Haber birinin bir yerlerde gizlemeye çalıştığı şeydir. Geriye kalan her şey reklama girer” demişti bir İngiliz gazete patronu.
Uluslararası Araştırmacı Gazeteciler Konsorsiyumu ICIJ’in Panama’daki bir avukatlık şirketinden sızdırdığı belgeler bu tespitin doğruluğunu bir daha kanıtladı.
Dünyanın birçok yerinde, birçok insan “İşte gazetecilik bu” dedi.
Yalçın Doğan bu sayfalarda “Gazetecilikten işte bunun için korkuyorlar” başlıklı bir yorum yazdı.
Ben ise şöyle düşündüm: Acaba, Türkiye’de yöneticiler, gazeteciler yolsuzluklarını ortaya çıkartır diye hiç korktu mu?
Pek sanmıyorum.
Korkmaları için Türk basınında köklü bir araştırmacı gazetecilik geleneği, enerjik araştırmacı gazeteciler, iyi genel yayın yönetmenleri ve gazete patronları olması gerekirdi.
Böyle bir şey yok ve olmayacak.
Var olan; köklü bir görmezden gelme, üstünü örtme, yazı işlerinde muhabirlerin kişisel inisiyatiflerini köreltme ve tutuculuk geleneğidir.
Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluğun bu kadar yaygın olmasının en büyük nedenlerinden biri medyanın bu duyarsızlığıdır
Bırakın yolsuzlukların üzerine gidilmesini. Rüşvet ve yolsuzluğun bir parçası olan, hazine soygunlarından cep dolduran, gücünü siyasilerin emrine verip çıkar sağlayan birçok ünlü gazete patronu ve gazeteci var. Vardı ve var.
ICIJ off shore şirket kabul eden adaların birer hırsızlık cenneti olduğunu ortaya çıkardı. Panama belgelerinin Türkçe bölümü daha yayımlanmadı. Yayımlandığında listede medya patronlarının da isimlerini görürsem hiç şaşmayacağım.
Türkiye rüşvet ve yolsuzluğun en yaygın olduğu ülkelerden biridir. T.C. kurulduğundan beri bu böyledir.
Zaman zaman kendi inisiyatifiyle yolsuzluk olaylarının üzerine giden, başına bin bir bela gelen, hatta hayatını kaybeden cesur gazeteciler olmadı değil.
Ama Türk gazeteleri hiçbir zaman yolsuzlukları izleyecek şekilde örgütlenmedi. Gözünün içine bakan hırsızlıkları ve hırsızları gündemine alamadı.
Türkiye’de rüşvet ve yolsuzluğun bu kadar yaygın olmasının en büyük nedenlerinden biri medyanın bu duyarsızlığıdır.
Kabahat muhabirlerde değil gazete patronlarında ve genel yayın müdürlerindedir.
Muhabirler işe alındıklarında ilk öğrendikleri şey kime dokunup dokunmamaları, hangi konulardan uzak durmaları gerektiğidir.
Türkiye’de “Patron bundan hoşlanmaz” lafını duymayan gazeteci var mı acaba?
Yolsuzluğun Türk medyasının gündeminde olmadığını kendi acı tecrübelerimle öğrendim.
İzleyici sayısı herhalde birkaç yüz kişiyi geçmeyen Cine 5 haberi yönetirken İzmit’te milyar dolarlık bir yolsuzluk olayı ortaya çıkardık.
İşin içinde ünlü müteahhitler, ünlü bir belediye başkanı ve ünlü CHP milletvekilleri vardı. Haberin üzerine ısrarla ve aylar boyunca gittik. Ama bir kat üstümüzde bulunan ve aynı patronun sahibi olduğu Show TV bile haberi görmedi.
Daha sonra köşe yazarı olduğum Sabah gazetesinde konuyu yazmaya devam ettim. Gene umursayan olmadı.
Bir gün, o zamanlar Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni olan Ertuğrul Özkök ile bu konuyu konuşuyordum. “Biz başkalarının özel haberlerini görmeyiz. Bu şekilde haberi öldürürüz” dedi.
Ağzım hayretten açık kaldı. Batı’da olsa herkes haberin üstüne atlar, her gazete diğerinin önüne geçmeye çalışırdı. Bu şekilde olay yargının ve yöneticilerin görmezlikten gelemeyeceği kadar büyütülürdü.
Daha sonra Sayıştay İzmit soygunu konusunu araştırdı ve yazdıklarımın hepsini doğruladı. Suçlular mahkum oldular. Ama dava bir üst mahkemeye gitti ve oradan, Sayıştay raporuna rağmen, beraat kararı çıktı.
Eğer herkes haberi görmüş olsaydı, bu rezillik olamazdı.
Türkiye’de medya eleştirdiği birçok kurumdan geridir. Ve talep ettiği özgürlüğü ve serbest inisiyatifi kendi çalışanlarına sağlamaz.
Daha sonra yazdığım yolsuzluk haberleri de aynı akıbete uğradı. Formula 1 skandalı, Siemens rüşvet olayı, Bayındırlık Bakanlığı’ndaki sistematik ihale soygunu, ilaç şirketleri ile psikiyatristler arasındaki çirkin ilişki ve daha birçok haber cılız bir okçunun yayından çıkan ok gibi ayaklarımın dibine düştü.
Salı ve perşembe günleri bu sayfalarda çıkan KKTC-TC su anlaşması ve elektrik projesi bunun en son örnekleridir.
Ama umurumda değil. İyi haber yap, denize at.
Türk basınının sınıfta kaldığı tek konu araştırmacı gazetecilik değildir. Medya; psikiyatristlerin elinde helak olan çocukların ve ruh hastalarının, gerizekalı muamelesi gören otistik çocukların, ırzına geçilen doğanın, Türkiye’nin geri kalmışlığını teminat altına almaya çalışan eğitim sisteminin ve daha birçok sorunu görmekten acizdir.
Birkaç istisna hariç, Türk basını hep suyun sathında yüzen derinlere inmeye gücü ve cesareti olmayan bir dalgıca benzer.
İhtisasa önem vermez. Katmanları sığdır: Politika, ekonomi, spor ve magazin dışındaki sayısız konuya miyoptur.
Basında büyük ağırlığa sahip olan köşe yazarlarının, birkaçı dışında, bir siyasi partisi desteklemek veya kösteklemek dışında başka işleri yoktur. Çok sıkıcı bir hayatları olmalı.
Türkiye’de medya eleştirdiği birçok kurumdan geridir. Ve talep ettiği özgürlüğü ve serbest inisiyatifi kendi çalışanlarına sağlamaz.
*
Medya hür değil diye ağlaşıp duruyorlar.
Bu medya hür olsa ne olur, olmasa ne olur?