Önümüzdeki ekimde en çok en sevdiğim filmlerden biri olan Blade Runner’ın devamı gösterime girecek.
Biraz merak, biraz kaygı ile bekliyorum bunu.
Mükemmel olan bir şeyin başına ve sonuna bir şey eklenemeyeceği düşüncesinden, orijinalinin güzelliğinden bir şeyler götüreceği endişesinden kaynaklanıyor bu duygum.
Blade Runner’ın rejisörü, Alien ve Gladiator’un da yönetmenliğini yapan Ridley Scott’tur.
Başrolleri, her filminde Harrison Ford olan Harrison Ford, unutulmaz bir performans gösteren Hollandalı Rutger Hauer, güzelliği ve saflığı insanın içine çivi gibi çakılan Sean Young paylaşıyorlar.
Film, geleceğin Los Angeles’ında geçiyor. Her zaman karanlık, ıslak, kalabalık, gürültülü, Çinlileşmiş bir kent. İnsanların çoğu, tüketilen, kirletilen, yeşili yok edilen, yaban hayatının ortadan kaldırıldığı dünyadan uzaydaki kolonilere göçmüştür.
Uzaydaki ağır ve tehlikeli işlerde genetik olarak üretilmiş, insan kopyası replicant’lar çalıştırılmaktadır.
Replicant’ların dünyaya dönmesi yasaktır. Dönenleri öldürmek için Blade Runner adlı ödül avcıları vardır. Harrison Ford, bu ödül avcılarının en iyisidir ve filmde, gönülsüzce, Los Angeles’a dönen dört replicant’ı izleyip öldürme peşindedir.
Devam filmler, orijinal filmin müşterilerinden ikinci defa para almak için yapılır ve bana göre hiçbir zaman ilk film kadar kaliteli olmaz. Çünkü herkes - rejisör, kameraman, senarist, kostüm desinatörü ve diğerleri – iyi bir film yapmak için verebilecekleri her şeyi orijinal versiyona zaten vermiştir.
İnsanın sonunda ümitsiz, gözden düşmüş bir yaratık olduğunu göstermesidir belki de Blade Runner’ı bu kadar etkileyici yapan
Blade Runner’ın vizyona girmesinden 35 yıl sonra, zaten bunların hiçbiri yeni filmde, Blade Runner 2049’da, yoktur.
Eski aktör kadrosundan Harrison Ford dışında kimse kalmadı. Başrolde bu defa Ryan Gosling (La la Land) var.
Filmi, Ridley Scott yerine Kanadalı Denis Villeneuve yönetiyor.
Unutulmaz Incendies filmi ile üne kavuşan Villeneuve’ün son filmi, benim için büyük bir düş kırıklığı olan bilim kurgu Arrival idi.
Başka bir filmle uğraştığı için vakti olmayan Scott, yeni Blade Runner’da bu defa prodüktör rolünde.
Blade Runner’ın yedi değişik versiyonu var. Hangisinin daha iyi olduğu tartışması hâlâ devam ediyor. Önerim, filmi görmeyenlerin Ridley Scott’un gönlüne göre kesip yapıştırdığı 2002 tarihli ‘Blade Runner The Final Cut’ı seçmeleridir.
Nedir filmi bu kadar etkileyici, bu kadar unutulmaz, birçok eleştirmene göre, bugüne kadar çekilmiş en iyi bilim kurgu filmi yapan?
Film, görüntü olarak sinema tarihinin en çarpıcı olanlarından biridir.
Sürekli gece olan, sürekli yağmur altındaki şehirde gölgeler, uçan otomobiller, dev binalar, dev neon reklam panoları, havada dolaşan, insanları başka dünyalara göç etmeye davet eden reklam araçları, pislik, şiddet, uyuşturucusuz yaşanması mümkün olmayan, yeşilsiz, yalnız insanların yaşadığı, melankolik bir dünya yansıtır.
Müzik, izlediğim başka hiçbir filmde olmadığı kadar, filmin zaman zaman romantikleşen melankolik havasına uygundur. Blade Runner’ı müziksiz düşünmek mümkün değil. Sadece elektronik aletlerle çalışan Vangelis’in bestesi filmin DNA’sının tellerinden biridir sanki.
Böyle olmasının nedeni belki de Vangelis’in müziği, filmin edit’ten geçmiş görüntülerini izlerken bestelemiş olması, filmin bir versiyonunu da sanki ses olarak çekmesidir.
Blade Runner’ın insanları, yarattıkları replicant’lardan daha boş, daha mutsuz, daha amaçsızdırlar. Aslında replicant’lar birçok şeyde olduğu gibi “insanlık”ta da insanları geçmiştir.
İnsanın sonunda ümitsiz, gözden düşmüş bir yaratık olduğunu göstermesidir belki de Blade Runner’ı bu kadar etkileyici yapan.
Ava giden de avlanan da avdır.