24 Nisan 2025

Bir ülke nasıl yönetilir?

Her şeyin üzerinden silindir gibi geçip giderken gücünü kolayca birbirine düşürebileceğini düşündüğü tarafların zaaflarından alıyor. Ne istediğini bilmeyenlerle neye sahip çıktığını idrak edemeyenlerin ortak şuursuzluğundan faydalanan global bir niyetin hızla çöreklendiği bu topraklar, kendi çıkmazlarını yaratmakta mahir

Ülkeyle ve hatta hayatla ve hatta kendimizle yeniden tanıştığımız şu günlerde Yozgatlı bir çiftçi bize çoktandır sormayı unuttuğumuz bir soruyu hatırlattı.

Anadolu’da sesi epeydir çıkmayan bir zümrenin içinden yükselen öfke “Ülke turp ile şalgam ile yönetilmez, adalet ile yönetilir” dedi ve biz turbun, şalgamın ve adaletin ne olduğunu tekrar düşünmek ve o en önemli soruyu çok net bir şekilde sormak zorunda kaldık.

Sahi bir ülke nasıl yönetilir?

Sorular bazen cevaplardan daha önemidir. Doğru soruları soramayanlar yanlış cevapların içinde yollarını kaybederler. Bu ülkenin bugüne kadar başına gelenlerde doğru soruyu sormamış olmanın ve bulunan yanlış cevaplarla oyalanmanın payı büyük.

Geçmişe yönelik sormamız gereken doğru soruları bulamazsak, bugüne yönelik sorularımızı da doğru yerlerden soramayız.

Öncelikle, çağdaş bir demokrasinin ve evrensel hukukun argümanlarını kullana kullana sistemi her yerden işgal eden sinsi bir politikanın sonunu getirme çabasına girdiğimiz şu dönemde, neredeyse 70 yıldır ülkeyi gerektiği gibi değil istediği gibi yönetmiş olan sivil ve askeri iktidarların yarattığı dev bir enkazın altında olduğumuzu kabullenmemiz gerekiyor.

Bugün başımıza gelenlerle geçmişte başımıza gelenleri anlamamış olmamızın arasında çok güçlü bir bağ var.

İşe, ülkenin selameti için askeri darbelere bel bağlamakla, askeri vesayetten kurtulmak için İslami referanslarla iktidara gelen bir politik güce bel bağlamak arasındaki bağı kurarak başlayabiliriz.

Bugün, laikliği ne pahasına olursa olsun korumaya and içenlerle laikliği ne pahasına olursa olsun lanetleyenlerin birlikte kazdıkları mezara gömülmek üzere olan bu halkın farkında olması gereken belki de en önemli şey “paha”ları dikkate almamanın bedeli.

Cumhuriyeti bir kazanım olarak görmekle cumhuriyeti bir tehdit olarak görmenin dışında bir yol olup olmadığını araştıracak bir fırsat bile bulamadan birbirine düşen ve bu ölümcül çatışmanın kurbanları olmaktan öteye gidemeyen tarafların şu anda olan biteni aynı şaşkınlık ve endişeyle izlediğinden yola çıkarak geriye dönük bir okuma yaptığımızda beliren somut gerçeklik iletişimsizlik.

Bu ülkede inancın ne anlama geldiğini, laikliğin neden kıymetli olduğunu tabulara ya da dokunulmazlıklara hürmeten hassasiyetleri gözeterek tartışmakla yetinmenin sonuçlarının ağırlığını yaşıyoruz.

Ve belki de aynı hatayı Kürt meselesinde yine tekrarlıyoruz. Yıllardır taraflara büyük kayıplar yaşatan bir meselenin barışla sonuçlandırma çabası gibi görünen siyasi hareketlilik, kimin nerede ne zaman bindiği ve kimin nerede ne zaman ineceği kestirilemeyen tanıdık bir tramvaya benziyor ve aslında kimseye güven vermiyor.

Muhalefeti yaka paça içeriye atan ve eş zamanlı olarak düne kadar en ağır sıfatlarla andığı bir liderle temas kurup örgütle silah bırakma anlaşması yaptığını açıklayarak Kürt hareketini temsil eden siyasi partiyi de yanına çeken iktidar, birbirinin ne dediğini anlamayan, anlamaya çalışmayan, sorunların çözümleri üzerine düşünmek yerine tüm enerjilerini yeni sorunlar yaratarak aradaki uçurumu derinleştirmeye harcayan tarafların potansiyel hırçınlıklarına güvenerek başlattığı hamlelerden medet umuyor.

Her şeyin üzerinden silindir gibi geçip giderken gücünü kolayca birbirine düşürebileceğini düşündüğü tarafların zaaflarından alıyor.

Ne istediğini bilmeyenlerle neye sahip çıktığını idrak edemeyenlerin ortak şuursuzluğundan faydalanan global bir niyetin hızla çöreklendiği bu topraklar, kendi çıkmazlarını yaratmakta mahir.

Peki bu ülke şu noktadan sonra nasıl yönetilebilir?

1950’lerden beri tehditlerle, işkencelerle, uluslararası pazarlıklarla, mafyalara peşkeş çekilerek ve devamlı sopa gösterilerek yönetilen bir ülkenin halkı olarak bu soruyu sormak için çok geç kaldığımız aşikâr.

Ama aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlara varılamayacağı da aşikâr.

Artık tercihlerin önemi üzerine düşünme zamanı. Kimi neden ve ne umutla seçtiğimizin, kime neden ve ne umutla güvendiğimizin adını doğru koyma zamanı.

Ama biliyoruz ki;

“Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya.”*

*Gülten Akın

 

 

 

Mine Söğüt kimdir?

Gazeteci ve yazar Mine Söğüt, 1968 yılında İstanbul'da doğdu. 1985 yılında Kadıköy Kız Lisesi'nden mezun oldu ve aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Latin Dili ve Edebiyatı bölümüne girdi. Lisans eğitimini 1989 yılında tamamladı ve aynı bölümde yüksek lisansa devam etti.

Gazeteciliğe 1990 yılında Güneş gazetesinde başladı. Daha sonra Tempo dergisi ve Yeni Yüzyıl gazetesine çalıştı. Haberci adlı televizyon belgeselinin metin yazarlığını yaptı.

Çeşitli dergi ve gazetelerde yazı ve röportajları yayınlandı. 2013- 2021 yılları arasında Cumhuriyet gazetesinde köşe yazdı.

Yayımlanmış yapıtları

- Adalet Cimcoz, Bir Yaşamöyküsü Denemesi (Biyografi - YKY 2000)
- Beş Sevim Apartmanı (Roman - YKY 2003)
- Sevgili Doğan Kardeş (Araştırma - YKY 3003)
- Kırmızı Zaman (Roman- YKY 2004)
- Aşkın Sonu Cinayettir - Pınar Kür'le Hayat ve Edebiyat (Söyleşi - Everest Yayınları 2006)
- Şahbaz'ın Harikulade Yılı 1979 (Roman - YKY 2007)
- Dolapdere, Kürt Kediler Çingene Kelebekler (Deneme - Heyemola Yayınları 2009)
- Madam Arthur Bey ve Hayatındaki Her Şey (Roman – YKY 2010)
- Deli Kadın Hikayeleri (Hikâye – YKY 2011)
- Darbeli Kalemler (Derleme – Getto 2011)
- Gergedan, Büyük Küfür Kitabı (Hikâye- YKY 2019)
- Alayına İsyan (Deneme - Can Yayınları 2020)
- Başkalarının Tanrısı (Roman – Can Yayınları 2022)

 

Yazarın Diğer Yazıları

Susanla susmayan hiç bir olur mu?

Yasaklar ve sansürler aslında iyidir; iyi olmayan, aksine tehlike kusan tek şey otosansürdür. Otosansür kötülüğün kayda geçmesini engeller. Korkudan susan, sesini çıkarmayan insanlar tehlikeli iktidarların aslen kirli olan sicillerini temiz tutmalarına yarar

Bilmek ve anlamak arasındaki fark

Sokakların gücünden, muhalefetin enerjisinden ve güzel günler göreceğimizden emin olamaktan vazgeçelim...

Konstantiniyye’nin fethi ve Konstantinopolis’in işgali

Atalarımızın fetihlerine sevindiğimiz ve işgalin, istilanın gerçekte ne anlama geldiğini hiç düşünmediğimiz sürece yeryüzünde güzel günler göremeyecek hiç kimse

"
"