05 Mayıs 2016

Modernleşme ve İslâm

Sosyalizmi anlatma işine, ilkin inançlara söverek başlarsak bu yolda fazla mesafe alamayacağımız belli

Adına “Batılılaşma” mı diyeceksiniz, “Modernleşme” mi, aslında ikisi de aynı küresel fenomeni anlatır. (Hem arkalarında da “kapitalistleşme”nin çehresini görürsünüz). Dünyanın her yerinde zor yaşanmış, dirençle karşılanmış bir olaydır bu. Kendisi bir imparatorluk olan ve yüzyıllarca bunun gururuyla yaşayan Osmanlı-Türk toplumu için de hiç kolay olmamıştır. “Direnç” dedim. Kim direnecek? Dünyanın her yerinde, bunun bir zorunluluk olduğu kararını verenler “üst kat”ta oturanlar, seçkinler olmuştur. Öyleyse, kendi kararlarına kendileri direnecek değiller. Direnmek, “alt kattakiler”e düşmüştür. Burada, o “Batılılaşma/Modernleşme” fikrine katılmayan, dolayısıyla buna muhalefet eden bazı seçkinler de direnişe katılmış olabilir. Ama bunlar zaten azınlıktaydı.

Bunlar, bugün, çok eskide kalmış konular gibi görünüyor. “Görünme”nin ötesinde, gerçekten çok eskilerde kaldı. Ama somut genel tarih başka, bir toplumun psikolojik tarihi başka. Bu ikincisinde zaman daha yavaş yürüyor. Yaşarken travma yaratmış olaylar kolay  kolay unutulmuyor. “Bize karanfil dağıttılar” diye anacağınız bir olay varsa, bunu çabucak unutuyorsunuz; ama, “Bize taş taşıttılar” denecek bir olay varsa, bu, “öldür Allah”, unutulmuyor. Türkiye’de Batılılaşma/Modernleşme de gerçekten büyük travmalar yaşatmış bir olay-“olay” değil, bitmez tükenmez bir “süreç!” Bugün Tayyip Erdoğan’ın yürüttüğü politikaların ideolojik kabı nedir? Elcevap: Mağduriyet! Neye dayanıyor, nereden kaynaklanıyor. İşte bütün bir Batılılaşma/Modernleşme tarihinden, onun öznesi olan “CHP”den ve hepsinin kılıfı olan “tek-parti yönetimi”nden kaynaklanıyor. “Bizi mağdur ettiler. Bizi ‘parya’ yaptılar” söyleminin temelinde bu yatıyor.

Batılılaşma/
Modernleşme, bir imparatorluk olan ve yüzyıllarca bunun gururuyla yaşayan Osmanlı-Türk toplumu için de hiç kolay olmamıştır

Uzakdoğu’nun dinleri, çeşitli “Budizmler” ve “Zen”, “Taoizm” ya da “Şinto”, “Çin’de geçerli “Konfüçyüsçülük”, Tanrı kavramını iyice soyutlaştırır ve uzaklaştırır. Onun için, bizim yakından tanıdığımız dinlerden çok felsefî sistemlere benzerler. Sina Dağı’na inip Musa’ya “on emir”li levha veren, İsa’nın babası olan ve insanların abdestinin kurallara uygunluğunu ya da oruç bozmalarının tam dakikasını denetleyen, Ortadoğu’nun “Tek Tanrısı” böyle değildir. Hele Müslümanların Allah’ı, toplumsal-kültüren hayatı baştan aşağıya düzenler. Onun için Müslüman toplumlarının tek ideolojisi dindir, İslâmiyettir; Batılılaşma/Modernleşme devletin ayak uydurmayı kaçınılmaz kabul ettiği yol olunca, bu yola muhalefet eden kimse, İslâmiyetten aldığı kavramlarla muhalefet etmiştir. Girilen yolun topluma empoze ettiği bedelleri de “üst” değil, “alt kat” sakinlerinin ödemesi, dünya tarihinde şimdiye kadar pek istisnası görülmemiş bir kuraldır. Dolayısıyla İslâmiyet, sürecin yükünü taşıyan kitlelerin ideolojisi haline de gelmiştir. Bu yapısıyla, birçok Müslüman toplumda, bu arada özellikle Türkiye’de, İslâm ideolojisi bir “sınıf” ideolojisine uygun bir karakter edinmiştir. Benzerleri gibi Türkiye de, belirli nedenlerden ötürü, Batı’daki gibi net bir “sınıf” kültürü ya da ideolojisi üretmemiş, genel din, alt sınıfların daha sıkı sarıldığı ideoloji haline gelmiştir.


Bunun böyle olduğu, toplumsal katlar arasında o kadar “alt”ta kalmayanların da dikkatini çekmiştir, şüphesiz. Cumhuriyet rejiminin “Batılılaşma/Modernleşme”yi tamamlayan üçüncü ayağı “kapitalistleşme” için seçtiği yol, “tekelci devlet kapitalizmi” idi. Burada bunun ne olduğunun ayrıntılarına giremeyiz; ancak bu yöntemle biçimlenen yeni burjuvazinin “geleneksel/modern” ayrımında, hangi tarafta durmayı tercih edeceği, uzun boylu araştırma gerektirecek bir konu değiltir.

Erdoğan’ın yürüttüğü politikaların ideolojik kabı nedir? Elcevap: Mağduriyet! Nereden kaynaklanıyor. İşte bütün bir Batılılaşma/
Modernleşme tarihinden

“Tekelci Devlet Kapitalizmi” oldukça ayrıcalıklı, pomatlı ve pudralı bir burjuvazi yarattı ama genel kapitalistleşme, burjuvalaşma yollarını da açtı. Yani, “pre-kapitalist Osmanlı toplumu”nun “pre-kapitalist egemen sınıfları”, yani “eşraf ve mütegallibe” ve her boydan, her soydan “açıkgöz”, “türedi” v.b. bir “orta burjuvazi” yaratmak üzere, kendini yeni düzene bir yerinden eklemlemenin bir yolunu buldu. En altta kalan sınıf ve tabakaların “defansif İslâm”ını ilk fark eden ve bundan yararlanmanın yolunu bulanlar da onlar oldu. İslâmi dünya görüşü içinde ayrıcalıklı yeri olan “paternalizm”i hemen benimsediler.

Upuzun bir tarihten söz ediyorum ve ister istemez hoyrat özetler yapıyorum. “Tek-parti”nin bu egemenliği gevşeyip “çok-partili” sisteme geçince, geçerken, muhalefetin “popülist” bir söylemi geliştrmesi bir tür “Allah’ın emri”ydi; İslâm’ın burada da düzenleyici rolünü üstleneceği doğaldı. Aramızda sınıf farkı doğuyor, daha doğrusu aramızda sınıf farkının çoktan doğmuş olduğu artık gizlenmiyor mu, “Birader, hepimiz Müslümanız; değil miyiz” söyleminden “Ey, ne yapalım? Beş parmağın beşi bir değil” söylemine geçilir -ama referanslarımız İslâm içinde kalır.

Sosyalizmin iyi ve istenir olduğunu anlatma işine, ilkin inançlarına söverek başlarsak bu yolda fazla mesafe alamaya-cağımız belli

Bunların ve buraya sığdırmama imkân olmayan buna benzer binlerce ayrıntının bir sosyalist olarak benim için ve genel olarak sosyalistler için taşıdığı anlam ne?

Taşıdığı anlam, kısaca, şu: bu toplumda sosyalizmin kurulabilmesi, bu çoğunluğun sosyalizmi benimsemesiyle mümkün olacaktır. “Sosyalist Türkiye”nin nüfusunu Şili’den veya Avustralya’dan ithal edemeyeceğimize göre, burada yaşayan insanları sosyalizmin istenir, iyi bir şey olduğuna ikna etmemiz gerekiyor. Bu halk çoğunluğu, anlatmaya, özetlemeye çalıştığım tarihi koşullar sonucunda İslâmi ideolojinin içine doğmuş, onun içinde yetişmişler. Sosyalizmin iyi ve istenir olduğunu anlatma işine, ilkin inançlarına söverek başlarsak (ya da son derece etkin siyaset yapan “önder kadrolarına durumu böyle gösterme imkânı verirsek” bu yolda fazla mesafe alamayacağımız belli.

Basit bir “siyasî nezaket” olayından söz etmiyorum. Bu toplumun neredeyse ezelî “aydın/halk” bölünmesinde ayrıca bir de “sosyalist” olarak yer alan ve siyaset yapan (yapmaya çalışan) kadroların halkla kuracakları anlamlı (çok-yanlı, çok-katlı) alışverişten söz ediyorum.

Devam edeceğim.

Yazarın Diğer Yazıları

Üç güne kadar seçim

Büyük kentlerin siyasi tercihlerinin uzun vadede belirleyici rol oynama potansiyelinin yüksek olduğunu biliyoruz

Futboldan al haberi

Futbolun oyuncusu da değil de özellikle seyircisinin davranışlarının bize toplumda yerleşmeye başlayan bir şeyleri haber verdiğini akılda tutmamızda yarar var

Kıran kırana

Erdoğan'ın kendine yakıştırdığı siyaset yapma üslubunda hedef, karşı tarafı yenmek ya da sadece yenmek değil, yok etmek