Referandumlar bazen halletmek için yola çıktıkları sorundan daha büyük sorunlar yaratırlar.
İngiltere’nin geçen yıl yaptığı referandumla, Avrupa Birliği’nden ayrılmaya karar vermesi bunun iyi bir örneğidir.
Geri dönülmesi mümkün olmayan bu sonuç, ülkenin ekonomisini zayıflatacak, uluslararası etkisini azaltacak. Hatta belki devleti parçalayacak.
Bizim İngiltere dediğimiz yer aslında İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler’den müteşekkil bir birliktir. Devletin resmî kısa adı, Birleşik Krallık ‘tır. İskoçya, Kuzey İrlanda ve Galler, özerk, kendi meclisleri olan ülkelerdir.
Bu üç ülke, AB’de kalma yönünde oy kullandılar ve çıkıştan memnun değiller. İskoçya, İngiltere’den ayrılıp bağımsız bir devlet olmak ve AB’de kalmak için referanduma gitmek istiyor.
AB’de kalma yönünde oy veren Kuzey İrlanda'nın da ileride aynı yolun yolcusu olması, olasılık dışı değildir.
Türkiye’de bu ay yapılacak referandum, sonucun kötülüğü açısından İngiltere örneğinden de beter olabilir.
Görünüşte referandumun konusu Türkiye’nin parlamenter sistemden başkanlık sistemine geçmesidir. Özde ise 1923’te başlayan Batılılaşma yolculuğuna devam edip etmemektir.
Devlet laik mi, Sünni mi olsun?
Kürtleri, Alevileri ve diğer azınlıkları kucaklasın mı, dışlasın mı?
Türkiye, Avrupa’nın mı, Orta Doğu’nun mu bir parçası olsun?
Despotluk mu, demokrasi mi olsun?
Modern mi, geri kalmış bir ülke mi olsun?
Bilime mi, hurafelere mi inansın?
Özgürlüklere mi, yasaklara göre mi yönetilsin?
İdare kamu yararını mı, yöneticilerinin çıkarını mı önde tutsun?
Uluslararası arenada dostu olmayan akılsız dış politikaların kurbanı mı, saygın bir ülke mi olsun?
Demiri emir mi kessin, yargı mı?
Referandum, bütün bu konulardadır.
Belki konuyu daha da basitleştirerek şöyle diyebilirim: Referandum “Bugünkü gidişten memnunsanız Evet, değilseniz Hayır oyu verin,” referandumudur. Çünkü fiilen başkanlık zaten vardır ve yukarıda saydığım olumsuzlukların hepsi dev bir yorgan gibi Türkiye’nin üzerini kaplamıştır.
Daha da basiti var: Bu referandum “Erdoğan 10 sene daha kalsın mı yoksa hafif hafif gitmeye başlasın mı?” referandumudur.
Referandumlar bazen halletmek için yola çıktıkları sorundan daha büyük sorunlar yaratırlar
Araştırma şirketlerinin verileri, sonucu oy verenlerin değil vermeyenlerin tayin edeceğini gösteriyor.
Seçmenlerin neredeyse dörtte üçü, referandumdan Evet çıkacağını düşünüyor. Bu nedenle yüksek sayıda kişi oy vermeye istekli değil. Hayır’ın kaderi, bu sandığa gitmeyenlerin elinde. Katılım ne kadar yüksek olursa Hayır çıkma olasılığı o kadar yükselecek.
Hollanda’da geçen ay yapılan seçimlerde de buna benzer bir durum vardı. Seçmenler, rekor sayıdaki katılımla sandıklara giderek aşırı sağcı, ırkçı bir partinin iktidar yolunu kapattılar.
Hollanda seçmeninin sofistikasyonunu Türk seçmende aramak ne kadar gerçekçi bilmiyorum ama Türkiye’de aynı şeyin olması imkânsız değildir.
Her şey, özellikle ekonomi, kötü gidiyor.
AKP’nin iyi döneminde yüzde dokuzlarda büyüyen ekonomi, geçen yılın son çeyreğinde bir önceki yılın çeyreğine kıyasla yüzde 1.8 küçüldü.
İşsizlik son yedi yılın en yüksek düzeyinde seyrediyor. İşsizlik oranı yüzde on üçe çıktı ve tırmanıyor. Son aylarda her ay 90 bin kişi işini kaybetmekte.
Turizm gelirleri 2014’te 34 milyar iken geçen yıl 21 milyara indi ve bu yıl daha da küçülecek.
TL’nin değerindeki düşüş ve enflasyondaki yükselme hayatı daha da zorlaştırıyor.
Dış politika felaketleri, Rus ambargosu, Suriye savaşı, terör .... AKP’nin Türkiye’de canını yakmadığı kişi kaldı mı?
Bu karanlık ortamda halkın, Türkiye’yi çöküşe götüren Erdoğan’a iki dönem daha başkanlık hediye edebileceğini aklım almıyor.
Ederse?
Eh. Kendi düşen ağlamaz.