Yoksulluk sadece para azlığı değildir.
Bir de ahlaki ve entelektüel yoksulluk var.
Kalkınma ile ilerleme arasındaki farkı tayin eden bunlardır.
Kalkınma zenginleşme, ilerleme uygarlaşma demektir.
İlerleme – zenginlik – para ile değil ahlaki ve entelektüel serveti artırmakla olur.
AKP döneminde Türkiye’nin ekonomik olarak zenginleştiği, Cumhuriyet tarihindeki en hızlı ve büyük kalkınma sürecini yaşadığı kuşku götürmez.
Ama ahlaksızlaşma da aynı boyutta arttı.
Rüşvet almakla suçlanan üst düzey yöneticiler adaletten kaçırıldı. Cezalandırılmamalarını garantilemek için yargı, yürütmenin bir uzantısı haline getirildi. Demokrasinin en önemli prensipleri arasında yer alan şeffaflık ve hesap verebilirlik radardan düştü. Partizanlık had safhaya ulaştı. Ülkenin dört bucağında havanın her zerresine politika, kutuplaşma ve rüşvet kokusu sindi.
*
Politika ile ahlak arasındaki fark kırmızı çizgilerdedir.
Politikada kırmızı çizgi çizmek – haziran seçimlerinden sonra görüldüğü gibi – uzlaşma yolunu kapatmak, istikrarsızlık, olumsuz durumlar yaratmaktır. Çünkü politika pazarlık ve uzlaşma işidir.
Ahlak ise politikanın tersidir; onda pazarlık ve uzlaşma olmaz.
Ahlaki konularda kırmızı çizgilerin yokluğu değil, varlığı önemlidir.
Ahlaki konularda kırmızı çizgileri olmamak rüşvet ve yolsuzluğu, yalan ve palavrayı, adaletsizlik ve zorbalığı devlet sahnesinin ortasına çekmektir.
Bunlar bir ülkeyi zenginleştirmez, fakirleştirir, uluslararası ölçümlerde ileri değil geri ülkelerin arasına koyar.
Ahlak krizi ve sığlık –yani entelektüel sermayeye sahip olmamak– ekonomik kriz kadar yıkıcıdır.
Politikacıların genelde dürüst olmaması, entelektüel fukaralığı; siyasete rüşvet yoluyla ahlaksızlığın hakim olması; ahlak boyutu olmayan din ile devlet işlerinin birbirine karıştırılması Türkiye’nin kuruluşundan beri duçar büyük hastalıklardır.
Dürüst olmadan başarılı olmak mümkün değildir.
Ahlaksız yollardan para kazanarak zengin olmak başarı değildir.
Abdera’lı Democritus 2500 yıl önce dediği gibi “Kendini kâmilen servete esir etmiş kişi hiçbir zaman dürüst olamaz.”
*
Yüzden fazla ülkenin yer aldığı Güven Endeksi’nde Türkiye sondan üçüncüdür.
Bu araştırmaya katılanlara bu veya buna benzer bir sorular sorulur:
“Genel olarak, insanların çoğuna güvenilebilir diye mi düşünürsünüz?
“Yoksa başka insanlarla münasebette çok dikkatli olmak gerekir diye mi?”
Birinci soruya olumlu cevap verilmesi kişiler arasındaki güvenin yüksek olması demektir.
İkinci soruya olumlu verenlerin çoğunlukta olduğu ülkelerde kişiler genellikle birbirlerine güvenmezler.
Güven nedir?
Güven karşımızdaki kişinin doğruluk ve dürüstlüğüne, karakterine, ve hakikiliğine, yani ahlakına duyulan itimattır.
Güven endeksinde birinci sırada bulunan Norveç’in puanı yüzde 74’ün üzerinde iken Türkiye’nin puanı yüzde 4.9’dur.
Yani TC’de yüz insandan 95’i bir diğerine güvenmez.
İşte bu ahlaksızlığın Himalaya’sında yaşamak demektir.