Tayyip Erdoğan Boğaziçi Üniversitesi'nde rektör atama olayını yarattıktan sonra konu hakkında çeşitli konuşmalar da yaptı. Bunların arasında biri özellikle ilginç, diyor ki Tayyip Erdoğan: "...Provokatörler vasıtasıyla ülkemizin huzurunu kaçırarak elde etme peşinde olanlar yine hüsrana uğrayacaktır." Bu olayın "ülkemizin huzurunu" kaçırdığı konusunda kimsenin bir şüphesi olamaz. Ama olayı adları "provokatör" olan yarı meçhul kişilerin çıkardığına inanmak zor. Tayyip Erdoğan'ın Boğaziçi Üniversitesi gibi bir akademik kuruma rektör olarak uygun görüp atadığı kişinin o kurumda tam da böyle karşılanacağını bilmek için müneccim olmak gerekmiyordu. Müneccim olmak gerekmediği gibi Tayyip Erdoğan kendisi de atadığı rektörün böyle karşılanacağını biliyordu. Bildiği gibi, böyle karşılanmasını istiyordu da. Çünkü böyle bir protesto eylemi başlayınca o da polislerini protesto edenlerin üstüne sürme ve kendince birtakım birikmiş intikamları alma fırsatını elde edecekti. Tayyip Erdoğan bu toplumda kendisini sevmeyen birilerinin olduğunu elbette biliyor ve sevmediğini tahmin ettiklerinden o da nefret ediyor. Nefret ettiği gibi, bundan ötürü onları cezalandırmayı da hak görüyor.
Bunlar hepsi oldu. Kampusta cereyan eden vahşet sahnelerini izledik. Gece sabaha karşı ev basanları, kılıklarını, teçhizatlarını ve üsluplarını da gördük. Bu arada elbette ki planlanmamış ama olduğu zaman yerine "cuk oturan" kapı kelepçeleme gibi olayları da seyrettik. Bu, olmakta olan şeylerin simgesel bir temsili gibiydi. Öte yandan neyse ki sırtlarını dönmüş hocalar ve "Yuh Yuh" şarkısını söyleyen öğrenciler gibi barışçıl eylemleri de gördük.
Bunları seyrederken, "Bu işleri kim provoke etti acaba?" diye sormak benim aklıma hiç gelmedi ama başkasının da aklına gelmiş olabileceğini sanmıyorum. Çünkü sormaya gerek yoktu, bizzat Tayyip Erdoğan'ın provoke ettiği belliydi.
Tayyip Erdoğan "yasal olmak"tan söz ediyor. Önemli olan "yasal" olması değil, "hukuki" olmasıdır. Türkiye'de ve başka birçok yerde sık sık gözlemlemekte olduğumuz gibi hukuka ve demokrasiye saygısı olmayan otokratik iktidarlar kafalarına göre yasalar çıkarıyorlar. Buna dayanarak yaptıkları işler "yasal" oluyor, ama "demokratik" ya da "hukuki" olmuyor. "Teşri" ille de "meşru" olmuyor.
Dünyada normal kabul edilen "rektör seçme" işi, malum, üniversitedeki öğretim üyelerinin kendilerine bir rektör seçmeleri şeklinde cereyan eder. Çeşitli vakıf üniversitelerinde ise bu işi mütevelli kurulu yapar. Bizde bu yöntemin Kenan Evren darbesinde nasıl bozulduğu hele bu günlerde tekrar tekrar anlatıldı. Evren'in yaptıkları da "yasal"dı ama hukuki ya da demokratik olduğunu düşünen hiç kimse yoktu. Gelgelelim, Tayyip Erdoğan Evren diktasını da solladı ve şimdiki ucubeyi getirdi.
Bir kurum, kendi dışından, kimdir, necidir bilmediği birinin başına yönetici diye dikilmesinden hoşlanmaz. Hoşlanmamakta yerden göğe haklıdır. Bu olayda tayin edilen kişinin "intihal" sorununu Erdoğan'ın bilmemesi, anlamaması normal; söylendikten sonra umursamaması ise normal değil. Bu noktaya kadar yapılan kepazelik yetmemiş gibi bir de yeni fakülte açma kararının çıkması akıl alır gibi değil. Hangi üniversitenin hangi fakültelere ihtiyacı olduğunu, olacağını sıfatı "devlet başkanı" olan birinin kararlaştırması kabul edilebilir bir şey mi?
Rektör tayin edildikten sonra kendini "Ben bir bürokratım" diye tanımlayan birisi, evet, kabul edebilir, ama sahiden rektör olan bir kişi "Olmaz" der, itirazı kabul görmezse de istifa eder.
Tayyip Erdoğan bu kararları veriyor ve kararlarına itiraz edenlerin "terörist" olduğunu söyleyebiliyor. Bu teröristleri de "provokatörler" böyle davranmaya yöneltiyor. Bunlar, duruma göre ve o sırada Tayyip Erdoğan'ın kime kızdığına göre, yerli ya da yabancı olabiliyor. Örneğin Erdoğan'ın "İçişleri Bakanı"na göre, "FETÖ"nün işi diye bildiğimiz darbe girişimini Amerika yapmış oluyor. Derken Tayyip Erdoğan Ayşe Buğra'nın "provokatör" olduğunu söyleyiveriyor.
Yukarıda söylediğim gibi, toplumun büyük çoğunluğunun bu tavırları, bu sözleri kabul edeceğini, onaylayacağını sanmıyorum. Ama "Cumhur İttifakı" düşman sayısını artırdıkça rahatlıyor. Olması istenmeyen ama nedense olup duran yığınla şey var. Düşman sayısının habire çoğalması bu istenmeyen ama olan şeylerin açıklaması. "Onlar yaptı..."
Neyse ki her seferinde hüsrana uğruyorlar.