19 Aralık 2017

Deniz’in parkası

Bu ortamda sağcı ya da solcu olmak, bir parkayı giymek ya da çıkarmak kadar kolay

“Parkasız Deniz Gezmiş” yakıştırması tahmin edilebileceği üzere hemen öfkeli tepkilere yol açtı. Tahmin edilir, çünkü bir süreden beri “öfkesiz” bir tepki olamıyor. Siyaset ortamı, dili, her şeyi sonuna kadar gergin.

Soldan gelen itirazları galiba daha kolay anlayabiliyorum. Şüphesiz Bahçeli’nin öfkelenmesi beklenmeyecek bir şey değil de, bu sözün bir “hakaret” içermediği yeterince açık (Deniz Gezmiş’e benzetilmenin bir “hakaret” olarak anlaşılması da belirli bir zihni yapı gerektiriyor.) Söz hakaret içermediğin gibi, bir başkası için söylenmiş söze kendisine söylenmiş gibi şiddetli bir itirazda bulunmak da bir tuhaf.

Bunlar bir yana, Rıdvan Dilmen’in benzetmesi kendi çerçevesinde ilginç, üstüne tartışmayı davet eden bir şey. Konu, Tayyip Erdoğan komutasında Türkiye’nin izlediği yeni dış politika çizgisi; başta Amerika bütün Batı ile ilişkileri soğutmayı amaçlayan bir çizgi bu. Cumhurbaşkanı gün sektirmiyor bir gün  Almanya’ya, bir gün bir başka Avrupa ülkesine ve her gün Batı’ya, Batı medeniyetinde veriştiriyor. Buna karşılık Rusya’yla dikkat çekici bir yakınlaşma görüyoruz. Bu, NATO’yu dışlayarak Rusya’dan füze alma derecelerine de varıyor. Daha yığınla ayrıntı sayılabilir. Saat uygulaması gibi bir konuda bile kendimizi Avrupa’dan ayırma isteğimiz belli oluyor.

Altmışlarda Türkiye’de sosyalizmin nihayet Türkiye’de konuşulur bir hale gelmesiyle birlikte “sosyalistler” bu konuda neler söylemişlerdi?

“Amerikan emperyalizmi” baş konuydu. Meclis’te “şu kadar metre kare toprak Amerika işgali altındadır” deniyor (TİP bunu söylüyor) ve kıyamet kopuyordu. Sosyalistler NATO’ya karşıydı. NATO’dan çıkılmasını savunuyorlardı. Sovyetler Birliği ile bu derecede “Soğuk Savaş” komşuluğu olmasın, daha yakın ilişkiler kurulsun diyorlardı.

Yani, kısacası, altmışlarda sosyalistlerin gündeme getirdiği şeyleri bugün AKP iktidarı fiilen yapıyor. Bunu, AKP cephesinden yayın yapanların bazıları da sık sık yapıyorlar. “Bunları siz savunmamış mıydınız?” siye soruyorlar v.b.

Polemikten asabiyet dolu tartışma ve atışmalardan sıyrılarak olgulara bakınca, evet durum böyle. Kendini “ulusalcı sol” olarak tanımlayan bazı çevreler de böyle olduğunu ileri sürmekte. Ne oluyor o halde? AKP’nin gili bir “sol damaı”ı vardı da şimdi o mu ortaya çıkıyor?

AKP’ye oy veren kitle içinde “sol” denecek çeşitli damarlar olduğu görüşüne katılırım. Ama bunların varlığı AKP’yi sol yapmaz. Amerika ile kavga ediyor olmak da AKP’nin solun bir yerlerinde olduğunu göstermez.

1933’te Hitler’in oylarını yükselterek Meclis’e girmesinden sonra, bir gün arayla Nazi Partisi ve Komünist Parti toprak reformu için yasa önergelerini Meclis’e sunmuşlardı. İkisi birden okununca aralarında şaşırtıcı ortaklıklar olduğu görüldü ve solcular mahcup olarak  kendi önergelerini geri çektiler. Başka ülkelerde de komünizm ile aşırı milliyetçi ideoloji arasında ilginç ve şaşırtıcı geçişler yaşanmıştır. Örneğin, sosyalist Yugoslavya’nın politik bürosunun üyeleri daha sonra Sırbistan ile Hırvatistan‘ın milliyetçi önderleri oluverdiler. Hiç de zahmet çekmediler.

Bu gibi olaylara “uluslararası ilişkiler” perspektifinden ve devletler düzeyinde bakanlar neyin sağ, neyin sol olduğuna, söz gelişi “füzelerin kimden alındığı” gibi bir düzeyde bakarak karar vermeye daha yatkındırlar. Şu sıra Türkiye’de olan da benzer bir şey.

Benim ölçütüm demokrasi. “Bağımsız dış politika” gibi bir alan bu bakımdan önemli değil. Bir ülke, bir önder ya da parti, “faşist” olduğu için “bağımsız dış politika yolunu seçebilir, NATO’ya karşı olabilir v.b.

“Dış politika” değil, kendi ülkesinde muhalefete, insan haklarına ilişkin konulara karşı benimsediği tavırdır belirleyici olan. Buralardan bakıldığı zaman AKP’nin nerede durduğu konusunda herhangi bir şüphe duymamıza gerek yok. Ama sağın, solun büyük ölçüde iç içe geçtiği, birbiriyle sık sık karıştırıldığı Türkiye gibi bir toplumda son günlerin uluslararası siyaset alanında görülen gelişmelerinin böyle bir şaşkınlığa yol açmasını normal karşılamak gerekiyor.

“Deniz Gezmiş yaşasaydı şimdi Selahattin Demirtaş’ın yanında olurdu” diyene katılıyorum. Ben de orada olacağını tahmin ediyorum ve sanırım Devlet Bahçeli de öyle tahmin ettiği için sinirleniyor. Ama sözü geçen siyasi tavırları almakla AKP’nin aslında sol bir çizgiye geldiğini düşünenler de az değildir.

Yani, sonuç olarak, bu ortamda sağcı ya da solcu olmak, bir parkayı giymek ya da çıkarmak kadar kolay. 

Yazarın Diğer Yazıları

Nazar

Asvadzadzin’de bu sefer Nazar’ı öbür dünyaya uğurlamak üzere bulunmak içimi acıttı. Ne acelen vardı, Nazar? 

Bugünlerin siyasi bulmacası

Devlet Bahçeli “Öcalan” çıkışıyla ne demek istedi? Erdoğan ile bir plan hazırlamışlarsa bu plan ne olabilir? Hareket aşamasına gelince ne olabilir?

Dış ilişkiler

Tayyip Erdoğan Türkiye’nin dış politikasını “monşerler”in elinden kurtardı. O elinden geleni yaptı, “kurtardı” ama bu kurtuluş bizim için iyi mi oldu, kötü mü hiç emin değilim

"
"