03 Nisan 2025

Boykotlar ve muhtelif ihtimaller

Bakarsınız bundan sonra tarihi “Her şey kolektif bir boykot bilinciyle başladı, sonra o bilinç hızla bambaşka bir noktaya fırladı” cümlesiyle göğsümüzü gere gere biz yazarız

Sivil itaatsizliğin en güçlü silahlarından biri olan boykot eylemi gücünü tarih boyunca defalarca deneyimledi. Ama kendisini kaba güç kullanan herhangi bir iktidar karşısında ısrarla “zayıf” hissetmeye devam eden kalabalıklar yüzünden, bu gücü kullanmak bıçak kemiğe dayanana kadar aklımıza gelmiyor.  Ancak bardak taşınca, o son damla düşünce hep birlikte celalleniyoruz ve direnişin kodlarını sanki ilk kez deneyimlenen bir şeymiş gibi en baştan çözmeye çalışıyoruz.  Kendimizi bundan sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağına inanmaya zorluyoruz. Sonra her şey yine eskisi gibi olmaya devam ettiğinde de şaşırıp kalıyoruz.

Tabii ki bu defalarca böyle oldu diye yine aynısı olacak diyemeyiz.

Küçücük bir ihtimal hep var.

Bugün çoğumuzu heyecanlandıran boykot eylemleri, şiddet içermeyen köklü ve etkili bir direniş biçimi olarak iktidarı hızla yerinden edebilir. Yasalardan daha belirleyici ve yargılardan daha caydırıcı bir işlev üstlenebilir.

Sarsılmaz sanılan bir lideri çok fena sarsabilir. Devrilmez sanılan bir gücü pat diye devirebilir. Değişmez sanılan bir düzeni hop diye değiştirebilir. Tersine dönmez sanılan bir dünyayı tak diye tam tersine döndürebilir.

Olmazı olur kılabilir, yıkılmazı yıkabilir ve mucizeler gerçekleştirebilir.

Bu boykot ve arkasından devam edecek güçlü ve tutarlı bir direniş dalgası iktidarı alaşağı edebilir hatta iktidarla birlikte bizi bile değiştirebilir.

Belki de bundan sonra bugüne kadar hiç yapmadığımız bir şeyi yaparız. İlk kez fikrimizin ve itirazımızın takibine düşeriz. Sadece tek bir gün değil hayatımız boyunca tüketimin ne anlama geldiğini düşünerek hareket ederiz. Sadece kötü günde değil, iyi günlerde de ihtiyaçlarımızı belirlerken reklamların, akımların, modaların ve en önemlisi konforun tuzağına zinhar düşmeyiz. Yap denilen hiçbir şeyi aklımıza yatmadıkça yapmayız. Yapma denilen hiçbir şeyden aklımıza yatmadıkça uzak durmayız.

Ömrünün kısa olduğunu bildiğimiz teknolojik ürünleri satın almayız. Kıyafetlerimizi onara onara yıllarca kullanırız. Takas yoluyla alışverişe alışırız. Değerleri piyasa şartlarına göre değil ihtiyacın önemine göre, elzemdem lükse ters bir piramitte yeniden belirlemeye başlarız.

Sağlıksız olduğunu bildiğimiz hiçbir yiyeceği tüketmeyiz. Meyveyi sebzeyi mevsiminde yiyerek ve uzun ömürlü ambalajlı ürünlere el değdirmeyerek piyasa koşullarını baştan yaratırız.

Pet şişelerden uzak durur, kullanılıp atılan hiçbir şeyi satın almaz, enerjiyi ve suyu tasarruflu kullanır, sosyal medya çöplüğüne mesafeli yaklaşır, teknoloji bağımlısı olmayı bırakır ve politikacıların hiçbir sözüne körü körüne kanmaz oluruz.

Bisiklete bineriz, bol bol yürürüz ve güneşin batışını, doğuşunu, yağmurun karın yağışını, baharın gelişini gidişini, rüzgârın esişini, arının uçuşunu ekrana değil göğe bakarak görmek isteriz.

Kararlarımızı bize dayatılan toplumsal normlara, inançlara, geleneklere, göreneklere göre, elalem ne der kaygısıyla değil çağdaş ve bilimsel verilere göre düşüne taşına almakta inat ederiz.

Nihayetinde bir daha asla devasa alışveriş merkezlerine, zincir mağazalara, marketlere, ilaçtan başka her şeyi satan eczanelere, otele benzeyen hastanelere, öğrencileri müşteri gibi gören okullara adım atmayız ve durakta otobüs bekleyen insanları arabamıza davet etmeden şuradan şuraya yol almayız.

Kanunların iktidarın elinde oyuncak olmasına göz yummaz, medyanın aklımızı karıştırmasına alan açmayız. Tüketimden gelen gücümüze sahip çıkarız ve silahlanmaya, savaşlara, diktatörlüklere korkusuzca kafa tutarız.  

Bakarsınız bundan sonra tarihi “Her şey kolektif bir boykot bilinciyle başladı, sonra o bilinç hızla bambaşka bir noktaya fırladı” cümlesiyle göğsümüzü gere gere biz yazarız.

* * *

Tüm bunların kısa sürede olması hepimiz biliyoruz ki… çok küçük… küçücük, minicik neredeyse imkânsız bir ihtimal.

Ama ihtimal!

Kaderi ilahlar değil bizzat tercihlerimiz yazar.

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Susanla susmayan hiç bir olur mu?

Yasaklar ve sansürler aslında iyidir; iyi olmayan, aksine tehlike kusan tek şey otosansürdür. Otosansür kötülüğün kayda geçmesini engeller. Korkudan susan, sesini çıkarmayan insanlar tehlikeli iktidarların aslen kirli olan sicillerini temiz tutmalarına yarar

Bilmek ve anlamak arasındaki fark

Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim...

Konstantiniyye’nin fethi ve Konstantinopolis’in işgali

Atalarımızın fetihlerine sevindiğimiz ve işgalin, istilanın gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşünmediğimiz sürece yeryüzünde güzel günler göremeyecek hiç kimse

"
"