30 Temmuz 2022

"Liyakat" konusunun yorumları

Son hikâyede gene kafa karıştıran taraflar var gibi. Davutoğlu ve Babacan "liyakatli" değiller. Tamam mı? Tamam. Onları oraya bir "irade" getirmiş! Bu da tamam, ama hangi "irade"? Bekir Bozdağ mı ısrar etti, ille bunlar buraya gelecek diye? Memlekette Tayyip Erdoğan'ınkinden başka "irade" mi kaldı? Yani orada böyle bir "irade"nin kararı söz konusu ise, bu "irade" Tayyip Erdoğan'ın "irade"si

Tayyip Erdoğan iktidarı süresince en sık sözü edilen, yokluğuna en çok hayıflanılan şeylerden biri "liyakat". Yokluğundan, eksikliğinden böyle şikayet edilmesinin de şaşılacak bir yanı yok. Evet, nereye baksak, hangi olayla karşılaşsak, ilk dikkat çeken şey, bir "usulsüzlük", bir "keyfilik", "ben yaptım oldu"culuk, biçimini alıyor. Öyle ki, bunu "liyakatsizlik" sıfatıyla açıklamak mümkün mü, emin olamıyorum. Çünkü "liyakatsiz" suçlamasında bir "bilgisizlik" "alt-anlamı" ve bir "pervasızlık" var. Oysa Tayyip Erdoğan'ın Türkiye'sinde birçok şey "bilmemek"ten değil, böyle olması istendiği için yapılıyor: "Sizin bildiğiniz Türkiye'de öyle yapılırdı, ama şimdi başka bir Türkiye yaratıyoruz. Burada böyle olacak!"

"Liyakat" kavramı şu günlerde Tayyip Erdoğan'ın kendi ağzından telaffuz edildi. Bir zamanlar onun partisinde olan bazı kişilerin şimdi ona muhalif partilerin başında olmasından ötürü. Yani Ahmet Davutoğlu ve Ali Babacan. Bunlar daha önce bulundukları mevkilere kendi meziyetlerinden, başarılarından, ehliyetlerinden dolayı gelmemişler. Ya ne olmuş? Onları oraya bir "irade" getirmiş! Tayyip Erdoğan, yüzünde saklamaya gerek görmediği bir nefret ve aşağılama ifadesiyle, bunu söylüyor. "Hain" olduklarını söylemeyi de ihmal etmiyor.

Onun bu suçlamaları politik pratiğin somut gidişini, akışını etkiler mi, bilemiyorum. Belki doğrudan doğruya etkilemez. Cepheler alınmış, söylemler seçilmiş, bunun da burada bir şeyleri değiştirmesi beklenmez. Ama dolaylı ve önemli bakımlardan önemli etkileri olacaktır. Bir kere, bu ilkede "politika yapma dediğimiz şeyin nasıl bir atmosfer içinde yerine getirildiğini gösteriyor: Bir kere, bu oyun hangi sahada, nasıl bir sahada oynanıyor? Hangi kurallara uyularak oynanıyor ya da daha önemlisi, uymak gereken kuralları var mı?

Bir başlangıç olarak, dünyanın ikiye ayrıldığını görüyoruz: Tayyip Erdoğan'a biat edenler, Tayyip Erdoğan'a karşı çıkanlar. Bunlar sabit iki grup değil. Birinden öbürüne geçişler olabiliyor. Örneğin Tayyip Erdoğan'ın bu "çetin" yola birlikte çıktıklarından hiçbiri bugün orada değil. Ama içlerindeki bireylerden bağımsız olarak bu iki grup ayakta. "Birinci grup" diyelim, yani biat edenler, "iyi adamlar". O zaman öbürlerinin ne olduğu da belli. Ama bu "iyilik/kötülük" söz konusu kişilerin nerede durduklarına bağlı. O da değişken bir nitelik. Örneğin Nebati gibi bir kişilik başarısız bulunabilir ve "affedilebilir". Ama yerini değiştirmedikçe, "iyi adamlar" arasındadır.

Ya yerini değiştirmeye kalkarsa, o zaman vay haline: "hain"dir.

Şu halde Tayyip Erdoğan'ın iş ve dava arkadaşları aslında birtakım temel insani özelliklere sahip değildirler. Bu gibi özellikler onların Tayyip Erdoğan'la ilişkilerinin mahiyetine göre değişir.

Çünkü bu dünyanın bütün doğruları Tayyip Erdoğan'ın zihnindedir; onun görüşlerini paylaşır ve dünyaya onun biçimlendirdiği perspektif içinde baktığın sürece sen de dünyayı doğru görüyorsun, dolayısıyla "iyi adamlar" arasında yer alıyorsun. Reis bu perspektifte bazı şeyler değiştirse de, senin görevin onun durduğu yerin ardında hizanı almanı gerektiriyor. "Yaşasın Mavi Marmara" derken "Bana mı sordunuz?" deyiverme inceliğine geçeceksiniz.

Bunlar hep tamam, ama şu son hikâyede gene kafa karıştıran taraflar var gibi. Davutoğlu ve Babacan "liyakatli" değiller. Tamam mı? Tamam. Onları oraya bir "irade" getirmiş! Bu da tamam, ama hangi "irade"? Bekir Bozdağ mı ısrar etti, ille bunlar buraya gelecek diye? Memlekette Tayyip Erdoğan'ınkinden başka "irade" mi kaldı? Yani orada böyle bir "irade"nin kararı söz konusu ise, bu "irade" Tayyip Erdoğan'ın "irade"si.

Bu da bir tuhaf durum çıkarıyor ortaya: bu iki kişi meğer "liyakat" sahibi değilmiş!

Yani devamlı dile gelen eleştiri: liyakat sahibi olmayanlar olmamaları gereken yerlere tayin ediliyor. Tayin nedeni "liyakat" olmadığına göre ne olabilir? Bunun cevabı da habire veriliyor: "sadakat". Yani bu iki kişi bir tarihte Tayyip Erdoğan'ın yanında duruyordu. O zaman oralara tayin edilmelerinin bir sakıncası yoktu.

Gene de, nasıl bir mekanizma işledi de böyle bir şey oldu? Tayyip Erdoğan "yanıldı" mı? Onları "liyakatlı" sandı da muhalefete geçtikleri zaman mı uyandı? Gerçi zaman zaman "kandırdılar" der Erdoğan ama genellikle "yanılmak" ona yakışan bir huy değildir. Peki, yanılmadıysa, o zaman ne oldu? Tayyip Erdoğan bile bile onları bakan mı yaptı? 

Anlaşılan "liyakat" dediğimiz bu şeyin böyle bir özelliği var: Bir dokunuyorsun, adam liyakatle donanıyor, bir dokunuyorsun, liyakat uçup gidiyor. Biz gene Tayyip Erdoğan'a göre tavrımızı belirlemeye devam edelim. Liyakati yanlış yerde bulmak filan gibi küçük insani zaafları olabilir ama hangi durumda kim doğrudur, böyle tesbitleri kesin.

Hani aşçı paşa için demiş ya, "O da bilmez ama dediği dediktir"..

Murat Belge kimdir?

Prof. Dr. Murat Belge, 16 Mart 1943'te Ankara'da doğdu. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nü bitirdi.

12 Mart 1971 muhtırasıyla başlayan darbe döneminde iki yıl cezaevinde kaldıktan sonra 1974'te üniversiteye döndü. 1981'de doçentken istifa etti.

Halkın Dostları, Birikim, Yeni Dergi, Yeni Gündem, Milliyet Sanat, Papirüs dergilerinde ve Cumhuriyet, Demokrat, Milliyet, Radikal, Taraf gazetelerinde yazdı.

1983'te İletişim Yayınları'nı kurdu. 1997'de profesör olan Murat Belge, başkanlığını da üstlendiği Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü'nde devam ettiği akademik çalışmalarını sürdürüyor.

Türkiye'nin en üretken yazarları arasında ön sıralarda yer alan Murat Belge, çok sayıda kitapta yer alan makalelerinin yanı sıra 23 kitap yazdı; William Faulkner, James Joyce ve John Berger'den eserler de dâhil olmak üzere 15 çeviri kitabı yayımladı.

1957 seçimlerinde Demokrat Parti Muğla Milletvekili olarak parlamentoya giren gazeteci-yazar Burhan Asaf Belge'nin oğlu olan Murat Belge, aktris Hale Soygazi ile evli.

Kitapları

- Tarihten Güncelliğe (Alan, 1983; İletişim, 1997)

- Sosyalizm, Türkiye ve Gelecek (Birikim, 1989)

- Marksist Estetik (BFS, 1989; Birikim, 1997)

- The Blue Cruise (Boyut, 1991)

- Türkiye Dünyanın Neresinde (Birikim, 1992)

- 12 Yıl Sonra 12 Eylül (Birikim, 1992)

- İstanbul Gezi Rehberi (Tarih Vakfı, 1993; İletişim, 2007)

- Türkler ve Kürtler: Nereden Nereye? (Birikim, 1995)

- Boğaziçi'nde Yalılar ve İnsanlar (İletişim, 1997)

- Edebiyat Üstüne Yazılar (YKY, 1994; İletişim, 1998)

- Tarih Boyunca Yemek Kültürü (İletişim, 2001),

- Başka Kentler, Başka Denizler 1 (İletişim, 2002)

- Yaklaştıkça Uzaklaşıyor mu: Türkiye ve Avrupa Birliği (Birikim, 2003)

- Osmanlı: Kurumlar ve Kültür (Bilgi Üniversitesi, 2006)

- Başka Kentler Başka Denizler 2 (İletişim, 2007)

- Genesis: “Büyük Ulusal Anlatı” ve Türklerin Kökeni (İletişim, 2008)

- Sanat ve Edebiyat Yazıları (İletişim, 2009)

- Başka Kentler, Başka Denizler 3 (İletişim, 2011)

- Edebiyatta Ermeniler (İletişim, 2013)

- Başka Kentler, Başka Denizler 4 (İletişim, 2014)

- Militarist Modernleşme-Almanya, Japonya ve Türkiye (İletişim, 2014)

- Linç Kültürünün Tarihsel Kökeni: Milliyetçilik (Agora, 2006; Berat Günçıkan ile söyleşi)

- Şairaneden Şiirsele / Türkiye'de Modern Şiir (İletişim, 2018)

Çevirileri

- Hegel Üstüne: W.T. Stace

- Martin Chuzlewitt: Charles Dickens

- Döşeğimde Ölürken, Ağustos Işığı, Ayı: William Faulkner

- Dublinliler, Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi: James Joyce

- 1844 Elyazmaları: Karl Marx

- Bir Zamanlar Europa'da, Leylak ve Bayrak: John Berger

- Feodal Toplumdan Yirminci Yüzyıla: Leo Huberman

- Yazıcı Bartleby: Herman Melville

- Kayıp Kız: David Herbert Lawrence

- Yurtsuzların Ülkesi: Dugmore Boetıe

- Lenin ve Felsefe: Louis Althusser (Bülent Aksoy ve Erol Tulpar ile birlikte)

Yazarın Diğer Yazıları

Değişen dünya

Solun daldığı kış uykusundan uyanması, silkinmesi ve toparlanması gerekiyor, diye düşünüyorum. Bu işe girişirken cesur olmak çok önemli. “Geçiştirme” değil, gerçek bir özeleştiri gerekiyor

İsrail: Sonu nereye varacak?

Savaşa varmadan durulmasıyla daha iyi bir dünyaya adım atmış olur muyuz?

Değişim beklenir mi?

Birinci gelen parti AKP'nin ikinci parti olma sürecini izleyeceğiz, gözlemleyeceğiz. Kim ne diyecek, nasıl tavır alacak?