Hepimizi derinden üzen Atatürk Hava Limanı'na yönelik saldırı bir önemli eksiğimizi de gündeme getirdi. Bu eksiklik yeni nesil terörde en önemli alan haline gelen ‘dip faktörlere eğilme ve onu yok etme’ alanı. Ne yazık ki Türkiye’de gençler arasında (Özellikle Kürt gençleri) aşırıcı Selefi akımların popülerliği giderek artıyor. Lafı uzatmadan söylenmesi gereken şeyi en baştan söyleyeyim: Aşırı Selefi akımlardan etkilenmiş kişilerin silahlı şiddetten soğutulması maksadıyla Türkiye-Balkanlar-Orta Asya-Uygur Özerk yönetimi coğrafyaları ile Avrupa’da yaşayan Türkiye kökenliler için bir “Türkiye ekolünün” geliştirilmesi şart. Ama ne yazık ki zaten çok geç kaldığımız bu konuya hala kafa yorduğumuzu söylemek güç. Ben bu konuda yaklaşık 1.5 sene önce hazırladığım ve devletimizin ali kurumlarında dile getirmeme rağmen pek de dikkat çekemediğim bir proje teklifime bu yazıda yer vermek isterim.
Giriş
IŞID, 2014 Haziran’ında (sözde) Halifelik ilanından sonra küresel bir Sünni mobilizasyon yaratmayı, bu tarihten sonra yaklaşık iki sene gibi kısa bir sürede 2014 Haziran öncesi 1500 dolaylarında olan Suriye ve Irak’taki yabancı savaşçı sayısını 30.000 seviyesine çıkarmayı başardı.[i] Şu anda Nusra Cephesi ve diğer silahlı radikal gruplar düşünüldüğünde Irak ve Suriye’de aşırı Selefi akımlardan etkilenmiş ve silahlı şiddeti bir yöntem olarak benimseyen yabancı savaşçı sayısı 40.000’e yaklaş durumda.[ii] Bir fikir vermesi açısından, Sovyet Ordusunun 1979-1989 arasındaki Afganistan’ı işgalindeki 10 yıllık dönemde Afganistan’da savaşan yabancı “Mücahit” sayısı 20.000 civarındaydı. Kısaca bölgemizdeki aşırıcı Selefi dalga iki sene gibi kısa bir sürede neredeyse Afganistan’da 10 senede anca toplanan yabancı savaşçının iki katını Irak ve Suriye’de toplamayı başarmıştır.[iii] Suriye’deki uzun soluklu iç çatışma ortamı ve Irak’ta uzun soluklu olacağı görülen siyasi boşluk göz önüne alındığında şiddeti bir yöntem olarak kullanan aşırı Selefi tehdidin bölgemizde asgari 4-5 yıl süreceği varsayımından hareketle 2020’li yıllarda bile bölgemizde binlerce yabancı savaşçı ile yaşıyor olacağız.
Ürdün, İran ve Suudi Arabistan’ın sınır güvenliğini üst düzeye çıkarması, bu ülkelerin sınır hattındaki giriş çıkışlara yönelik askeri operasyonlara başlaması nedeniyle Suriye ve Irak’a doğru bir nehir misali akan yabancı savaşçı akıntısında Türkiye “başat transfer ülke” haline geldi.[iv] Kısaca bu bölgeye gelen veya bölgeden çıkan yabancı savaşçıların büyük bir bölümü bir şekilde Türkiye üzerinden ulaşımını sağlamakta, bu nedenle bir müddet (birkaç günden birkaç haftaya kadar) Türkiye’de bulunmakta.
Diğer yandan önümüzdeki birkaç yıl içinde IŞID’ın güç kaybetmesine paralel olarak bu sefer de Suriye ve Irak’tan Türkiye’ye tersine bir yabancı savaşçı göçü yaşanacağı öngörülmekte.[v] Netice’de Türkiye, bir iki yıl içinde Suriye -Irak’a giden ve çeşitli nedenlerle Suriye-Irak’tan dönen silahlı şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş pek çok ülkeden sayıları binlerle ifade edilebilecek aşırıcı Selefi ve aileleri için bir “geçici veya sürekli konaklama yeri” haline geleceği kesin gibi.
İnceleme
Türkiye, önümüzdeki birkaç yıl içinde tüm dünyadan Suriye -Irak’a akan ve Suriye-Irak’tan tüm dünyaya akan iki aşırıcı Selefi nehir ile karşı karşıya gelecektir. Bu iki nehirdeki akışın debisinin yönetilmesi Türkiye için en öncelikli güvenlik problemlerinden biri haline gelecektir. “Güvenlik” boyutunda, gerek Türkiye’ye günlük giriş yapan yabancıların yüzbinleri bulan sayısı gerekse sınır güvenliği konusundaki kapasite eksiklikleri nedeniyle alınan tedbirler yetersiz kalsa da Türkiye’nin büyük çaba sarf ettiği görülmektedir. Yaşanan tüm sıkıntılara ve kapasite eksikliklerine rağmen Türk güvenlik güçleri yakaladıkları veya kendilerine teslim olan çeşitli ülkelerden gelen aşırıcı Selefileri ve aile yakınlarına gerekli yasal işlemleri yaptıktan sonra vatandaşı oldukları ülkelere iade etmeye çalışmakta. Ancak bu iade sürecinde de Türkiye ile diğer ülkeler arasında etkin bir işbirliği ve koordinasyonunun kurulamamasından dolayı sıkıntılar yaşandığı da görülmekte.
Burada üzerinde hassasiyetle durulması gereken nokta: Türkiye üzerinden şu an da geçen ve önümüzdeki yıllarda genişleyeceğini öngördüğümüz bu iki nehrin ne kadar bir 'askeri-güvenlik' sorunu ne kadar bir 'sosyolojik' sorun olduğudur. Acaba Türkiye’de veya bulundukları ülkelerde aşırıcı Selefi fikirlerden etkilenerek Suriye-Irak’a 'cihad' için gelen bu insanların ve yanlarında getirdikleri aile yakınlarının toptancı bir anlayışla tamamının 'terörist' olarak tanımlanarak 'askeri bir tehdit' olarak görülmesi sağlıklı bir yaklaşım mıdır?
O halde ne yapılabilir? Yapılması gereken Suriye-Irak’a girmeye çalışırken veya dönüş esnasında yakalanan veya kendi isteği ile güvenlik güçlerine teslim olan aşırıcı Selefi fikirlerden etkilenmiş kişileri tek tek ele alarak ifadeleri ışığında edinilen ilk görüş doğrultusunda ya adli makamlara sevk etmek ya da benimsediği aşırıcı fikirleri veya silahlı şiddet yöntemini sorgulamasına imkan veren bir rehabilitasyon merkezine sevk etmek olmalı.
Ancak ne yazık ki ülkemizde hem Türk vatandaşı olup da aşırı Selefi akımlardan etkilenen hem de bu akımlardan etkilenerek Türkiye’ye gelen veya Suriya-Irak’tan dönen kişileri sağlıklı bir süreçle ve bilimsel yöntemlerle rehabilite edebilecek böyle bir rehabilitasyon merkezinin kurulmasına yönelik henüz bir girişimde bulunulmadığı görülüyor.
Değerlendirme
Şu anda dünyada başta Suudi Arabistan, Malezya, Endonezya, Yemen, Mısır, Cezayir, Ruanda, Nijerya gibi Müslümanların çoğunlukla yaşadığı ülkelerde radikallikten arındırma programları mevcut olup her bir ülkede uygulanan model o ülkenin adıyla anılmaktadır (Suudi ekolü, Mısır ekolü vb.).[vi]
Radikallikten arındırma konusunda temelde iki farklı yaklaşım uygulanmaktadır.
1. Radikal Fikirlerden Arındırma Yaklaşımı (Deradicalization)
Oldukça uzun soluklu (1-2 yıl) olan ve fikirsel değişimi esas alan bu programlarda radikaller fikirlere sahip kişinin güvendiği kişilerin de (aile yakınları, arkadaşları vb.) desteği alınarak, kendisine yumuşak teşviklerle yaklaşılarak ve farklı bir hayat tarzı modeli sunularak (evlilik, yeni bir iş ve sosyal çevre vb.) kişiyi radikal fikirlerden ve bu fikirleri benimsediği geçmişinden kopartmak amaç edinilmektedir.[vii] Oldukça uzun, zorlu ve kompleks psikolojik ve sosyal psikolojik süreçlerin söz konusu olduğu radikal fikirlerden arındırma programlarının etkinliğine bu programlardaki başarı kriterlerine dair literatürde hala bir tartışma mevcuttur.[viii] Bu modelde en kritik husus kişinin gerçekten de uygulanan rehabilitasyon programı sonrasında gerçekten de uyuşturucu veya alkolle mücadele örneğinde olduğu gibi hiçbir zaman radikal fikirlerden kurtulup kurtulmadığının kesin olarak bilinememesidir.
2. Radikal Şiddetten Arındırma Yaklaşımı (Disengagement):
Temelde “Biz sizin aşırıcı fikrinize değil, kullandığını şiddet yöntemine yani bu fikri sofistike bir şiddetle masum sivilleri öldürerek bize dayatmanıza karşıyız. Bu fikirlerinizi demokratik süreçlerle de savunabilirsiniz” tezine dayanan bu modelde temel amaç fikirsel radikallikle (içerik) silahlı şiddet (yöntem) arasına mesafe koymak ve hedef kişiyi silahlı şiddetten soğutmaktır. Kısaca burada amaç kişide bir fikirsel değişimi değil davranışsal değişim yaratmaktır. Literatürde radikal fikirlerden arındırma modeline nazaran daha basit olan ve daha büyük başarı oranları ile daha çabuk sonuç alınabilen bu yaklaşımın etkinliği konusunda bir fikir birliği mevcuttur.[ix] Bu yaklaşımda bir yöntem olarak silahlı şiddetin ya meşru olmadığı ya da etkisiz olduğu hedef kişiye anlatılarak kişinin radikal fikirlerini farklı yöntemlerle de ve demokratik sistem içinde savunabileceği konusunda bir telkin yapılır. Başta Londra merkezli Quilliam Foundation (http://www.quilliamfoundation.org) olmak üzere bu modeli esas alarak geliştirilen pek çok program dünyada etkin olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de de bu yaklaşımın başarılı olarak uygulanabileceği değerlendirilmektedir.
Bir model önerisi
Model iki aşamalı olarak geliştirilebilir.
a. Radikallikten Arındırmada “Türkiye Ekolünün” Oluşturulması
Türkiye gerek Anadolu’nun çok kimlikli heterojen kadim kültürü gerekse İslam-Demokrasi uyumu açısından örnek siyasi yapısı nedeniyle radikal şiddetten arındırma yaklaşımının etkin şekilde uygulanabileceği ender nitelikteki ülkelerden biri olmasına rağmen henüz akademik literatürde bir “Türk ekolü” mevcut değildir. Öncelikle olarak güvenlik çalışmaları, kriminoloji, psikoloji, sosyal psikoloji, teoloji, felsefe ve İslam Bilimleri disiplinlerini içine alan multi-disipliner bir anlayışla bu ekolün özellikleri ile temel bileşenlerinin ne olabileceği konusunda akademik çalışmalar yapılması gerekmekte.
b.Türkiye Ekolü Işığında Kurumsallaşma
Bu akademik çalışmalardan sonra ortaya çıkacak olan “Türk ekolünün” temel özellikleri ve dinamikleri ışığında;
- Hatay, Mardin gibi çok dinli, çok kimlikli şehirlerimizden birinde veya Akçakale, Suruç gibi sınır ilçelerimizden birinde bir rehabilitasyon merkezi (hapishane değil) tesis edilebilir. Bu rehabilitasyon merkezine öncelikli olarak bir pilot uygulama şeklinde Suriye ve Irak’tan kaçan/dönen aşırıcı Selefilerden güvenlik güçlerine teslim olanlar/yakalananlar arasından gönüllü olarak bu programa katılmak isteyenler kabul edilerek bir tecrübe birikimi sağlanabilir. Çünkü bilimsel çalışmalara göre bir şekilde bir travma yaşayarak inandığı hareketten kopan hedef kişilerin inandığı hareketi ve eylemlerini sorguladığı ilk 2 aylık süre kişinin “kırılabilmesi” için çok kritiktir.[x] Bu pilot uygulama sürecinden edinilen tecrübe ile rehabilitasyon merkezinin yeniden dizaynı sonrasında merkez tam kullanıma açılabilir.
- Merkezde hedef kişinin psikolojik profiline göre radikal şiddetten arındırma maksadıyla 2 ile 5 hafta arasında değişen sürede karizmatik lider yaklaşımı, tartışma grupları, sıcak ve soğuk yaklaşım teknikleri vb. tekniklerle çeşitli programlar açılabilir.
- Merkeze çeşitli ülkelerde yapılan protokoller ışığında ve bir ücret mukabilinde bu ülkelerin vatandaşları da kabul edilebilir. Bu sayede merkezde olması gereken en önemli prensipler olan çok kimliklilik, çok kültürlülük ve çok yorumluluk prensipleri yerine getirilmiş olur.
Sonuç ve Teklif
Türkiye’nin yukarıdaki analiz ışığında özellikle radikal şiddetten arındırma (disengagement) yaklaşımını esas alan bir Türkiye ekolünü ivedilikle geliştirmesinin gerekli olduğu değerlendirilmektedir. Bu ekol ışığında da aşağıdaki taslak kurumsal model önümüzdeki yıllarda aşırı Selefi akımlardan etkilenmiş ve silahlı şiddeti bir yöntem olarak benimsemiş Türk vatandaşı ve yabancı ve savaşçılar konusunda uygulanabilir. Bu sayede, hem Türkiye’nin bu hayati konuda sessiz kaldığına/bir şey yapmadığına yönelik propagandalar engellenmiş olur hem de Türkiye’nin başta Avrupa ülkeleri ve ABD’ye karşı olmak uluslararası ortamda pazarlık gücünü büyük oranda arttırabilir. Bu kapsamda;
- Öncelikle silahlı şiddet yönteminden arındırma ile ilgili Türkiye-Balkanlar-Orta Asya ve Uygur Özerk Bölgesini kapsayacak bir “Türkiye Ekolü” geliştirilmesine yönelik Diyanet İşleri Başkanlığı koordinatörlüğünde multi-disipliner bir anlayışla (İlahiyat bilimleri yanında Siyaset Bilimi, Uluslararası İlişikiler, Sosyoloji ve Güvenlik Çalışmalarının da katkı sunduğu) bilimsel çalışmalar yapılmasının,
- Radikallikten arındırmada Türkiye ekolü geliştirildikten sonra bu modelin pilot olarak açılacak bir Rehabilitasyon Merkezinde denenmeye başlamasının,
- Geliştirilen bu modelin Balkanlar-Orta Asya- Uygur Özerk Yönetimi ile Avrupa’da yaşayan Türk Kökenliker arasında da uygulanabilmesi için Türki Coğrafyadaki ülkeler ve Avrupa Ülkeleri ile koordine kurulması ve modelin anlatılmasının faydalı olacağını değerlendiriyorum.
Köşe elverdiğince yazabildiklerim bunlar. Umarım sesimiz Ankara’dan duyulur ve zaten geç kaldığımız bu alanda somut adımlar atılmaya başlanır.
[iii] Metin Gurcan, “How to defeat Islamic State’s War Machine” Al-Monitor, Ekim 14, 2014.
[iv] Tuncay Kardaş, “The Making of European Fighters” SETA Raporu, Ekim 2014.
[v] John Henley “How do you deradicalise returning Isis fighters?” The Guardian, 12 Kasım 2014.
[vi] Omar Ashour “Lions Tamed? An Inquiry into the Causes of Deradicalization of Armed Islamist Movements: The Case of the Egyptian Islamic Group.” Middle East Journal 61(4): 2007. 596-625.
[vii] Clark McCauley, Sophia Moskalenko Friction: How Radicalization Happens to Them and Us (Oxford University Press, 2014).
[viii] Angel, Rabasa, Stacie Pettyjohn, Jeremy Ghez, and Christopher Boucek. 2010. Deradicalizing Islamic Extremists. Santa Monica, CA: RAND.
[ix] Omar Ashour, The Deradicalization of Jihadists: Transforming Armed Islamist Movements (London: England, Routledge, 2009).
[x] Clark McCauley, Sophia Moskalenko Friction: How Radicalization Happens to Them and Us (Oxford University Press, 2014).