunları dinleyen yok

19 Mart’ta başlayan ‘İmamoğlu-İstanbul Belediyesi Operasyonu’nun ikinci dalgası için cumartesi seçilmişti. Pek muhtemel ABD Hazine Bakanı Bessent’in Hazine Bakanı Mehmet Şimşek ile yaptığı sonradan değiştirilen açıklamasında da vurguladığı ‘Türk Hükümeti’nin Türk piyasasındaki dalgalanmalar ve Türkiye’nin belirsiz ekonomik görünümüne dair’ durum daha da derinleşmesin diye. 19 Mart sonrası Merkez Bankası rezervleri 50 milyar dolar azalmış, faizlerde 350 baz puan artış olmuş, başta enflasyon yıl sonu hedefleri sarsılmıştı. Piyasalar açıkken yeni dalganın kırılgan durumu daha da zora çekileceği düşünülmüş olacak ki hafta sonu beklendi. Aradan geçen 40 günde Ekrem İmamoğlu ve arkadaşları için ortaya konulan iddiaların her biri zayıf kaldı. 12 saate sıkıştırılmış diploma iptali ve gözaltı-tutuklama operasyonu iktidar taraftarlarının çoğunu bile ikna etmedi. Saygın akademisyen İlker Aytürk T24’teki kapsamlı yazısından bu konuyla ilgili şu notları aktarmak istiyorum:

- 18-19 Mart operasyonlarının ne anlama geldiği, nasıl anlaşılması gerektiği konusundaki propaganda mücadelesini iktidar açıkça kaybetti. Ellerindeki MİT, MASAK ve türlü diğer istihbari ve bürokratik enstrümanlara rağmen, dosyaların ikna edici delillerle doldurulamadığı ve tutuklamaların buna rağmen yapıldığını herkes gördü. Eğer yalnızca yargı ayağı üzerinden yürümüş olsalardı belki iktidar, tabanını ikna etmek konusunda biraz daha başarılı olabilirdi, ancak üst üste hem diploma iptali hem de gözaltı ve tutuklama yapılması iktidarın inandırıcılığını azalttı. O kadar ki AKP parti örgütü dahi operasyonları bir seyirci gibi sessizlik içinde izledi, ta ki cumhurbaşkanının annesine yapılan hakaretlerin ardından biraz mobilize olana kadar. Bugünden sonra ortaya çıkacak itirafçıların, bulup buluşturup dosyalara eklenecek yeni delillerin bu imajı değiştirebileceğini hiç zannetmiyorum.

- 1945’ten beridir, merkez ya da uç fark etmeden, tüm sağ iktidarların söylemlerinin merkezine oturan “atanmışlara karşı seçilmişleri savunmak”, “vesayete karşı milli iradeyi temsil etmek” argümanları büyük yara aldı. İçinden milli irade iddiasını çıkarırsak Türk sağından ne kalır, sağ neye dönüşür sorularını ilk defa bu yalınlıkta düşünmek zorundayız. Nitekim operasyonları ve her halûkarda iktidarı savunan bazı cengaverler daha şimdiden “kutsal mazlumluktan” “kutsal zalimliğe” geçiş yaptılar. Boyun eğdirmek, diz çöktürmek uç sağın yeni söyleminde gittikçe daha fazla yer tutuyor. Twitter/X platformunda takip ettiğim ve bazı hizipler tarafından yönetildikleri izlenimini veren isimsiz troller, Türkiye’nin bugüne kadarki İslamcı geleneğini “orta yolcu, ezik ve pısırık” olarak tanımlıyorlar. Kaba gücü, otoriterliği estetize ederken, bir yandan da İslam ahlakının ötesine geçerek adeta Nietzsche’den ilham alan bir İslamcı Übermensch idealini övüyorlar. Tabii bunu yaparken, Türk İslamcılığını halktan ne kadar kopardıklarının, marjinalize olduklarının farkında değiller.

İlker Aytürk’ün ‘iktidar savunucuları’ olarak bahsettiği kişilerin söz ve eylemlerini analiz ederken bahsettiği ‘kutsal zalimlik’ ve Nietzche’ye atıfla yaptığı İslamcı Übermensch (üst-üstün insan) tanımları önemle kaydedilmeli. Çünkü ele alınan kesimin bu çıkışlarının önümüzdeki günlerde iktidarın her sıkıştığında kullandığı ‘seküler-muhafazakar’ kutuplaşmasının büyütülmesi noktasında bir zemin üretmek için sık sık gündeme getirileceğini düşünüyorum. İktidar taraftarı bir gazetecinin Milli Eğitim Bakanı’na yönelttiği ‘bu ülkede bir gün başörtülülerin yeniden okullara alınmadığı günleri görür müyüz?’ sorusu Bakan Tekin’in ‘bu ihtimali görüyoruz’ yanıtı zamanlaması açısından, hiç böyle bir gündem, olasılık, tartışma yokken bir alan hazırlama olarak okunabilir.

Gelelim düne… İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne yönelik soruşturma kapsamında yapılan ikinci dalga gözaltılarda 19 Mart operasyonunda gözaltına alınıp serbest bırakılan, ardından istifa eden İBB eski Genel Sekreteri Can Akın Çağlar, İBB Genel Sekreter Yardımcısı Arif Gürkan Alpay, İBB İmar Müdürü Ramazan Gülten, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun özel kalemi Kadriye Kasapoğlu, eski CHP Milletvekili Turan Aydoğan vardı.

İlginç iki nokta vardı operasyonda. Birincisi İSKİ de hedef haline gelmişti. İSKİ Genel Müdürü Şafak Başa, İSKİ Genel Müdür Yardımcısı Begüm Çelikdelen gözaltına alındı. İkincisi tutuklu Murat Ongun’un eşi Gözdem Ongun sabah çocuklarının yanında evine gidilerek göz altına alındı. ‘Eşlere uzanan bir operasyon’ hatırlanan bir hukuki durum değildi. İktidarın bu alana kadar giriyor olması her anlamda son derece sorunlu. Bu arada Ekrem İmamoğlu'nun eşi Dilek İmamoğlu'nun ağabeyi Cevat Kaya için de gözaltı kararı alındı.

Yeniden İSKİ’ye dönelim. Genel Müdür Başa ile 2023 yılının eylül ayında T24 için bir söyleşi yapmıştım. O gün yardımcılarıyla beraber İstanbul’un su ile ilgili gelecek projelerini açıklarken özellikle Kanal İstanbul ile ilgili risklerden bahsetmişti. Kendini anlatırken ‘halkın devletin bürokratı olarak’ tarif eden Başa o gün şunları anlatmıştı:

"Kanal İstanbul ile mahkemeliğiz. Şu anda imar planlarına dava açtık. Kanal İstanbul'la ilgili görüşlerimiz olumsuz. Avrupa yakasında bu kadar su sıkıntısı ve stresi varken tutup da buraya bir kanal açıp havzayı tamamen bölmek... Biliyorsunuz Sazlıdere'nin içinden geçiyor. Sazlıdere benim 180-190 milyon metreküp su kapasitesi olan bir barajım. Yok olacak. Şimdi diyorlar ki bu yok olacak ama Istrancalar'da Demirköy'e baraj yapacağız. Böyle bir çağda bu kadar nüfusun arttığı bir ortamda bir barajı yok etmeye kalkmak çok büyük risk. Ayrıca kanalın yapılması demek, buradan İstanbul'a su taşıyan isale hatlarının da kesintiye uğraması demek. Sazlıdere'nin oraya bir köprü geçişi yapımı, barajın oraya etrafında konut alanları yapılması durumu, imarla ilgili konular var dava açtık. Şu anda bilirkişi raporları lehimize. Baraj havzasının bu kadar daraltılması kabul edilemez. Zaten daralmış vaziyette. Dolayısıyla biz sonuna kadar o iki mücadeleyi yapıyoruz. Kanal İstanbul kesinlikle ve kesinlikle su kaynağını böler ve Avrupa yakasının su sorununu daha çok büyütür. Şu anda bile sorun yaşıyorken Kanal İstanbul'da bu sorun katmerlenir. Dolayısıyla yazık olur. Bakın bir örnek vereyim, yeni İstanbul havalimanı bile iki havzayı böldüğü için oraya yaptığınız her müdahale İstanbul'un kuzeyine su havzalarına müdahale anlamına geliyor. Bizim Alibey havzasının tam ucuna geldi. Yanında da Terkos havzası var. Dolayısıyla buralara daha az su geliyor. Alibey havzasının ucunun bir kısmı İstanbul havalimanına gitmiş."

Şafak Başa’nın o gün su için duyduğu endişe, başta Sazlıdere etrafında yapılacak konutların getireceği risk gerçek oldu. ‘Sosyal konut’ adıyla Sazlıdere’yi kullanılmaz hale getirecek 24 bin konut projesine başlandı. Başa’nın gözaltı kararı İSKİ’ni su havzaları yakınındaki yapılara müdahale hakkını kullanma kararından 12 saat sonra geldi.  

Bitirirken…

Kanal İstanbul 40 kilometre uzunluğunda, 150 metre genişliğinde, 25 metre derinliğinde yapay bir su yolu olacak. Çevre bilimciler, uluslararası ilişkiler uzmanları hatta deprem profesörleri riskleri anlatıyor. Ama bunları dinleyen yok. Dün İmamoğlu operasyonu birkaç anlamda sinyal verdi:

- Birincisi; ilk operasyonda ortaya çıkan ve kamuoyunu ikna etmeyen bilgilere yenilerini ekleme çabası.

- İkincisi belediyedeki kilit bürokratların gözaltına alınarak, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin çalışma koşullarının güçleştirilmesi. Pek muhtemel kayyum yolunun açılması.

- Üçüncüsü Kanal İstanbul için yol temizliği…

İBB’yi ‘kayyum’a İstanbul’u ‘kanal’a hazırlama operasyonları; susuzluktan depreme iktidarı pek çok riski göze almaya itiyor. Muhalefetin cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu ve yakın çalışma arkadaşlarını tutuklayarak memleketin makul çoğunluğunu endişeye, ekonomiyi yeni bir krize sürükleyen iktidar önümüzdeki günlerde burada yeni adımlar atacağa benziyor. Kanal İstanbul’un yapımı konusundaki iktidar isteği ile muhalefetin bu konudaki direnme kararlılığı yeni ve güçlü çatışma alanı olacak. Bu arada Kürt sorununun çözümü iktidarın elindeki neredeyse tek olumlu konu. Bu noktada DEM Parti’nin dünkü gözaltıları net şekilde kınaması önemli. Bir yandan barış arayışı bir yandan demokratik mücadele mümkün olabilir mi? Göreceğiz…

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "En İyi Köşe Yazısı" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

‘Yeni çözüm süreci’ nasıl gidiyor; bir kelimede ‘good’, iki kelimede ‘not good’

Kürt sorununu gündemden çıkarma çalışmaları sürerken, ana muhalefete yönelen gözaltı-tutuklama dalgası, hedefi farklılaşmış yeni bir otoriter yapının kurulmasına işaret etmiyor mu? İktidar, çözüm ve barışın günlük siyasi çıkarların ötesinde bir yerde durduğunu fark edecek mi?

Bir Türkiye hikâyesi olarak Golik: ‘Görülmüştür’ damgalı Kürtçe mizah dergisi, nasıl dava konusu oldu?

"Kürtlerde politik mizah ve mizahi yayıncılık, hem kültürel direnişin hem de toplumsal eleştirinin bir aracı olarak önemli bir yere sahip. Golik bunların içerisinde en farklı olan, cezaevlerinden dışarıya gülme eylemi olarak başlayan bir karikatür mizah dergisi"

Gençler anlattı, biz dinledik: Üniversiteye dünyayı değiştirmek isteyen gider, iktidardan korkmayan, koltuğa değil; halka yaslanan akademi gerekli

Türkiye’de bugün ‘gençlerin bayramı’… Geleceksizlik endişesi, baskı ve demokratik hakkını kullandığı için tutukluluk ‘hediye edilen’ bir bayram bu. Hangi görüşten, sınıftan, hayat tercihinden yana olursa olsun hepsi umutlu bir geleceği hak ediyor

"
"