“Bana bakın arkadaşlar. Gülümseyin. Çekiyoruuuum. Eveet, teşekkür ederim.”
İşte, bir “uçakta-bir-lider-ve-embedded-gazetecileri” fotoğrafı daha çektiiik.
Bu sefer Başbakan Ahmet D.’nin üç ülkelik gezisinin ilk durağı olan Londra uçağındayız. Ziyaret edeceği ülkeler (listede İsviçre ve Almanya da var) Türkiye’den beş misli zengin, ama olsun. Onun uçağı da ziyaret edeceği ülkelerin liderlerinin uçaklarından beş misli pahalı.
D., yüzünde hafif bir gülümseme, masanın başında oturuyor. Biraz kaykılmış gibi. Sol omzu sağ omuzundan daha aşağıda. Pek Osmanlı İmparatorluğu’nu diriltecek birine benzemiyor.
Sağında ve solunda altı 'Cici' gazeteci oturuyor.
AKP, ülkeyi böldüğü gibi, gazetecileri ve yayın organlarını da böldü. “Cici” ve “Kaka” diye ikiye ayırdı.
Cicilerin ve Kakaların kimler olduğunu da herkes biliyor. Ama en Ciciler?
Onlar liderlerin uçağına en çok davet edilenlerdir.
Fotoğrafın altındaki yazıda D.’nin Cici’lere söyledikleri var. Okumaya çalışıyorum ama birkaç satırdan sonra içime fenalık geliyor. Atlaya atlaya, çarçabuk sonuna geliyorum ve canımı kurtarıyorum.
Olağanüstü sıkıcı.
Bir “En-az-şeyi-en-çok-kelime kullanarak” söyleme ustasının huzurundayız.
Biz değil, tabii. Cici gazeteciler. Onlar da “Yetti hocam, sadede gel” diyemiyorlar. Lider uçağında uçmanın bedeli var. Uysal, itaatkar ve mülayim olacaksın. Kolay, tercihen kulağına daha önce fısıldanmış sorular soracaksın. Sık sık baş sallayıp gülümseyeceksin. Ne kadar aptalca veya zararlı olduklarına bakmadan hükümetin politikalarını destekleyeceksin.
Kolay değil. D. başladı mı susmak bilmiyor. Kendi sesine duyduğu aşk kadar büyük aşk bulmak için ta Leyla ile Mecnun’a kadar geri gitmek lazım.
AKP neden gazetecileri Cici ve Kaka olarak ikiye ayırdı? Ve Kakaları soru sorma menzilinin dışına çıkardı?
Zor sorulara muhatap olmamak için.
AKP liderlerinin çok kanunsuzlukları, çok yanlışları, çok yolsuzlukları var. Bu konularda sorgulanmak istemiyorlar. Sorgulanırlarsa kirli çamaşırlar ortaya dökülür.
Aslında Cici gazeteciler ne cicidirler ne de gazeteci.
Suç ortaklarıdırlar. Kanunsuzlukları, yanlışları, yolsuzlukları gündeme getirmeyerek, görmezden gelerek, bazen üstünü örtmeye çalışarak, melanete yardımcı olurlar.
Az olsa da, bazen lider uçaklarında Kaka yayın organlarının çalışanlarını da görüyoruz. Onlar da, uçağa binmeden cicilik hırkasını sırtlarına geçirmek zorundadırlar. Aksi takdirde döndüklerinde kendilerini işsiz bulabilirler. Veya patronlarının önüne yeni vergi faturaları konabilir.
Bir ülkede demokrasi var mı yok mu öğrenmek için basın hür müdür diye bakmak yeter. Basın hür değilse demokrasi yoktur. Bu kadar basit.
Baskıcı rejimlerde demokrasi basından başlayarak ortadan kaldırılır. Ardından yargı ve yasama uysallaştırılır. Sonra ordu ve diğer kurumlar.
Ta büyük bir uçakta beş altı kişiden başka kimse kalmayıncaya kadar bu böylece devam eder.
*
Yazıyı buraya kadar yazdıktan sonra ateşi yakmak üzere salona gittim. Bir köşede ateş başlatıcı olarak kullandığım eski gazeteler var. Telefonda ağlayan gazete patronunun 11 Ocak tarihli gazetesi geldi tesadüfen elime.
Gözüm birinci sayfadaki bir habere takıldı. Haberde liderlerin Çalışan Gazeteciler Günü dolayısıyla yayınladıkları mesajlar vardı. Erdoğan “Medya bağımsız olmalıdır, basında çalışan gazeteciler, haberciler ne kadar özgürse, ülkenin demokrasisi o denli güçlü olur” demişti. D. ise şu katkıda bulunmuştu: “Basın ve ifade özgürlüğü vazgeçilemezdir.”
Yoruma gerek yok, değil mi?
Düzeltme: Salı günkü yazımda Romen diktatör Çavuşesku’nun elektrik direğine asılarak öldürüldüğünü yazmıştım. Doğrusu kurşuna dizildiğidir.