21 Kasım 2020

Demirtaş'ın annesi: Tenzile Hanım sağ olsaydı o da kabul etmezdi bunu

Sadiye Hanım bir anneden bir anneye gönül bağı olduğunu biliyor

"12 Eylül dönemiydi. 5 yaşındaydım. Babamın alındığı gecenin her anı aklımda. Babamı gece yarsısı aldılar. Gece yarısı kapının büyük bir hızla vurulmasıyla uyandık. Annem çok soğukkanlı bir kadındı. Vakit kazanmaya çalışıyordu. Polisler, küfür, hakaret…"

140 Journos'un Selahattin Demirtaş belgeselini seyrediyorum. Yukarıdaki cümleleri söyleyen eşi Başak Demirtaş… Belgeselde küçük bir "es"… Konuşmayı sürdürüyor:

"Bir taraftan da balkondan bakıyorum aşağıya. 500 metrelik bir alanı sarmışlardı, zırhlı araçlar, polis arabaları. Evet Selahattin belki hedefteydi, belki tutuklanacaklar listesindeydi ama.. Korkudan küçük kızım Dılda ağlamaya başladı. Selahattin bir taraftan onu teselli etmeye çalışıyordu, bir taraftan hazırlanıyordu. Birdenbire tam 38 yıl öncesine döndüm annemle aynı cümleleri kuruyorduk. Yani 38 yıl sonra benim yaşadığımı kızlarımın da yaşayacağını düşünmemiştim sonra. Selahattin ile vedalaştık en kısa zamanda geleceğini söyledi."

Burada Başak Hanım gözyaşlarını tutamıyor ve "ama ben çok zorlanıyorum" diyor. Anneler, babalar, eşler, evlatlar… Memleketin kuşaklar boyu, yıllardır süren "zorlanma" hâli. Ve bir diğer gerçek, memlekette en ağır faturayı çoğunlukla Kürtler ödüyor.

Demirtaş evinden çıkarken eşine ve evlatlarına "en kısa zamanda geleceğini" söylüyor. Ama aradan 4 yıl geçiyor. AİHM'in, AYM'nin kararlarına rağmen cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Üstelik evine 1700 kilometre uzak bir cezaevinde, Edirne'de. Eşi her hafta sabah yola çıkıyor, uçakla İstanbul, arabayla Edirne. 1 saat görüşünü yapıyor aynı yoldan dönüp gece evine, evlatlarının yanına dönüyor. 17 saatlik bir yolculuk.

Bu yolculuklardan birinde, Selahattin Demirtaş hapiste kalp rahatsızlığı geçirdiğinde annesi - babası ile birlikte Edirne'ye ziyarete gidiyorlar. O yolculukta annesi Sadiye Hanım ve babası Tahir Bey'in olduğu araç kaza yapıyor. Yaralanıyorlar. Daha önce de kimi rahatsızlıkları olan annesi yüzde 90 engelli haline geliyor. Belgeselde onun da konuştuğu bir bölüm var:  

"Bu ne biçim kanundur, ne biçim Müslümanlıktır, benim oğlumu götürmüşler dünyanın köşesine. Hiç mi merhametin yok, Müslümanlık böyle bir şey midir? Erdoğan cezaevindeydi dünya kadar ben ona ağladım. Dedim cezaevindedir. Çıktıktan sonra başbakan oldu. Çocuklar gazete yere serdi ayakkabı koyuyorlar üstüne. Nasıl kızdım, dedim günahtır bunun fotoğrafı var üzerinde. Herhalde bu da hakkımı veriyor şimdi. Bak gittim oğlumun yanına varamadım yolda kaza yaptık. Selahattin yok kim bize bakacak? Yüzde 90 ben şimdi engelliyim. Valla hakkımı helal etmiyorum ona. Tenzile Hanım sağ olaydı ben onu şikayet ederdim, Tenzile Hanım da kabul etmezdi bunu."

Tenzile Erdoğan, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın 2011 yılında vefat eden annesi. Meslek hayatımda; Erdoğan'ı en mutlu ve en üzgün gördüğüm iki fotoğraf karesi de annesiyle ilgili. Onun yanında elini tuttuğu mutluluğunun gözlerinden okunduğu ve tabutunun başındaki gözyaşları. Sadiye Hanım bir anneden bir anneye gönül bağı olduğunu biliyor "Tenzile Hanım sağ olaydı kabul etmezdi bunu" diyor.

Belgeselde Demirtaş'ın evlatlarından büyük olanın Delal'in doğum günü. "13 yaşındaydın gittiğimde şimdi 17'sin" diyor ve "cezaevinde bisküviden pasta" yapacağını söylüyor. Ancak "içeriye" yolu düşenler sevdiklerinin doğum günlerini "bisküvi pastayla" kutlamayı bilirler.

Belgeselde sadece duygular yok. Bir direnç hikâyesi de var. Tüm zorluklara rağmen başta Başak Demirtaş büyük bir kararlılıkla eşinin yanında duruyor. Özgürlüğü sadece eşi için değil hakkı yenen her siyasi için de talep ediyor.

Belgeselin adı "coğrafya kader"… Sanırım sonunu izleyene daha doğrusu bu topraklarda yaşayanlara bırakmış. Hep beraber karar vereceğiz. "Coğrafya kaderdir" deyip bir razı gelme haline; haksızlıkları, hukuksuzlukları kabul etmeye teslim mi olacağız? Ya da "coğrafya kader değildir" diyerek demokrasiye sıkı sıkı sarılıp, herkesin hakkı, hukuku, özgürlüğü için ses mi çıkaracağız? Beni yanıtım: Coğrafya kader değildir…

Yazarın Diğer Yazıları

Yerli, milli, helal Rolex’li, ticarete gelince İsrail’e ‘eyvallah’lı iktidar

Her fırsatta ‘yerli ve milli’ olmayı öne çıkartıp, Gazze’de İsrail’in ortaya koyduğu zulmü ‘sözle’ kınayanların, gerçek hayatta kişisel lükslerinden ve ‘ticaretten’ vazgeçmediklerini görüyoruz

Özgür Özel, Erdoğan ile buluşmasında konuşulanları şeffaf bir şekilde kamuoyu ile paylaşmalı

Muhalefet toplumu kutuplaştırmadan demokrasi içinde kendi sözünü söylese, iddiasını ortaya koysa… Belki memlekete daha iyi gelir

Seçimlerden başarılı çıkıp Sancaktepe'de banyoda kalmak…

CHP'nin uzun yıllar sonra elde ettiği seçim başarısı eğer 2028'e giden süreçte kalıcı olsun-artarak büyüsün isteniyorsa, zafer havasından ve hızlı kararlardan uzak durulmalı