Yazı yazıyorum ve düşünüyorum ve kararsızlıklar içinde yüzüyorum.
Çay mı yapsam, yoksa soğuk bir portakal mı soysam?
Bahçeye çıkıp arkadaşımın yolladığı çiçek soğanlarını mı eksem, yoksa mayomu giyip denize mi gitsem?
Yazmaya devam mı etsem?
Ya angaryalar? Evin vergisi ödenecek. Elektrik dairesine gidip neden aylardır elektrik faturası gelmiyor diye sorulacak. Dondurucuda unutulup patlayan alkolsüz biranın cam kırıkları temizlenecek.
Açık kapıdan kayısı ağacını görüyorum. Dalları belli belirsiz sallanıyor. Kayısı bunun bilincinde mi?
Midem, acıkıp dikkatimi ona çevirmem için pusuda yatıyor.
Kitap “Üç gündür beni eline almıyorsun” diye şikayet ediyor.
Yazı “Beni bitir, sonra ne yapacaksan yap” diyor.
Göz kapağım kaşınıyor.
Bu sabah ilk defa giydiğim gömleğin kumaşının kokusu burnuma geliyor ve aklıma terzi Alaeddin’i getiriyor. Ankara’da yaşarken elbiselerimi ona diktirirdim. Alaeddin sigara tiryakisiydi. Teslim ettiği yeni elbiseler sigara kokardı. Giymeden temizleyiciye yollardım.
Kalp krizi geçirince sigarayı bırakmıştı ama kalfaları içmeye devam ettiği için elbiselerim gene sigara kokusuyla geliyordu.
Ne yapıyor acaba?
Açık kapıdan kayısı ağacını görüyorum. Dalları belli belirsiz sallanıyor. Kayısı bunun bilincinde mi ?
“Şu anda güneş üzerime vuruyor. Dallarım ve yapraklarım hafif hafif sallanıyor. Ne kadar hoş” diyor mu?
*
Olmuş şeyler var. Olmamış şeyler var. Olabilecekken olmamış şeyler var ki “olasılıklar” ve “pişmanlıklar” olarak ömür boyu bizimle beraber yolculuk ediyorlar.
*
Başkalarının yaşadığı anlar bize anlatıldığında bazen bizim anlarımızmış gibi oluyor.
Ormanın kıyısındaki evinde uyandığında saat 03.16 idi. Kedisi dışarı gitmek istiyordu. Kapıyı açıp onu yolladı. Yatağa geri döndü. Sıcaktı. Yorgan fazlaydı artık. Tekme ile karyolanın ayakucuna atıverdi. Ayaklarını yatağın dışına çıkardı. Gözlerini kapattı, yeniden uykuya dönmeye çalıştı. İşte o anda, daha önce hiç duymadığı bir kuşun ötüşünü duydu. “Puhu mu” diye düşündü ama bu daha ince, tiz bir sesti. Geceyi keskin bir şekilde ortadan bölüveren tek bir ötüş. Sonra kuş dokuz, on kez bu şekilde öttü ve susuverdi.
Ben orada yoktum ama E.’nin daha sonra bana anlattığı bu anı yaşamış gibiyim. Belki o unutacak ama ben hatırlayacağım.
Kim bilir neden.
*
Sonunda kendimi Alagadi’ye atıyorum. Suya girince, dondurucuya konmuş buz kabı gibi hissediyorum önce kendimi ama yüzdükçe bu duygu geçiyor.
Koy tenha. Deniz karpuz rengi. Hava sıcak. Kumlar daha insanın ayağını yakmıyor.
Sıcak kumların üzerine uzanıyorum. Aklımı boşaltıyorum. Bir tek bu anları yaşamanın minnet duygusu kalıyor.
Olmuş şeyler var. Olmamış şeyler var. Olabilecekken olmamış şeyler var ki “olasılıklar” ve “pişmanlıklar” olarak ömür boyu bizimle beraber yolculuk ediyorlar.
Önümden iki köpeğiyle yaşlı bir Alman kadın geçiyor. Külah biçimindeki hasır şapkası yüzünü kapatmış. Sağımda, havlusunun üzerine uzanmış kitap okuyan bikinili İngiliz bir kız var. Solumda, suya giren ama yüzmeyen adalı genç bir çift.
Sonra arabayla yanlarından geçtiğim bisikletli üç turist çıka geliyor.
*
Eve dönünce internete giriyorum ve baykuş seslerinin dinlenebileceği bir site bulup E’ye mailliyorum.
Ondan şu cevap geliyor:
Buldum:)) Benim duyduğum baykuşun sesi, gönderdiğin linkte birebir Sulawesi Scops Owl başlığı altında kaydedilmiş ses*. Tamamen aynı:)) Dün gece yine bahçedeydi.
* http://www.owlpages.com/owls/sounds.php