AKP’nin seçim kazanmakta parlak bir başarı kazandığı herhalde yok sayılamaz. Kuruluşunun hemen ardından tek başına iktidar olmayı başardığı gibi o zamandan beri (bazı seçimlerin sonuçlarından mutlu olmamakla birlikte) bu iktidarı sürdürmeyi de bildi. Böyle bir “başarı grafiği”nden sonra, kaybetmeyi bilmemesi belki anlaşılır bir durum. Ama şu son seçim sonrasında AKP’nin davranışlarında bir tutarlılık görmek mümkün değil. Daha doğrusu olgularla AKP’nin bu olgular üstüne söyledikleri arasında bir “tekabüliyet” ilişkisi görmek mümkün değil. On yedi yıllık bir iktidar acemi çocuk gibi davranıyor.
Olay, Anadolu Ajansı ile başlıyor. İstanbul’da başa güreşen iki aday arasındaki fark kapanırken, ajans birdenbire sonuç bildirmeyi kesiyor. Neden kestiğine dair bir açıklama da yok.
Anadolu Ajansı ile siyasi iktidar arasındaki ilişki herkesin bildiği bir şey. Onun için toplumun önemli bir kesimi sonuçlara kilitlenmiş durumu izlerken bu tuhaf davranış karşısında bilgi akışına el koyanın iktidar olduğunu düşünmeyip ne düşünecek. Tamam, AKP ertesi gün “yolsuzluk var! Hile var!” diye ortalığı velveleye verecek ama Anadolu Ajansı’nın bilgi vermeyi kestiği anda böyle bir konu yok, zaten o aşamada olmasına imkân da yok. Ne var? Rakip adayın öne geçmekte olduğu bilgisi var. Bu, bilgi vermeyi kesmeye yetiyor. Böyle bir davranış elbette sonraki iddiaların inandırıcılığını ortadan kaldıracaktır.
Derken ekranda Binali Yıldırım’ı görüyoruz. Seçimin başından beri pek değişmeyen “bezgin” tavrıyla “seçimi kazandık” diyor. Ayrıntı da veriyor. Üç bin küsur oy farkıyla kazanmış.
Bir iki gün sonra Cumhurbaşkanı ekranlara çıkacak ve İstanbul gibi bir yerde “on üç bin” oy farkıyla “ben kazandım” denemeyeceğini ileri sürecek. Burada bir yanlış anlaşma var, çünkü bir “yanlış anlatma” var. Cumhurbaşkanı “on üç bin farkla seçim kazanılmaz” demek istemedi; “on üç bin, yeniden sayımla kapanmayacak bir fark değildir” demek istedi. Ama ağzından çıkanlar birincisini söylediği izlenimini verdi. Bu da tabii saçma oldu. On üç binle seçim kazanılmıyor da on üç bin geriden gelerek mi seçim kazanılıyor ya da seçim kazanmaya on üç bin fark yetmiyorsa kaç fark gerekiyor gibi sorulara yol açtı.
AKP’nin ciddi bir kumpas izlenimi veren fevri davranışları devam ederken İmamoğlu da Anıtkabir’de imzasının altına “İstanbul Belediye Başkanı” diye yazdı. Bu, tabii, karşı tarafın saldırılarını yenilemesine fırsat verdi. “Mazbatanı almadan nasıl bunu yazarsın?” “Acelen ne?” v.b…
Peki sen, aslında on üç bin geride olduğun bir aşamada nasıl çıkıp da “Ben kazandım” dersin? Televizyonlara çıkıp aslı faslı olmayan bu “bilgi”yi verirsin? Bununla da yetinmeyip kenti “Teşekkürler İstanbul” pankartlarıyla donatırsın?
Bu seçim bağlamında AKP’nin gaflarının, tutarsızlıklarının, çelişkilerinin çetelesini tutmadım; ama insanın zihnine hemen kazınan somut olgular var. AKP’nin bu hile iddialarını sürdürme görevi verdiği kişi çıkmış İmamoğlu’nu sayım bitmeden başkanlığını ilan etmekle suçluyor. Arkasında Binali Yıldırım’ı seçtikleri için İstanbul halkına teşekkür eden AKP pankartları var.
Derken Büyükçekmece’de bir polis ordusu bitiyor. Evlerin kapısını çalıyorlar, birtakım sorular soruyorlar. Bu, hele, hiç olacak bir şey değil.
Siz iktidarsınız. Bu seçim sizin iktidarınızda yapılıyor. Anlattığınız devasa hileler yapılmışsa, böylesine dolaplar döndürülmüşse, bunlar sizin iktidarınızda olmuş. Bu işin prosedürü belli, hangi tarihte, nasıl itiraz edilir v.b. hepsi biliniyor. Ağzınızı açıp bir şey söylememişsiniz. Şimdiyse inanılmaz bir ağız kalabalığı!
Ama bütün bir semti böyle bir polis operasyonuyla rahatsız etmek gerçekten akıl alır bir iş değil.
Tabii asıl önemli olan şu: Büyükçekmece’de polisin varlığı net bir “mesaj” veriyor:
“Seçim, AKP kazansın diye yapılır. Seçimi AKP kazanmazsa devlet gelir, bunun cezasını verir. Ayağınızı denk alın.”
Birkaç yıl önce “Haziran/Kasım” seçimlerinde bunun bir örneği yaşanmıştı. Tabii orada “vaka mahalli” Doğu’ydu. Aynı işlem İstanbul’da nasıl yürütülür? Eh, Çekmece’de bunun “fragman”larını seyrettik.
Peki, bu araştırmadan ne sonuç çıktı? Neyse, bunu fazla kurcalamayalım. “Sonuç soruyorlar” diye, şimdiye kadar ha bire yaptıkları gibi, ilgisiz insanları suçlu ilan eder, haklarında en üst düzeyden “Şöyle yapmışlar, böyle yapmışlar” diye uydurma suçlamalar icat edebilirler.
“Organize işler!” Kim organize etmiş bu organize işleri? AKP’nin organize işleri çözmeye memur ettiği kişi “CHP yaptı” demiyor. Ama “CHP’ye yardımcı olmak için” diyor. Niçin “CHP yaptı” demiyor. Haksız töhmet durumu yaratmamak için mi? Yoksa şuradan şuraya bir düzine yumurta taşımayı organize etmekte güçlük çeken CHP hakkında böyle bir iddia kimseyi inandırmayacağı için mi?
Ortada hazır bir cevap var, bir süreden beri: “FETÖ yaptı.” AKP’nin hoşnut olmadığı ne varsa FETÖ yapıyor. Kimi durumlarda FETÖ kendi başına yetmiyor, o zaman PKK yardımına yetişiyor. AKP kendi iktidarında, bir yerel seçimi bu adamlar işe karışıp işi karıştırmadan yapamaz mı? Yapamıyorsa, İçişleri Bakanı sıfatıyla dolaşan kişi, seçimin kaybedilme aşamasında toplantı yapmak dışında, ne iş yapmakla yükümlüdür? Bunun cevabı şimdilik AKP’yi ilgilendirmiyor. Yarın öbür gün o da tepedekilerin gözünde “makbul” olmaktan çıkarsa bunun da hesabını sorarlar.
FETÖ-PKK ve belki hatta IŞİD bu işi yaptılar. Ama iş büyük. Bu koalisyon da yetmeyebilir. O zaman yardıma CIA’yi çağırırız. Bak, onların elinden gelir.
CIA’nin elinden gerçekten çok şey gelir ya, Türkiye söz konusu olduğunda onlar da şaşıyor. Şu Temmuz darbesini de onlar yapmamış mıydı? Herhalde dünya tarihinin en saçma sapan darbe girişimiydi. En çok da iktidarın işine yaradı. Ancak, söylenenlere bakılırsa, oradan buraya, CIA ustalaşmış.
“CIA yaptı” iddialarıyla aynı zamanda Berat Albayrak’ın Donald Trump’la son derece “başarılı” görüşmesinin haberleri de yapılıyordu. Bu da bir tuhaf!
Her neyse, şu aşamada Ekrem İmamoğlu mazbatasını aldı. Ama bu,
konunun kapandığı anlamına gelmiyor. AKP’nin itirazları ve seçimi yenileme talebi yerli yerinde duruyor. Bundan böyle olacakların “hukuk dairesinde” olmasını bekleyen var mı, iktidarın bugüne kadar sergilediği hukuk anlayışı çerçevesinde, bilemeyeceğim. Kural varsa, “bilek güreşi” müsabakalarında olacak kurallara benzeyebilir ya da onlara da benzemeyebilir.
Seçim yenilemek gerekiyorsa, yeni seçimin “temiz” ve “güvenilir” olması için, önceden tedbir alınması gerekir. Bu da, bütün İstanbul’un Büyükçekmece olmasını gerektirir.