Ozanköy
İyi yapılan her şey sanattır, derler.
Bu sabah – çocuklar uyur, rüzgâr eser, çok uzakta olmayan yeni bir inşaattan çakma sesleri gelirken – iyi yapmaya çalışacağım şey, ayakkabı boyamak olacak.
Boya malzemelerinin bulunduğu kutuyu dolaptan çıkarıyorum, badem ağacının altındaki sallanan koltuğun önündeki masanın üzerine koyuyorum. (Masa dediğim, altında eski bir kütük bulunan yuvarlak, kalın bir cam.)
Boyanacak üç çift ayakkabım ve bir çift terliğim var. Onları getirip masanın üzerine yerleştiriyorum.
Boyamaya başlamadan önce ayakkabıları hazırlıyorum. Yumuşak bir fırçayla tozları alıyorum, ıslak bir bezle çamur lekelerini siliyorum, sert bir fırçayla deri ile tabanının birleştiği dikiş yerini temizliyorum.
Ayakkabıya önce nötr, renksiz boya sürüyorum, sonra ayakkabının kendi renginin boyasını.
İnsan ne yaparsa yapsın, yapabildiğinin en iyisini yapmalıdır
Saplı süngeri boyaya daldırıyorum, bolca alıyorum ve daireler çize çize ayakkabının her yerinde gezdiriyorum.
En zor boyanan, dil yerleridir. Oralarını iyi boyamak için bağcıkları çıkarıyorum.
Yürüyüş ayakkabılarımın bağcıkları kopa kopa ufalmış, yenilerini almalıyım, ama nereden?
Aşık kemiğimi biraz geçen bu ayakkabıları, beş yıl kadar önce Harvey Nichols’un el değiştirme ucuzluğundan, daha önce sahibi olduğum ve parçalanıncaya kadar giydiğim ayakkabılara benzedikleri için, almıştım. O ayakkabıları Londra’dan, el yapımı iş yapan bir dükkandan satın almış, yirmi yıl kadar kullanmıştım.
Bu ayakkabılarda da iyi bir seçim yapmışım. Bunları da yıllarca, artık giyilmez oluncaya kadar giyeceğim.
Bazen insan ayakkabı alırken, çok para ödese de kötü bir seçim yapar. Giydiğinde ayakkabılar ilk denediğindeki kadar rahat değildir. Öylece surat asarak yıllarca dururlar, sonra birine verilirler.
En iyi ayakkabılar giye giye yumuşayan, eskiyen, giyilmeyecek hale geldiğinde bile atılmaya kıyılamayan ayakkabılardır.
Böyle birkaç ayakkabım oldu. Yirmili yaşlarımda giydiğim bir çifti hâlâ hatırlıyorum. Sağ pabuç delinmişti. Başparmağım görünüyordu. Bir gün, ben evde yokken karım çöpe atmıştı. Birkaç hafta süren bir yasa girmiştim.
Düşünüyorum da, o ayakkabıların atılması o yıllarda hatırladığım ender şeylerden biri.
*
Ayakkabıların boyayı emmesi için bir süre bırakıyorum. Sonra fırça ile, ardından yumuşak bir bezle parlatıyorum.
Ellerim bu işi seviyor.
Ayakkabı ne kadar kaliteli ise o kadar çok parlar. Boya da kaliteli olmalı. Kaliteli boyalar, pahalı ayakkabı satan mağazalarda bulunur, onlardan da burada yok.
Ama iyi boyandı mı sonuçta pek fark etmez.
Elle yapılan şeyler, zihinle yapılanlardan daha çok zevk verir insana
Boya ayakkabıyı yumuşatır, ayaklar da bu yumuşaklığı sever – başın saçlarının kısaltılmasını veya ayak ve ellerin tırnaklarının kesilmesini sevdiği gibi.
Elle yapılan şeyler, zihinle yapılanlardan daha çok zevk verir insana.
Örneğin; ayakkabı boyamak, ayakkabı boyamakla ilgili bu yazıyı yazmaktan çok daha keyifli idi.
Ama sonunda bir şey değişmez. İnsan ne yaparsa yapsın, yapabildiğinin en iyisini yapmalıdır. Kendi için. Ödül veya övgü beklemeden, başkalarının ne düşündüğünü gözetmeden.