18 Ağustos 2015

Türk yasalarının korumadığı Eltürk, ya da ırkçı cinsel şiddet

Kürt bir kadın üzerinde uygulanan bu cinsel ve ırkçı şiddetin kanıtlamaya çalıştığı tek bir şey vardır: Beyaz Türk erkek patriarkal gücü

Kod adı Ekin Van. PKK üyesi. Gerçek ismi: Kevser. Soyadı: Eltürk. Kimbilir soyadında “Türk” kelimesi geçmesinin gerisinde nasıl bir hikaye yatıyordur. Bir çok Kürt vatandaşın soyadındaki “Türk” ekinin bize koskoca bir tarihi anlatmada ip ucu olduğu gibi. Ahmet Türk ismine sanki pek kolayca alışıverdik. Garipsemeden. Kürt bir adamın soyadının “Türk” oluşunu ne de çabuk kanıksadık. Belli ki Kevser Eltürk’ün ailesi de belli bir dönemde çabalamış Türk addedilmeye.  Kim ne diyebilir ki bu çabaya? Ama gel gör ki “Türk” kelimesini soyadına yapıştırıvermek yetmiyor kimilerini ikna etmeye. Dili başka, yaşadıkları başka, tanık oldukları başka, gelenekleri başka. Bu başkalığı dile getirmek istiyor bazıları. Kevser ailesinin bu çabasını nerdeyse hiçe saymış, onları yarı yolda bırakmış. Soyadını “Eltürk” olarak taşısa bile belli ki “Kürt’üm ben” demiş, Kürt olduğunu ispatlamaya girişmiş. Türk’den başka bir şey olduğunu, başka bir yerden geldiğini söyleme derdine düşmüş belli ki.  Dağa çıkmış. Ama bir gün cansız bedeni işkenceye maruz bırakılmış, çırılçıplak bir şekilde Varto’da sokağa atılmış olarak bulunmuş. Güvenlik güçleriyle gerçekleşen çatışmada hayatını kaybettiği söyleniyor. Yasaların korumakla yükümlü olmadığı, yasaların askıya alınarak ölümleri homo sacer (aşağıda açıklayacağım bu terimi) olarak ölenler arasına katılmış Ekin.

Bu vahşet ancak sosyal medyada yer bulduktan sonra resmi otoritenin de konusu haline geldi. Sosyal medyada fotoğrafların paylaşımı sorun edildi resmi otoriteler tarafından. Yalnız dikkat: Ekin’in işkenceye uğramış cansız bedeninin kimler tarafından çırılçıplak bir halde kamusal bir alanda sergilenir hale getirildiği değil sorgulanan. Kabul edilemez olan sadece bu fotoğrafların sosyal medyada paylaşımı. Sorun bir Kürt kadının nasıl olup da işkencede öldürülüp çırılçıplak sokağa atıldığı değil. Böylesi bir şiddetin nasıl umursanamaz hale gelebildiğini veya “normal” karşılanabildiğini anlamak için sormamız gereken şey nasıl ve hangi tür bir arzu, fantazi ve ideoloji bileşeninin, işkence edip öldürdüğü bu insanı çırılçıplak sokağın ortasında sergilemek istediği olmalıdır.  

Cinsellik ve şiddet üzerine yazan Andrew Dworkin, cinsellikte cisimleşen ırkçılığın her zaman sadistik olduğunu, çünkü buradaki asıl amacın acı vermek olduğunu söyler. Şiddet her zaman kendinden başka şeylerle üst belirlenir, şekillenir, içiçe girer. Irkçı şiddet, yani başka kültürler, halklar, ülkeler üzerinde uygulanan şiddet hiç bir zaman sadece ve basitçe çıplak bir şiddet değildir. Her zaman kendinden başka şeylerle, başka ideolojilerle beslenir büyür, gelişir.  Öteki ırk, öteki kültür, öteki beden üzerinde uygulanan bu şiddetin arkasında yatan temel unsurlardan birisi üzerinde güç ve şiddet uygulananın “bizim gibi olmadığının, bize benzemediğinin” gösterilmesidir. Medenileştirmek için üzerinde şiddet uygulanan kültürler, insanlar, gruplar bize benzemiyorsa, o halde burası yasasızlığın alanı veya yasaların askıya alındığı ve dolayısıyla aşırılığın, uç noktada işlerin yer almasının mubah olduğu bir alandır.

Öteki ırklar üzerinde uygulanan şiddet, üstün ırk olarak kendisini tasavvur edene aynı zamanda kendi erkeksiliğini, ulusal ve ırksal üstünlüğünü de kanıtlar. Bu şiddet herhangi bir savaş halinde basitçe karşıdaki düşmanı öldürme güdüsünden farklı bir arzu ile donanmıştır. Burası başka türlü bir savaş alanıdır. Herşeyden önce bu alanda yasa işlemez. Burada yasalar askıya alınmıştır, daha doğrusu yasaların askıya alınmasının mubah olduğu bir alan kurulmuştur. Burada adeta kamp mantığı çalışır. Hiç bir şeye ve kimseye yasal olarak hesap verilmesine gerek duyulmayan bu alan, hükümranlığın alanıdır çünkü hükümranlık bizzat yasaları askıya alabilme yetisine sahip olmuş olmaktan kaynaklanır. Bu istisnai, fevkalede ve olağanüstü vahşiliğin ve gaddarlığın normalliğini sağlayan şey tam da bu alanda yasaların işlemeyecek olmasının kabul edilmesidir.

Hanna Arendt’in Nazi kamplarına ilişkin olarak söylediği gibi, bu alanda gerçekleşen vahşilik ve canavarlık basitçe oradaki üç-beş muhafızın bireysel gaddarlığından kaynaklanmaz. Kamp, bireysel gaddarlığın veya tuhaf veya sadist kişiliklerden kaynaklanan durumun çok ötesinde bir şeyi anlatmalıdır bize.  Nedir o zaman burada oluşan ilginç bileşim?

Irkçı şiddet herşeyden önce üzerinde şiddet uyguladığı insanların, bedenlerin ve kültürlerin onurunu ezmeye yönelmişitir. Nazi kamplarında da aslında arzu edilen şey basitçe kamp tutsaklarının ölümü değildir. Tersine, ölümlerini sürekli erteleyerek , haysiyetlerin, insan olarak haysiyet duygularının ayaklar altına alınmasıdır temel hedef. Ötekinin insan olarak haysiyetinin yıkımı, onurunun sistematik olarak yok edilmesi aslında son derece üretken bir siyasettir. Ötekini, öteki kültürleri yok sayarak, onurlarını ayaklar altına alarak sağlanan şey aslında bir grubun diğerine üstünlüğünün kurulmasıdır. Irkçılık bu nedenle sadece ve basitçe diğer kültürleri ve ırkları sevmemek vs değildir. Irkçılık veya ırksal düşünce herşeyden önce  bir grubun üstünlüğünün kurulması ve kabulünün sağlanmasıdır. Bu nedenle ırkçılıkla içiçe geçmiş şiddet sadece kimin tutsak kılındığını değil, tutsak kılınanın nasıl konumlanacağını da belirler: o, aşağılık olan ırka ait olandır. İşte ötekini aşağılık ırk olarak konumlayan bu ırkçı şiddet, aynı anda kendini üstün kılar. Veya bu şiddet aslında kendini üstün ırk kılma çabasıdır.

Ancak ırkçı şiddet çoğunlukla cinsel şiddetle içiçe geçerek hareket eder. Bu nedenledir savaşlarda kadınların bolca ve sistematik olarak tecavüze uğraması. Abu Ghraib’den dışarı sızan fotoğraflardaki şiddetle içice geçmiş cinsellik ritüellerini açıklayan şey de aynı arzudur. Bu cinselleştirilmiş ırksal şiddet totaliter rejimlerde belli bir fantazi evreni içinde gerçekleşir. Elbette uygulanan şiddet bireseyseldir ancak cinsellikle içiçe geçmiş bu şiddet fantaziden muaf değildir. Bu fantazmatik evreni sağlayan koordinatlar ise milliyetçilik ve ulusal birlik idealleridir. Bu idealler ise belli bir ırkın üstünlüğü etrafında kurulur. Ancak milliyetçi ve ulusal birlik ideolojileri hiç bir zaman çıplak olarak orada öylece durmazlar: çoklu baskı mekanizmasıyla ortaya çıkar ve hareket ederler. Cinsellik ve sınıfsal ayrım bu çoklu mekanizmanın temel bileşenleridir.

Fotoğraflar ve diğer görsel malzemeler sözlere ek olarak çok güçlü biçimde ırksal düşüncenin oluşturulmasında devreye girerler. Bu gruplar üzerinde şiddet uygulamak, onların şiddete maruz bırakıldıklarını sergilemek en belli başlı ritüellerden biridir. Yine hatırlayan Abu Ghraib hapishanesinden yayılmış görselleri. Veya Fransız sömürgeci askerlerin Cezayirden, şeffaf peçeleri altında çıplak Cezayirli kadın fotoğrafları çekerek bunları Fransa’daki dostlarına kartpostal olarak yollamalarını. Hatırlayın onlarca yıl siyah köle ırk üzerinde uygulanan ve kamusal olarak sergilenen linç ritüellerini. Bütün bu pratikler, bir grubun diğeri üzerindeki hakimiyetini, üstün ırk oluşunu tesis ettiği fantazi ve ritüellerden başka bir şey değildir.

İşte Ekin’in bedeninde uygulanan şiddet de budur. Bunlar aynı zamanda Türk kimliğinin öteki ırk üzerinde cinselleşmiş patriarkal üstünlüğünü kurma çabasıdır.  Burada sorgulamamız ve açıklamamız gereken şey basitçe kişisel olarak şiddet uygulamadan alınan zevk değildir. Ekin’in maruz kaldığı şiddetin bize göstermesi gereken şey aslında bizzat Türk dediğimiz kimliğin maalesef nasıl bir cinsel ve ırksal fantazi ve rituel araclığıyla kurulduğudur.

O halde altını çizerek söylemeliyiz. İşkenceye maruz bırakılıp öldürülüp sokağa atılan çıplak beden bir Kürt kadınının bedenidir. Yani öteki ırka ait bir kadın bedeni. Kürt bir kadın üzerinde uygulanan bu cinsel ve ırkçı şiddetin kanıtlamaya çalıştığı tek bir şey vardır: Beyaz Türk erkek patriarkal gücüdür bu.  Bu güç kendisini, öteki ırkın ve öteki kadının onurunu, haysiyetini ayaklar altına alarak kendi üstünlüğünü kurmaya çabalayan bir erktir. Sokakta sergilenen, işkenceye maruz kalan bu çıplak beden tamamen insanlığından arındırılmış bir Kürt kadını teşhir etmeye yönelmiştir.

Agamben öldürülmeleri yasa tarafından yasaklanmayan ama kurban da olmayanları homo sacer olarak adlandırır. Bu insanlar dini ayinlerde kurban olarak öldürülme konumuna bile sahip değillerdir. Onlar yasaklı olan ve herkes tarafından öldürülmelerine onay ve izin verilmiş olanlardır.  Yasalar tarafından korunmayan, yasal haklarından mahrum edilen, suçlu addedilen ve dolayısıyla herkes tarafından öldürülebilmelerine izin verilen homo sacer konumunun bize gösterdiği en önemli boyutlardan birisi bu  öldürmenin kesinlikle cezasız kalacağıdır, çünkü öldürülen yasayla koruma altında değildir.

Homo sacer kılınan Ekin’i hiç bir yasanın korumasına almayan, onu tüm yasal haklarından mahrum kılarak cinsel ve ırksal şiddete kırılgan kılan ve dahası bu şiddeti uygulayanların hiç bir yasal yaptırıma tabi olmayacaklarının garantisini sağlayan şey ırkçı-milliyetçi kurgular ve fantazilerdir. Bu kurgu ve fantazileri anlamadan Ekin’in sokağa fırlatılan işkenceden geçmiş cansız bedeninin maruz kaldığı şiddeti anlayamayız.

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Milliyetçi laikler ve otoriter İslamcılar

Siyam ikizlerinin hazin ortak sonları...

İstisnai hal ve biraderlik siyaseti: Jacques Derrida, Erdoğan ve Gülen’e bakarsa ne görür?

Fethullah Gülen, Recep Tayyip Erdoğan için, "çevresinde zannediyorum meseleleri farklı intikal ettiriyorlar… Bir yönüyle, böyle rahatsız edici şeylere sevk ediyorlar sanıyorum arkadaşı" demiş BBC’ye verdiği röportajda.

Batsın sizin bu demokrasi anlayışınız!

Yazıya başlık olarak seçtiğim ifadenin gönderme yaptığı şeyin Hasan Cemal’e ithafen söylenen söz olduğunu farketmişsinizdir