Sırp yönetmen Emir Kusturica'yı, sürreel görüntüleriyle, diyaloglarıyla belleğimizden hiç silinmeyen Çingeneler Zamanı ve Arizona filmlerinden biliyorduk. Kusturica, yeteneğini, sinema zekasını, gözlem yetisini, kendi sevdiği ve heyecan duyup filme aldığı konu ve kahramanları farklı bir görsel estetik ve anlatım dili ile izleyiciye aktarma – hissettirme becerisini, sadece bu unutulmaz filmlerle değil, Yeraltı, Kara Kedi - Ak Kedi gibi sinema filmlerinin yanısıra Maradona belgeseliyle de kanıtladı.
Hiç beklenmeyen ama seyrettikten sonra tam isabet dedirten, Pepe: Bir Yüce Yaşam, adlı filmi ile hem sevenlerini hem de sinema dünyasını çok şaşırttı ve çok sevindirdi. Bu belgesel filmini "Latin Amerika soluna sevgisinin zirvesi" olarak tanımlayan Kusturica şunları söylemişti:
"Gençliğimde hayranı olduğum insanlar olan Che Guevara ve Fidel Castro'dan etkilenerek kendime bir dünya görüşü oluşturdum. Che ve Fidel ile çalışma imkanı olmadığından, hâlâ traktör kullanıp, evini tamir eden bu devlet başkanını gördüğümde 'İşte benim adamım bu' dedim. Yanılmadığımı görmek beni mutlu ediyor."
Kusturica, filmleriyle, değerli ve saygınlığı olan birçok ödüle layık görüldü. Berlin'de ve Venedik'te yapılan Avrupa'nın en önemli festivallerinde sahneye en sık çıkan isimlerden biri oldu. Cannes'da "Altın Palmiye"yi iki kere kazanabilen yedi yönetmenden biridir. Bu yönetmenlerin kimler olduğu okununca, Kusturica'nın önemi daha iyi anlaşılır: Francis Ford Coppola, Shohei Imamura, Bille August, Jean-Pierre Dardenne, Alf Sjöberg ve Michael Haneke.
Kusturica ve Pepe kahve molasında
Sadece sinemayla yakından ilgilenen insanların değil, "Dünyanın başka ülkelerinin sanat hayatlarında neler oluyor?", "Başka kültürlerin edebiyatında, şiirinde, resminde, sinemasında ne tür gelişmeler yaşanıyor?" diye etraflarına bakınanların da menzillerine giren bir sinema insanıdır, Kusturica.
Pepe belgeseli ile dünyada erdemin, kanaatkârlığın, fedakarlığın, tevazunun, bilgeliğin, saf aşkın hakim olmasını arzulayan insanların da ilgisini ve takdirini kazanacak. Çünkü eğer bu belgeseli çekmeseydi, Pepe de, sürdüğü feyz alınacak yüce yaşamı da, eriştiği bilgeliği de, yediği kurşunlar da, yattığı 15 yıl hapis hayatı da şimdiye çoktan unutulmuş olacaktı. Bu belgesel sayesinde yarattığı evrensel etkiye ve çıkarılacak derslerle dolu tarihe sahip olan Uruguay – Tupamaros hareketinin yeni nesillerce hiç bilinmeme ihtimali ortadan kalktı. Pepe: Bir Yüce Yaşam belgeselini izleyen, izleyecek olan bir çok genç insan Tupamaros kimdir ? Ne yapmıştır ? sorularını araştırıp öğrenmiştir, öğrenecektir. Bu hareket siyasi mücadalesini iki evre halinde sürdürdükten sonra örgüt olarak varlığını sonlandırmıştır. Ama kendi topraklarında savaşırken, Uruguay'a uzaktan yakından benzemeyen gelişmiş kapitalist toplumlarda başlayan radikal muhalif hareketlerin mücadele tarz ve yönteminin belirlenmesindeki rolü, işlevi, 68 Paris'i kadar ehemmiyeti haizdir.
Bunun için özetin sinopsisi gibi olsa da Tupamaros'a değinmek gerekiyor. Çünkü yaşadığımız bu ülkenin yakın siyasi tarihiyle ilgilenen insanların da bilmesi gereken bir detay var. Tupamaros, 1960'larda dünyada ilk kez "şehir gerillası" kavramını kullanan bir örgütlülük. Şehir gerillasını hayata geçirerek kendine özgü bir tarz oluşturmuş. Onlar bu icatlarına şaka yollu "Made in Uruguay" diyorlar. Türkiye'de THKP-C olarak bilinen Mahir Çayan liderliğindeki hareket, şehir gerillası kavramını ve mücadele anlayışını Tupamaros'tan etkilenerek ve esinlenerek benimsedi. Sadece Türkiye ve parti-cephe değil; İtalya'da Brigate Rosse, Almanya'da Rote Armee Fraktion (Baader – Meinhof), Japonya'da Red Army, Yunanistan'da 17 N, Şili'de MIR hepsi Tupamaros esinliydi.
1960'ların başında Uruguay sosyalist partisinden radikalleşerek ayrılan bir grup tarafından Raul Sendic ve arkadaşları liderliğinde kuruldu. Tam adı, MLN-T; Ulusal Kurtuluş Hareketi – Tupamaros. Uruguay'da yönetimde olan ABD destekli diktatörlüğün, polis kurumunun içerisindeki CIA işkence uzmanlarının, trafik sorunları ve trafik ışıklandırmaları teknik elemanı!? unvanıyla gelip, gizli faaliyet gösterdiklerini belge ve fotoğraflarla teşhir etti. Eylemlerinin nedenleri ve amaçları hakkında halkı ve kamuoyunu sürekli bilgilendirdi. Diktatörlüğün bu mücadelede haşinleşeceğini, acımasızca ve yasalara da insan haklarına da aykırı yöntemlere başvuracağını gayet iyi biliyorlardı. Darbe sonrası kurulan diktatörlük yönetimine karşı başlattıkları şehir gerillası savaşında üç yüz Tupamaro hayatını kaybederken üç bin gerilla da uzun sürelerle hapishanelere atıldı. Her yolu, yöntemi uygulamasına rağmen, diktatörlük, Tupamaros'a diz çöktüremedi. Soydukları bankalardan aldıkları paraları, "kamulaştırma" dedikleri el koymalarla topladıkları yiyecekleri yoksullara dağıtmak gibi büyüleyici devrimci romantizmleriyle, öğrencileri, yoksulları, aydınları cezbettiler. Bu büyü ve romantizm Uruguay'la sınırlı kalmadı, Türkiye'ye kadar ulaştı ve Dev-Genç'in Migros kamyonlarını yoksul mahallelere götürüp içindekileri yoksul insanlara dağıtma eylemlerinin esin kaynağı oldu. 68'in Latin Amerika'dan esen rüzgarı idi Tupamaros. Aslında örgütün ilk evresi, ikinci evrede yaşanılan dönüşümleri, başlı başına bir yazı konusu olacağı için burada kesiyorum.
Tupamaro gerillası Pepe, 20 Mayıs 1935 Uruguay- Montevideo doğumlu. Toplam 15 yıl çok ağır tecrit koşullarında hapiste, diktatörlüğün ifadesiyle, rehin tutulmuş. Çıktıktan sonra legal siyasi mücadeleye girmiş, 1999 seçimlerini kazanarak milletvekili olmuş. 2010 – 2015 yılları arasında da Uruguay devlet başkanlığı yapmış. Cezavinden çıktığında artık dünya da Uruguay da çok değişmiştir. Tupamaros tarihe mâl olmuş, fiili varlığına son vermiştir. Che hâlâ maneviyatın beslendiği saygın bir semboldür. Ama devrim yerine, 68 kuşağının dünyadaki en önemli ismi Rudi Dutschke'nin mucidi olduğu ve kurumları içten fethederek dönüştürmeyi amaçlayan, "Kurumlar içinde uzun yürüyüş" teorisi, kavram olarak, hiç zikredilmese de, uygulamaya konulur. Görev yaptığı beş yılda önemli işlere imza atar. Ama bu beş yılda Uruguay'ı tüm sorunların çözüldüğü bir huzur diyarı haline getirmiş mesih de değildir. Beş yıl boyunca sosyalist olduğunu her fırsatta vurgulayan bir eski gerilla olarak çok çalışır, farklı vizyonuyla kurumları dönüştürücü adımlar atar. Süresi dolunca da, bir dönem daha görevde kalması için yapılan yoğun ısrarlara rağmen kararından vazgeçmez, yaşadığı arazisinde bahçıvanlıkla iştigal edeceği lüks ve israftan uzak, mütevazı hayatına döner. Aşağıdaki gibi.
Belgesel, Kusturica'nın Pepe ile sıcak sohbeti, Pepe'nin eski Tupamaro gerillası arkadaşları ile geçmiş yılları, mücadele ve hapishane anılarını, nasıl vurulduklarını konuştukları bölümleriyle izleyiciye bir duygulanma dalgası yaşatıyor. Eşim, biricik hayat arkadaşım dediği Lucia Topolansky ile nasıl tanıştıklarını anlatırken "Gecenin içinde yıldırım çarpması" gibiydi diyor. Eşi de eski bir Tupamaro gerillası. Aşkları için şu tanımlamayı yapıyor: "Bizim aşkımız iki ütopyanın birleşmesidir. Aşk ütopyası ile siyasi mücadele ütopyası. Bu sayede pek çok iniş çıkışın ve karşılaştığımız zorlukların üstesinden geldik." Pepe'nin yine Tupamaros'tan ve cezaevinden arkadaşı sonradan Savunma Bakanlığı da yapan Eleutero Fernandez Huidobro, Brezilya, Şili, Arjantin, Uruguay ve Bolivya'daki Gladio ve ABD destekli askeri darbeleri anlatırken o yıllarda şu esprinin yapıldığını söylüyor: "ABD'de asla darbe olmaz, çünkü orada ABD büyükelçiliği yok."
Kusturica hiç beklenmeyen bir soru soruyor Pepe'ye: "Kaç kez vuruldun?" Cevap yürek dağlayıcıdır: "Bir bacağımda üç yara, karnımda da iki yara vardı. Dalağımı kaybettim. Bir ciğerimin yarısında akciğer fibrozisi var. Pankreasım da iltihaplandı. Bir buçuk ciğerle yaşıyorum."
Aşk, elem, acı, başarı, zafer, sevgi, dayanışma, özveri belgeseldeki samimi açıklamalar sayesinde sıkça yer alıyor. Ama matraklıklar da yok değil. 1969 yılında, Che'nin ikinci ölüm yıldönümü için Tupamaros bir anma eylemine karar verir. İnanılmaz bir zeka ile Azrail gibi peşlerinde olan diktatörlüğü ayakta uyutur ve Pandos şehrini ele geçirirler. Eylem gün boyu sürer. Che, Tupamaros tarafından saygıyla anılmıştır.
1971 yılında, "Yok canım! O kadar da olmaz artık", dedirtecek bir vaka, vuku bulur. Hapiste tutulan tam 106 Tupamaros gerillası, tünel kazarak aynı günde kaçarlar. Manşetlerde bu olayın Guinnes Rekorlar Kitabı'na girdiği alaylı bir dille yazılır. Diktatörlüğü çileden çıkartan bu firar eyleminin dünyada emsali hiç olmaz.
Tupamaros tutsaklarına hapishanede su verilmediğini bazen günde sadece bir fincan verildiğini anlatıyor Pepe ve eski yoldaşı. Kusturica şaşırınca izah ederler, nasıl çözüm bulduklarını. "Bir kaba işiyorsun ve dinlenmeye bırakıyorsun.Tuz çökeliyor, oda sıcaklığına geldiğinde ithal şampanyaymış gibi içebiliyorsun."
Kusturica bunu duyunca, Pepe'ye soruyor, "Sen de içtin mi?" Cevap: "Tabii." Kusturica şaşırıyor ve "Nasıl?", diyor. Pepe de muzip bir tebessümle "Yudum yudum", yanıtını veriyor.
Maaşının her ay yüzde 70'ini yoksullar için organize edilen bir konut ve yardım projesine bağışlayan Pepe, arazisini, evini, traktörünü, yaptırdığı okulu, hep kullandığı açık mavi vosvosunu kurduğu vakfa bırakacağını belirtiyor. Devlete bırakırsam bürokrasinin eline geçer, o burjuvaziden daha kötü, diyor. Vosvos'un piyasa değeri 1800 dolardır ama Pepe hayranı bir Arap şeyhi tam bir milyon dolar teklif eder. Pepe reddeder teklifi. İşte böyle bir insandır şimdi 86 yaşında olan bu eski Tupamaro.
Pepe, vosvosu ve köpeği manuela
Devlet başkanlığının son gününde Montevideo Bağımsızlık alanına toplanmış binlerce insana teşekkür ederek son sözünü söyler: "Ben gitmiyorum, geliyorum."
75 dakikalık süre içinde o kadar şey anlatılıyor ki, filmden sonra insan kendisini sosyalist bilge Pepe'ye de, Kusturica'ya da müteşekkir hissediyor.
Bu belgesel dikkatle izlenirse aynı zamanda Uruguay 68'ini de işlediği ve çok önemli bilgiler içerdiği görülür.
Belgesel Netflix'te gösterimde.