Türk devleti, iktidarı ele geçirmiş birinin veya bir ekibin keyfiliklerini frenleyecek kurumlara sahip değildir.
Bu hep böyleydi, bugün de böyledir.
Ama bugün ile geçmiş arasında önemli bir fark var.
Eskiden (bugün olduğu gibi) siyaset rayından çıktı mı, ordunun müdahale edip oyunu yeniden kurma gücü vardı. Bugün yok.
İşi siyaseti izlemek olanlar, AKP’nin orduyu siyasi bir güç olarak devre dışı bırakmasını demokratikleşmenin önündeki büyük bir engelin kaldırılması olarak görmüşlerdi.
Oysa askerin devre dışı bırakılması, keyfileşmenin önündeki büyük bir engelin kaldırılmasıydı.
Keyfi idare kurmak isteyenler, Türkiye daha demokratik olsun diye değil, gün gelir yolları asker tarafından kesilir diye orduyu siyasi arenadan kovmuşlardı. Demokratikleşme diye bir dertleri yoktu. Olsaydı, Türkiye’yi çoktan demokratikleştirmişlerdi.
O günlerde Erdoğan’ı alkışlayan arkadaşlarımdan birine: “Erdoğan sizi askerlerden kurtardı. Erdoğan’dan kim kurtaracak” diye sormuştum da bana çok kızmıştı.
Askerin kışlaya dönmesinin miladı, Genelkurmay’ın Nisan 2007 ‘e-muhtıra’sı ve Erdoğan ile zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın Mayıs, 2007 Dolmabahçe buluşmasıdır.
Sekiz yıl geçti aradan.
Nerede demokratikleşme?
Erdoğan, birkaç gün önce, Türkiye’nin yönetim sistemini, "ister kabul edilsin, ister edilmesin” değiştirdiğini söyledi. Şimdi yapılması gereken “bu fiili durumun hukuki çerçevesinin yeni bir anayasa ile kesinleştirilmesi" idi.
Bunun Türkçesi şudur: “Ben kendimi tek adam ilan ettim. Size düşen efendi efendi seçimlerde istediğim oyu bana verip bu keyfi kararımı yasallaştırmama imkân tanımanızdır. Sonra herkes evine gidebilir. Her şeyi bana bırakın.”
Önce bir fiili durum yaratmak, arkasından bu fili durumu yasallaştırmak diktatörlere, darbe yönetimlerine mahsus bir yöntemdir.
Örneğin, 1982 Anayasası'nın bazı maddelerinin amacı generallerin 12 Eylül darbesini, yani yarattıkları fiili durumu, yasallaştırmak, yani fiili durumun hukuki çerçevesini çizmekti.
O darbe yapıldığında, Erdoğan 26 yaşındaydı. Ne olup bittiğini gayet iyi hatırlıyordur. Belki de onlardan esinlenmiştir.
İspanya 1936-1939 yılları arasında korkunç bir iç savaş yaşadı. O savaşı faşistler kazandı ve General Francisco Franco, İspanya’yı diktatör olarak 36 yıl idare etti. Franco 1975’te ölünce siyasi partiler bir araya gelip yeni bir anayasa yazdılar ve seçime gittiler. Salı günü diktatörlük olan İspanya, çarşamba günü demokrasi oldu. O gün bugündür demokrasidir. Kimsenin “fiili durum” yaratmağa kalkıştığı yok.
İspanyolların 40 yıl önce yaptığını, Türk siyasi partileri bugün yapmaktan acizdir.
Bu da Türkiye’nin trajedisidir.