8 Kasım 2023 unutulmayacak bir tarih. Memleketin her geçen gün uzaklaştığı hukuka-hukuk devletine, vurulmuş felç edici darbe nedeniyle…
İlk derece mahkemelerin siyaset etkisinde kalışları, İstinaf’tan Yargıtay’a bu etkinin üste doğru yaygınlaştığı sürecin ağır sancıları yaşanırken…
Yargıtay’ın 3. Ceza Dairesi’nin Anayasa’nın 153. Maddesi’ne, yani "Anayasa Mahkemesi kararları herkesi bağlar" demesine rağmen, bu mahkemenin verdiği "karar"a uymayacağını açıkladığı "karar"…
TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın tutukluluğuyla ilgili ihlal kararı veren Anayasa Mahkemesi kararı ilk derece mahkemesine yollamış, mahkeme, kararı uygulamak yerine Yargıtay 3. Ceza Dairesi’ne göndermişti.
Yargıtay, "Anayasa'yı yorumlayarak karar alma yetkisi verilen" Anayasa Mahkemesi’nin kararına uymayacağını belirtmekle kalmadı, aynı zamanda yüksek mahkemenin üyeleri hakkında suç duyurusunda bulundu.
TBMM koltuğunda TİP Milletvekili Can Atalay'ın fotoğrafı...
Şöyle dedi Yargıtay kararında:
-Anayasa Mahkemesi'nin 2023/53898 numaralı, Şerafettin Can Atalay'ın bireysel başvurusu hakkında 25.10.2023 tarihli ihlal kararına hukuki değer ve geçerlilik izafi edilemeyeceği cihetle, bu bağlamda Anayasa'nın 153. maddesi kapsamında uygulanması gereken bir karar bulunmamakta; keza Şerafettin Can Atalay hakkında verilen mahkumiyet kararının temyizi üzerine yapılan temyiz incelemesi sonucu 28.09.2023 tarihinde dairemizin 2023/12611 esas 2023/6359 sayılı kararı ile onanarak kesinleşen ve infazı kabil bir hükmün mevcudiyeti karşısında; Anayasa Mahkemesi'nin anılan kararına uyulmamasına,
-Şerafettin Can Atalay hakkındaki mahkumiyet hükmünün 28.09.2023 tarihinde Dairemiz tarafından onanması ile hükümlü sıfatını kazandığı ve Anayasa'nın 84/2. maddesinde milletvekilliğinin düşmesi sebeplerinden biri olarak ''kesin hüküm giyme veya kısıtlanma halinin'' düzenlenmiş olduğu, Anayasa'nın 76. maddesinde sayılan milletvekilliği ile bağdaşmayan suçlardan kurulan mahkumiyet hükmünün milletvekilliğini düşüreceği, Anayasa'nın 84/2 maddesi yönünden Anayasa Mahkemesi'ne müracaat imkanı tanınmadığı ve Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda inceleme yetkisinin de bulunmadığı gözetilerek; hükümlü Şerafettin Can Atalay'ın milletvekilliğinin düşürülmesine yönelik işlemlere başlanması için kararın bir örneğinin TBMM Başkanlığı'na gönderilmesine,
Anayasa hükümlerini ihlal eden ve kendisine verilen yetki sınırlarını yasal olmayacak şekilde aşarak hak ihlalinin kabulü yönünde oy kullanan ilgili Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında gereğinin takdir ve ifası için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na suç duyurusunda bulunulmasına...
Bu kararın ardından hukuk ve siyaset kesimi bunu tartışmaya başladı. CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu siyaset tarafında en net tepkiyi verenler oldu. Özel, "anayasal düzene karşı kalkışma girişimi" derken Davutoğlu "Bunun adı darbedir" diye tweet attı. İktidar tarafından gelen yorum da önemliydi. AKP Siyasi ve Hukuki İşler Başkanı Hayati Yazıcı, "Devleti oluşturan erkler sorun çözümler, asla sorun üretmez, üretemez, birbirini çelmeleyemez" dedi.
Benzer bir açıklama eski Adalet Bakanı, AKP’nin Grup Başkanvekili Abdülhamit Gül’den geldi:
"Yüksek yargı mercileri arasındaki çatışma görüntüsü, hukuk devleti ve mülkün temelinde yer alan adalet duygusu için endişe vericidir. Yargı hakemdir, sorunları çözer. Yargı hakem olma vasfını yitirirse, çözümün değil sorun ve çatışmanın kaynağı haline gelir. Yargı organlarının ihtilafları derinleştirmeden anayasal sınırlar içinde kalarak sorun çözmesi milletimizin en tabi beklentisidir."
Gül’ün "anayasal sınırlar içinde kalma" cümlesinden Anayasa Mahkemesi’nin Anayasa'da belirlenen rolünün altının çizildiğini düşünmek mümkün. Tabii hem Yazıcı’nın hem Gül’ün daha net cümleler kurmaması da eleştirilmesi gereken durum.
Ancak "net" olan kişi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Başkanvekili Mehmet Uçum’du. Yargıtay’ın yanında durmayı "milli yargı"nın yanında durmakla eş değer tuttu:
"Anayasa Mahkemesi mahkumiyeti olan milletvekillerinin dokunulmazlığına ilişkin verdiği kararlarda ısrarla Anayasa’yı tanımıyor. Anayasa’nın 14. Maddesini yok sayıyor. Oysa dokunulmazlığa ilişkin 83. madde 14. maddedeki durumları hariç tutar. Anayasanın bu amir hükmüne rağmen AYM Anayasa'ya aykırı kararlar vermeye devam ediyor. Anayasanın 14. maddesinin belirsiz olduğunu ileri sürmek AYM’nin görevi değildir. 14. Maddeye belirlilik kazandıran Ceza Kanunları ve Ceza Yargısı Kararlarıdır. AYM Anayasa'nın açık hükmünün yanı sıra Ceza Kanunlarını ve Yargı Kararlarını da göz ardı ediyor. Ne yazık ki AYM’nin bu konuda verdiği kararlar tam bir yargısal aktivizm örneğidir. Bu çerçevede Yargıtay’ın Aym ihlal kararına uymama kararı gerekçeleriyle doğrudur. Tepki gösterenlerin Yargıtay kararını okuyup okumadıkları da ayrı bir sorundur. Suç duyurusu meselesi ise Milli Yargıya karşı saldırıların çok büyük bir birikim oluşturması sebebiyle reaksiyoner bir tavırdır. Bir anlamda kral çıplak demektir. Yönteminin bu olup olmadığı ayrıca tartışılır ama cesareti tartışılmaz. Yargıtay’ın kararı ayrıca turnusoldur, kim Milli Yargıdan yana kim değil belli olur. Türkiye, Milli Yargısını batıcı ve neo liberal yargı anlayışlarına karşı sonuna kadar savunacaktır, kimsenin bundan şüphesi olmasın."
Uçum’a benzer bir açıklama, iktidar ortağı MHP’nin Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Feti Yıldız’dan geldi. O da yargısal aktivizmden bahsetti:
"Kuvvetler ayrılığı ilkesi çeşitli şekillerde zedelenebilir. Bunlardan biri de yargısal aktivizmdir. Yargısal aktivizm bazen yasama organının etkisizleşmesine, bazen yasama kararlarının iptaline, bazen yargının yasama organının yerine geçmesi olarak karşımıza çıkar. Anayasa Mahkemesi yargısal aktivizmde bulunamaz. Yasama organının yerine geçerek norm da ihdas edemez, mevcut olan normu da görmezden gelemez, Anayasa'yı yeniden yorumlayamaz."
Yargıtay kararı da "aktivizm"den bahsediyor:
"Ülkemizde Anayasa Mahkemesi sadece yasaları iptal ederek yasama organının alanına müdahale etmemekte; ayrıca, bazen yasa koyucu gibi davranarak Anayasa'ya göre aralarında astlık üstlük ilişkisi bulunmayan yüksek mahkemeler üzerinde de süper temyiz mahkemesi olarak vesayet makamı gibi davranmaktadır.
Yasama, yürütme ve yargı erki sadece bir görev dağılımıdır. Yargının yeri ise, diğer iki erkten farklıdır. Yargı ne zaman aktivist davranış sergilerse, o zaman meşruiyetini yitirecek ve sorgulanmaya başlayacaktır."
Kısa bir hatırlatma. "yargısal aktivizm" kavramı Arthur Schlesinger tarafından 1948’de ABD’deki Yüksek Mahkeme’nin sınırlarıyla ilgili yazdığı yazı ile kavramsallaştı. Türkiye’de özellikle 2007’de 367 kararı sırasında gündeme geldi. (Ergun Özbudun’un bu konuda çalışması var.)
Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararının başka çarpıcı yönü ise Anayasa Mahkemesi kararının "Daire" üyelerini tehdit ettiğini ileri sürmesidir:
"Bugüne kadar birçok terör örgütü veya üyesi tarafından hem sosyal medya hem de yazılı ve görsel basın üzerinden ya da ilk derece yargılamaları veya temyiz incelemesi sırasında gönderilen dilekçelerle sürekli tehdit edilen Dairemiz üyelerinin, bir de Anayasa Mahkemesi tarafından bu şekilde tehdit edilmesi de esef verici ve manidar bulunmuştur."
CHP'nin olağanüstü toplantısının ardından açıklama yapan Genel Başkan Özgür Özel
Bitirirken…
Türkiye’de yargının uzun süredir içinde bulunduğu vahim durum, son krizle birlikte sürdürülemez hale gelindiğini gösteriyor. Anayasa’ya rağmen Anayasa Mahkemesi’nin kararını tanımayacağını açıklayan, hedef gösterildiğini düşünen, Meclis’e "iş öğretmeye" çalışan Yargıtay bir tarafta… Cumhurbaşkanı danışmanları ve MHP Yargıtay’ın yanında. Durumu geçiştirmeye çalışan, tam net olamayan iktidar partisi AKP’nin hukukçu yöneticileri diğer tarafta… Uzun süredir Anayasa Mahkemesi’nin kapatılmasını savunan MHP’nin yöneticisinin, Cumhurbaşkanı danışmanı gibi dünkü yaşananları ‘Anayasa Mahkemesi açısından yargısal aktivizmle’ açıklaması bambaşka tarafta… Meclis’teki muhalefet ve barolar kuvvetli bir sesle itirazda. Özgür Özel’in "Halkı hukuksuzluğa karşı direnmeye çağırıyoruz" deyişi de CHP’nin yeni daha aktif politikasının bir sonucu olarak okunabilir.
Anayasa Mahkemesi’nin daha çok "özgürlükçü kararlara imza atan" başkanı Zühtü Arslan ve birkaç üyesinin Yargıtay’ın son hamlesiyle zor duruma düşürülmeye çalıştığı da düşünülebilir. Olan Türkiye’ye, zaten güven kalmayan hukuka, tabii Yargıtay, Anayasa Mahkemesi önünde dosyası bekleyen binlerce tutuklu-tutuksuz yargılananlara oluyor.
Murat Sabuncu kimdir?
Murat Sabuncu İstanbul'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Protohistorya ve Ön Asya Arkeolojisi bölümünü bitirdi. Boğaziçi Üniversitesi'nde İşletmecilik Sertifikası programını tamamladı. İstanbul Ticaret Üniversitesi'nde Medya ve İletişim Sistemleri konusunda yüksek lisans yaptı.
Dergi, gazete, radyo, televizyon, internet haber sitelerinde muhabirlik, editörlük, yayın koordinatörlüğü, genel yayın yönetmenliği, köşe yazarlığı yaptı.
En uzun süre Milliyet gazetesinde çalıştı. Tempo dergisinde genel yayın yönetmenliği, Fortune dergisinde kurucu yönetmenlik yaptı. Skytürk 360'da ekonomiden politikaya değişik programlar hazırladı, sundu.
Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni oldu, ikinci ayında tutuklanıp Silivri Kapalı Cezaevi'ne gönderildi. Hapsedildiği cezaevinde 1,5 yıl tutuklu kaldı.
T24'te köşe yazarlığı, yapıyor. 2016 yılından beri pasaportu ve sürekli basın kartı verilmiyor. Yargıtay'ın iki kere verdiği beraat kararına rağmen 7,5 yıl hapis cezası talebi içeren dosyası, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nda bekliyor.
Bölgeden tanıklıklarını ve izlenimlerini "Gazze: Mahsuscuktan Bir Aşk Hikâyesi" adıyla yayımlanan kitabında paylaştı. Sedat Simavi Gazetecilik Ödülü sahibi. Sorbonne'da hukuk doktorası yapan bir oğlu, Nuri isimli bir kedisi var.
|