Dünyada iki türlü devlet var.
Önceliği kamu yararı olan devletler.
Önceliği yöneticileri ve yandaşları için rant yaratmak olan devletler. Yani rüşvet ve yolsuzluk üzerine kurulu olanlar.
Birinci sınıfa giren devlet sayısı fazla değildir.
Singapur ve Japonya’yı saymayacak olursak bu devletlerin tümü Hıristiyan’dır ve Kuzey Amerika kıtasında, Avustralasya, Batı Avrupa veya İskandinavya’dadır. Bunlar dünyanın en zengin ülkeleridir ve hemen hemen hepsi demokrasi ile idare edilir.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC) de içinde olmak üzere, bütün Müslüman ve Türki devletler ikinci sınıfa girer.
Petrol zenginleri dışında rant devletlerinin hepsi orta ve alt gelir düzeyindedir. Hiçbiri demokrasi değildir, kendini demokrasi sayanlar da sözde demokrasidir.
Demokrasi sadece dört-beş yılda bir sandığa gitmek değildir. Hukukun üstünlüğüdür. Kuvvetlerin ayrılığıdır.
Rantçı ülkelerde yürütme diğer güçlere hakimdir. Hukuk üstün olamaz. Bunu Türkiye örneğinde açıkça görüyoruz.
Çalanların birinci kaygısı yakalanmamak ve yargılanmamaktır. Bunu sağlamak için dokunulmazlıklar tesis edilir. Yolsuzluğu dolaylı olarak koruyan yasalar çıkarılır. Yasal boşluklar oluşturulur. İş yaptırmada keyfiliği kolaylaştırmak için, AKP’nin yaptığı gibi, ihale yasaları sayısız defa değiştirilir. Yargı tarumar edilir. Yargıçlar ve savcılar emir kulu haline getirilir. Emniyet ve istihbarat yolsuzluk körü edilir.
Türkiye’nin (ve yavrusu KKTC’nin) uygarlık ve refah yarışında nal toplamasının esas nedeni budur: Rant toplumu olmak, hukuk devleti olmamak, kamu yararını üstün tutmamak.
(KKTC’de yolsuzluk sembolü haline gelen bir kamu şirketinin – Kıbrıs Elektrik Kurumu – hesaplarını denetlemek isteyen Sayıştay’ı içeri sokmaması ve hükümetin bu konudaki aczi dünya literatürüne geçmeye layık bir hukuksuzluk örneğidir.)
Rüşvet ve yolsuzluk sadece politikacıların ve yandaşlarının para çalarak zenginleşmesi değildir. Hatta bu rüşvet ve yolsuzluğun en tahripkâr yanı da değildir. En tahripkâr yanı yönetimi çarpıklaştırması, sürekli çarpık kararlar alınmasına yol açmasıdır.
Amaç kamu yararı değil rant olunca, şart, en doğru kararı değil en çok rant yaratacak kararı almak olur.
Doğu Karadeniz’deki akarsuların birkaç kilovat elektrik için perişan edilmesi, yeşil alansız şehirler bu tür kararların en güzel örnekleridir.
Rant ülkeleri her alanda kötü yönetilir: Yolsuzluğu kolaylaştırmak liyakat değil sadakat gerektirdiği için bürokrasi kalitesiz olur.
Rant devletleri yoksulluktan ve cahillikten kurtulamazlar.
Rüşvet ve yolsuzluğun yarattığı servet o kadar büyüktür ki en susmaması gerekenler bile susturulur. Ülkedeki ahlakın en büyük savunucusu olması gereken dini cemaatlerin rüşvet ve yolsuzluk konusunda sessizliğinin nedenini budur.
Genellikle sanılır ki, eleştiriden hoşlanılmadığı için basın susturulur, medya kuruluşları yandaşlara peşkeş çekilir. Oysa eleştiri çanının tıkanması ikincil amaçtır. Esas gaye hırsızlıkların ortaya dökülmesini önlemektir.
AKP’nin yargı ve medya üzerindeki en büyük operasyonlarının rüşvet bantlarının 2013 aralığında yayınlanmasından sonra yapılması tesadüf değildir. Yukarıda yazdıklarımın kanıtıdır.
*
Amaç rant oldu mu demokrasinin olmaması olmasından avantajlıdır.
Erdoğan’ın otoriter bir yönetim peşinde koşmasının nedeni budur.
*
Bir ülkede rüşvet ve yolsuzluk hakim ise o ülkede bütün standartlar düşüktür. Ahlaksızlık tepeden aşağılara iner ve kara bir sis gibi her yere, her şeye çöker. İnsanlara, insan ilişkilerine de hakim olur.
O ülkeye Üçüncü Dünya ülkesi denir.
Bakalım yarın kaç kişi bu statüyü pekiştirmek üzere AKP’ye oy verecek.