Geçenlerde uyku konusunda araştırma yaparken “Hadzalar”la karşılaştım.
Hadzalar, Tanzanya’nın orta bölgelerindeki ıssızlıklarda yaşayan, hayatlarını avlayarak ve toplayarak sürdüren küçük bir insan topluluğudur.
On küsur bin yıl öncesine kadar bütün insanların sürdürdüğü bir hayat tarzının son kalıntılarındandırlar.
İnsanlar, bilinmeyen bir nedenle, o göçebe hayat tarzını terk ettiler, tarım ve hayvancılık üzerine kurulu yerleşik hayata geçtiler.
Gel zaman git zaman, insan göçebelikte var olmayan sorunları yarata toplaya bu günlere geldi.
Bu sorunlardan biri uykusuzluktur.
Kalkınmış ülkelerdeki yetişkinlerin üçte ikisi sağlık için şart olan sekiz saat gece uykusunu alamamaktadır.
Hadzalarda bu oran yüzde 1.5’tir.
Dillerinde “uykusuzluk” kelimesi yoktur.
Sanırım endişe ve kaygıdan ırak oldukları için rahat uyuyorlar.
Hadzalarla bir süre yaşayan bir gazeteci, ona eşlik eden Hadza’nın tekrar tekrar hiçbir kaygısı olmadığını söylediğini anlatıyor:
“Hiçbir konuda kaygılı değildi. Aslında karşılaştığım hiçbir Hadza’da kaygılanma eğilimi görmedim. Bu hâllerine hayret ediyordum, çünkü kaygılanacak çok şeyleri olduğunu düşünüyordum: Yarın karnımı doyurabilecek miyim? Yarın biri benimle karnını doyuracak mı?
“Her şeye rağmen olağanüstü bir ‘şimdiki zaman’ varlığı sürüyorlardı.
“Birçok nedenle onlara imrendim. Başta özgürlüklerine: Mal mülkten özgür olmalarına. Bir sürü sosyal sorumluluktan, dinî kısıtlamalardan, birçok aile sorumluluğundan; programlardan, işten, patronlardan, faturalardan, trafikten, vergiden, yasalardan, haberlerden ve paradan özgür olmalarına. Özür dilemeye gerek duymadan osurma ve geğirme, elle yemeğe dalma, sigara içme ve gömleksiz dikenler arasında koşturma özgürlüklerine.”
Hadzaların zaman mefhumu bizimkinden farklıdır. Kaç yaşında olduklarını bilmezler çünkü yılları yoktur. Zaman saatlere, günlere ve aylara bölünmüş de değildir.
Dillerinde bir, iki, üç, dört vardır ama ondan sonraki sayılar yoktur.
Savaşmazlar.
Avlayarak ve toplayarak aldıkları gıda, dünyanın en zengin ülkelerinin sofralarında bulunandan daha dengeli ve sağlıklıdır.
Birkaç şey dışında – bir tencere, matara, nacak, ok ve yay – pek bir şeye sahip değildirler.
Liderleri yoktur.
Avladıkları hayvanları paylaşırlar.
Ekim yapmazlar, hayvan beslemezler ve içinde sürekli yaşadıkları konutları yoktur.
Yaşadıkları toprakları avuçlarının içi gibi bilirler ama, içinde bulundukları yer dışında, dünyanın nasıl bir yer olduğuna dair en ufak bir bilgileri yoktur.
Hadzalar insan ağacının ilk meyvelerindendirler.
İlk insan dünya sahnesinde yüz binlerce yıl kadar önce göründü. Bu dipsiz yılların son on bin küsuru dışında, toplayarak ve avlanarak yaşadı.
Ekme biçme dönemine girildiğinde, dünya da insanlar da değişmeğe başladı ve o zaman çıkılan yolla bu günlere kadar gelindi.
Avlayan ve toplayan insan grupları yerleşikler tarafından mum gibi söndürüldüler. Kristof Kolomb’un (1451-1506) Amerika’yı keşfinden başlayarak yüz yıl içinde o kıtalarda yaşayan altmış milyon insandan elli milyonunun sömürgeciler tarafından yok edildiği tahmin ediliyor.
Bugün dünyanın değişik yerlerinde, eski hayat tarzını sürdüren birkaç avuç insan kaldı – Amazon’da, Kuzey Kutbu’nda, Papua Yeni Gine’de ve Afrika’da.
Geçtiğimiz yüzyıl içinde Hadzalar, bir zamanlar içinde sadece kendilerinin yaşadıkları toprakların yüzde doksanını kaybettiler. Günümüzde toplam Hadza sayısı birkaç bini geçmez.
Onlar ve onlar gibi olanlar da gitti mi dünyada kaygısız yetişkin kalmayacak mı?
Ne korkunç bir düşünce…