30 Nisan 2025

Gardiyanlıkla askerlik beklenen, adliye ile hapis arasına sıkıştırılan memleketime bir soru: Hüzün ne renktir? 

Toplumun adını ezbere bildiği isimler, yerler… En çok savcılar… Sonra hapishaneler… Sonra adının bir yerine ‘saray’ kondurulan adliyeler… Koskoca memleketi adliye ile hapis, korku ile belirsizlik en önemlisi geleceksizliğe sıkıştırmak...

"Baktığında sana görmeyi öğretir sokak. Şu son iki yılda İstanbul sokaklarında dünyanın çevresinde bir tur atacak kadar yürümüşümdür herhalde. Doktorlar günde en az on bin adım yürümek kalbe iyi gelir diyor. Ben her gün yüz bin adım yürüdüm ama şu anda kalbimde sızı var Halil Abi. Kalbin neyine iyi geliyor ki yürümek? Benim kalbim her atışında hüzün pompalıyor damarlarıma. Hüzün ne renktir, desen kan kırmızısıdır derim şimdi…"

Sabahın ışıklarının etrafı yeni aydınlattığı bir saatte sokaktayım. Yıllardır hiç bitmeyen, yakın süreçte de bitmeyecek gibi gözüken ev baskını, gözaltı, tutuklama haberlerinin arasında hayata tutunmayı sağlayan ender konulardan biri kitap. Hava soğuk, rüzgar var. Bir bankı paylaşıyorum tanıdık bir kediyle. Kitap, kedi, ben….Elimdeki kitabın, romanın  yazarı 8.5 yıldır sokağı görmeyen bir isim: Selahattin Demirtaş. Girişteki bölüm onun kitabından, ‘Jamal’dan. 73. sayfada sanırım sadece benim değil pek çoğumuzun düşündüğü, hissettiği soruyu görünce içim bir tuhaf oluyor. Hüzün ne renktir? Mutluluğu, umudu, yaşama sevinci çalınmaya çalışılan ne yazık ki direnmeye devam etse de kısmen çalınan halkın belki de bilmeden düşündüğü soru.  

Hukuksuzlukta, belirsizlikte, gelecek kaygısında eşitlenen; Türk-Kürt, Alevi-Sünni, solcu-muhafazakâr, genç-yaşlı milyonların memleketi artık burası. Adliye koridorlarıyla hapis arasında mekik dokuyan insanlar. Yıllardır hapiste olanlar, yıllarca hapis isteğiyle yargılananlar, süresi dolduğu halde serbest bırakılmayanlar….Yıllar sonra açılan davalar, gizli tanıklar, eldeki medya-trol ordusuyla itibarsızlaştırılmaya, suçlu gösterilmeye çalışılan binler… Oyuncu menajeri de gazeteci de akademisyen de siyasetçi de hedefte….Terörist, beşinci kol, darbeci, örgüt üyesi… Değişik isimlerle, değişik ithamlarla, bazen bir cümleden, bazen bir fotoğraftan, bazen bir iddiadan özgürlüğü kaybetme potansiyeli…

Toplumun adını ezbere bildiği isimler, yerler… En çok savcılar… Sonra hapishaneler… Sonra adının bir yerine ‘saray’ kondurulan adliyeler… Koskoca memleketi adliye ile hapis, korku ile belirsizlik en önemlisi geleceksizliğe sıkıştırmak...

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan İtalya’da Başbakan Meloni ile buluştu. Meloni, ‘Türkiye’den ülkelerine gelen sıfır sığınmacı için ('düzensiz göç’ diye tanımlıyor) teşekkür etti.’ Sevindi kimileri. Oysa… Savaştan kaçanlara sırtını çeviren bu iki yüzlülüğü yüze vurmak gerekirdi. Ya da Suriye iç savaşının başında defalarca Türkiye’ye gelip sığınmacılar ‘ülkelerine gelmesin diye para teklif edilmesindeki’ duruma da elbette. Avrupa’nın Türkiye’ye biçtiği gardiyanlık görevi o ülkeler açısından da bu ülkeyi yönetenler açısından da hüzündür.  

Son dönemde Avrupa Türkiye ile yeni bir ittifak arayışında. Güvenliği için Türkiye’nin ‘askerini’ istiyor. ABD’nin Trump sonrası Avrupa güvenliği ile ilgili yarattığı boşluğu Türkiye’nin doldurması isteniyor. İngiliz The Economist dergisi; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 11 Nisan’daki “Avrupa’nın güvenliği Türkiye’siz düşünülemez” açıklamasını merkeze aldığı bir analiz yayınladı. Burada Erdoğan’ın haksız olmadığına değindi. Türkiye’nin savunma sanayisindeki ilerlemelerine, ordusuna ve Karadeniz’deki stratejik rolüne atıfta bulunuldu. Türkiye’nin bilimle, sanatla, özgür düşünce ile  değil ‘askeri olarak’ ortaklaştırılması projesi. Gardiyanlıkla askerlik arasında yeni bir rol.

Yazılarımı ya da konuşmalarımı takip edenler sığınmacılar konusundaki duruşumu bilirler. Savaştan kaçanları ötekileştirenlere karşı çıktım, çıkacağım. Burada altını çizdiğim biçilmeye çalışılan roller. Bu rollerin kabulü. Bunun normalleştirilmesi.

Adliyeler, hapisler, belirsizlikler…

Haksızlıklar, hukuksuzluklara sıra kendine ya da mahallesine gelince isyan edenler…

Ekonomideki sıkıntılar…

Barış arayışları…

Sokağın, demokratik itirazın hedef alınması…   

Elbette umudu kaybetmek yok ama…

Siz de bazen hüznün rengini düşünüyor musunuz kendi kendinize?

8.5 yıldır hapiste olan, memleketin barışı, bir arada yaşaması için en büyük çabayı sarf edenlerden Demirtaş’ın romanındaki pek çok cümle etkileyici. Bakalım sizi en çok hangisi etkileyecek?

Murat Sabuncu kimdir? 

Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.

Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.

En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu. Halk TV'de yorumculuk yaptı. 

Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı. 

T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.

Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti "En İyi Köşe Yazısı" ödülü ve Ayşenur Zarakolu Düşünce ve İfade Özgürlüğü Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan avukat oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

‘Yeni çözüm süreci’ nasıl gidiyor; bir kelimede ‘good’, iki kelimede ‘not good’

Kürt sorununu gündemden çıkarma çalışmaları sürerken, ana muhalefete yönelen gözaltı-tutuklama dalgası, hedefi farklılaşmış yeni bir otoriter yapının kurulmasına işaret etmiyor mu? İktidar, çözüm ve barışın günlük siyasi çıkarların ötesinde bir yerde durduğunu fark edecek mi?

Bir Türkiye hikâyesi olarak Golik: ‘Görülmüştür’ damgalı Kürtçe mizah dergisi, nasıl dava konusu oldu?

"Kürtlerde politik mizah ve mizahi yayıncılık, hem kültürel direnişin hem de toplumsal eleştirinin bir aracı olarak önemli bir yere sahip. Golik bunların içerisinde en farklı olan, cezaevlerinden dışarıya gülme eylemi olarak başlayan bir karikatür mizah dergisi"

Gençler anlattı, biz dinledik: Üniversiteye dünyayı değiştirmek isteyen gider, iktidardan korkmayan, koltuğa değil; halka yaslanan akademi gerekli

Türkiye’de bugün ‘gençlerin bayramı’… Geleceksizlik endişesi, baskı ve demokratik hakkını kullandığı için tutukluluk ‘hediye edilen’ bir bayram bu. Hangi görüşten, sınıftan, hayat tercihinden yana olursa olsun hepsi umutlu bir geleceği hak ediyor

"
"