Devletlerin dış politikalarını hak ve hukuk değil, çıkarlar belirler.
‘Kan ve demir’le yazılı bu gerçek bizde pek anlaşılan bir nosyon değildir.
Uluslararası ilişkilerin birçok konusunda olduğu gibi bu konuda da kanaatlerimiz gerçeklikten uzak, hatta safça ve romantiktir.
Bunun en son örneği, iktidarın ezmeye çalıştığı gazetecilerden Can Dündar’ın Almanya Şansölyesi Angela Merkel’e Türkiye ziyareti öncesinde yazdığı mektup oldu.
Merkel, AKP’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği rejim değişikliğinde ne taraf olmak durumundadır, ne de zorundadır
Haftalık haber dergisi Der Spiegel’e göre, Dündar, Merkel’in Türkiye’de insan hakları ve basın özgürlüğü ihlallerine karşı sessiz kalmasının rahatsızlık verici olduğunu söyledi. (Bu mektubun neden Dündar’ın genel yayın yönetmeni olduğu Cumhuriyet’te değil Der Spiegel'de yayımlandığı, başka mesele.)
Dündar, Türkiye’de demokrat ve otoriterler arasında bir savaş olduğunu söyledi ve “Bu tarihi meydan muharebesinde siz ve ülkeniz maalesef yanlış taraftasınız” dedi.
Bir değil iki meydan muharebesi var, aslında. Biri Erdoğan’ın, diğeri Merkel’in verdiği meydan muharebesidir.
Merkel’in verdiği savaş Türkiye’den Avrupa’ya yönelik sığınmacı selini durdurmak ve bunun Avrupa Birliği (AB) için oluşturduğu ölümcül tehdidi bertaraf etmektir. Bunu, ancak, Erdoğan ve onun yeryüzündeki gölgesi olan Davutoğlu ile işbirliği yaparak başarabilir.
Alman Şansölyesi için önemli, hatta hayati olan, Erdoğan’ın ne tür bir lider olduğu, onun liderliğinde Türkiye’nin yarım demokrasiden çeyrek demokrasiye dönüşmesi değildir. Erdoğan’la anlaşarak sığınmacı akımını durdurmaktır.
Sığınmacılar, ekonomik krizler ve aşırı sağın birçok Avrupa ülkesinde güç kazanması nedeniyle zaten çatırdamakta olan AB’yi tarihinin en büyük krizi ile karşı karşıya bıraktı.
Merkel bu belayı atlatmak için sadece Erdoğan’la değil Şeytan’la bile pazarlık etmeye hazırdı.
Bırakın Türkiye’deki insan haklarını umursamayı, Erdoğan hakkında galiz bir şiir kaleme aldı diye Almanya’nın en ünlü komedyenlerinden biri aleyhinde dava açılmasını bile onayladı. (O Dündar gibi hapse atılmayacak ama. Yargıç önüne çıkmasına neden olan antika yasa iptal edilecek, konu kapanacak. Hücreler Türk gazetecileri içindir, Avrupalı gazeteciler için değil.)
Bir değil iki meydan muharebesi var, aslında. Biri Erdoğan’ın, diğeri Merkel’in verdiği meydan muharebesidir
Merkel, AKP’nin Türkiye’de gerçekleştirdiği rejim değişikliğinde ne taraf olmak durumundadır, ne de zorundadır.
Dündar’ın ona yönelttiği “Yine sadece hükümet temsilcileri ile mi buluşacaksınız?” “Yine bu ülkede hiç baskı yokmuş gibi mi davranacaksınız?” soruları realpolitik ile ilgisi olmayan hayal dünyası sorulardır.
Merkel doğru olanı, hatta yapmak zorunda olduğunu yaptı. (Yaptığı anlaşmaların ömrü ne olacak, onu Tanrı bilir, ama o da başka mesele.) Sevmediği, muhtemelen tiksindiği adamlara gülümseyerek ülkesinin çıkarlarını teminat altına aldı.
Erdoğan da doğru olanı yapıyor. Aradaki fark şudur: Erdoğan kendi için doğru olanı yapıyor. Kendi çıkarlarını koruyor, Türkiye’nin çıkarlarını değil.
Ne demişler:
“Batı Batı’dır. Doğu Doğu’dur. Ve bunlar hiçbir zaman aynı noktada buluşmayacaklar.”