18 Haziran 2016

Afganistan’da ne yanlış gitti?

Yine ‘Afganistan’da ne yanlış gitti?’ sorusuna cevap olarak yüksek askeri teknolojiye tapınma ve bunun sonucu olarak sahadan kopma, sahaya yabancılaşma da ön plana çıkıyor

En sonunda askeri strateji/tarih konularında tanınmış bir yayınevi olan Helion&Company tarafından ‘What went wrong in Afghanistan?: Understanding Counterinsurgency in Tribalized, Rural, Muslim Environments (Afganistan’da Ne yanlış Gitti? Aşiret Yapılı Kırsal Müslüman Bölgelerde Ayaklanmaya Karşı Koymayı Anlamak) adlı kitabım geçen hafta basıldı. Tam üç sene emek verdiğim bu kitapta temel amacım bazılarına göre ‘Afganistan fiyaskosunun’ bazılarına göre Afganistan’daki ‘kötü yönetilmiş başarı hikayesinin’ taktik seviyede bir resmini çekmek, bir kritiğini yazmaktı.

İlk Koalisyon askerinin Afganistan’a girdiği 2001 yılından bu yana geçen 15 yılın ardından, 50 farklı ülkeden gelen 500 binden fazla Koalisyon askerinin emek verdiği ve 640 milyar dolara mal olan Afganistan hikayesi nasıl hatırlanacak? Bu sorunun cevabını tarih verecek ama bence asıl soru şu: Bu kadar emeğe, can kaybına, acıya ve yıkıma mal olan “2016 Afganistan’ı” 15 yıl öncesinden daha güvenli ve istikrarlı bir yer mi? Bu soruyu yürekten bir “Evet” cevabı vermek ne yazık ki çok zor. İşte kitabımda bu kadar yıla, personele, kaynağa, emeğe ve paraya mal olan ‘Afganistan çuvallamasının’ nedenlerini askeri-sosyolojik bir okuma ile, doğrudan saha gözlemlerimle ve eleştirisel bir tutumla incelemeyi amaçladım. Aslında kitapta Afganistan örneği üzerinden, özellikle kırsal ve aşiret yapılarının hala etkin olduğu Müslüman coğrafyalardaki Ayaklanmaya Karşı Koyma (Counterinsurgency –COIN) çabalarının bir Türk bir subayı olarak bir kritiğini yazmak istedim. Yaptığım literatür araştırmasına göre bu kitap alanında ilk.

Kitabımın temel tezi şu: Afganistan’da taktik düzeyde yani bölük ve tabur düzeyinde Koalisyon Güçleri girdikleri hiç bir operasyonu yani taktik muharebeyi kaybetmemişler. Yine 2001-2015 arasındaki 14 yıllık dönemde Afganistan genelinde Taliban’a karşı yapılan 200’ü aşkın operatif (tugay-tümen) düzeydeki operasyonunun da kesin galibi Koalisyon Güçleri. Ama ne yazık ki sahada (taktik düzeyde) Koalisyon Güçlerinin net bir ‘askeri zaferi’ varken bu ‘askeri zafer’ stratejik düzeydeki siyasi öngörüsüzlük nedeniyle sürdürülebilir bir siyasi zafere tevil edilememiş yani dönüştürülememiş. Kısaca Koalisyon Güçleri Afganistan’da girdikleri bütün muharebeleri kazanmış ama sahada gözlenen bu kesin askeri zafer Afganistan’a ‘barış, huzur ve istikrar’ getirememiş. İşte kitabım bu paradoksu ele alarak ‘Ne yanlış gitti?’ sorusuna odaklanıyor.

Yanlış giden şey şu: Afganistan ve günümüzdeki küresel güvenlik ortamındaki düşük yoğunluklu çatışmalarda operatif düzey her geçen gün eriyor. Bu erime nedeniyle taktik düzey (saha) ile stratejik-siyasi düzey arasındaki yarılma her geçen gün genişliyor. Giderek belirginleşen bu yarılma nedeni ile de taktik düzeydeki askeri zafer, siyasi bir zaferin otomatik garantisi ne yazık ki olamıyor. Yine yeni güvenlik ortamında artık ‘barış’ kavramı ‘savaş’ kavramının zıt anlamlısı değil. Savaşın bitmesi otomatik bir okumayla barışın da geldiği anlamına gelmiyor. Bunun bedelini de en çok çatışma alanlarındaki siviller ödüyor. Halk savaşla barış arasında ‘gri alanda’ yani bir türlü bitmeyen savaşla bir türlü gelmeyen barış arasında sıkışıp kalıyor. Çatışmalar uzadıkça da sosyo-ekonomik yıkım artıyor.

Yine Afganistan örneği gösterdi ki ‘Askeri planlama’ artık her derde deva değil. Düşük yoğunluklu çatışma ortamlarında önce yapılması gereken ilk şey ‘askeri tasarım.’ Askeri tasarımın temel amacı da yerelde bir sorunu ‘askerileştirmeden’ önce askeri güç kullanımının doğuracağı olası sonuçları eleştirisel bir tutumla ele almak, problematize etmek, sorgulamak ve sonrasında da ‘Ne kadar askeri güç gerekli?’ sorusuna cevap bulmak. Yani askeri tasarımla askerler önce siyasi-stratejik karar alıcılar için çatışma alanlarında bir resim çekiyor ve çekilen bu resim karar alıcılara arz ediliyor. Bu sayede çatışma ortamlarında sahadaki olgu ve olayların ne kadar ‘askerileştirileceği’ akıllı bir tasarımla belirleniyor. Şu an ABD, İngiliz ve Alman ordusu gibi modern dünya orduları ‘askeri tasarım eğitimi’ konusuna milyonlarca dolar para harcıyor. Bu sayede geleceğin düşük yoğunluklu çatışma ortamlarını tahayyül etmeyi, bu ortamlarda askerlerin yapacakları işleri alel acele planlama işine girmeden tasarımlamayı amaç ediniyorlar. Çünkü günümüzün giderek ‘manyaklaşan’ düşük yoğunluklu çatışma ortamlarında bir olayı ve ya olguyu ne kadar ‘askerileştirirseniz’ karşıdaki hasmınız ya da düşmanınızın da aslında o nispette askerileşmesine neden oluyorsunuz. Bu etki-tepki sarmalında da çatışmanın dili sertleşiyor ve kaçınılmaz olarak uygulanan şiddetin düzeyi kontrolsüz şekilde yükseliyor. İşte askeri tasarım ‘Ne kadar askerileşme yeterli?’ sorusu ile henüz çatışma ortamına askerler girmeden ve askeri planlama başlamadan akıllı askeri güç kullanımı konusunda bilimsel yöntemlerle ve insan faktörünü ıskalamadan detaylı ve eleştirisel bir tutum belirlenmesini sağlıyor. Akıllı askeri tasarım ile çatışma ortamlarında ne eksik, ne de fazla, ama tam dozunda askeri güç kullanılması sağlanıyor.

İşte Afganistan ‘askeri planlamanın’ her derde deva olmadığını aslında siyasi-stratejik kararlardan önce bir ‘askeri tasarım’ sürecinin yürütülmesi gerektiğini bize gösteriyor. Bu askeri tasarım sürecinde de en önemli parametre çatışma ortamlarındaki sivillerin kalpleri ve beyinleri. Temelde bir insanda davranış değişikliği için (bir şeyi yapmasını sağlamak veya yaptığı bir şeyden vazgeçirmek için) üç yöntem var. Ya onu kaba güçle zorlarsınız ve tehdit edersiniz, ya ikna edersiniz ya da para öder kalbini ve beynini geçici süreliğine kiralarsınız. Yine kitabımda vurguladığım gibi Afganistan çuvallamasının en önemli nedenlerinden biri Koalisyon güçlerinin bir türlü ‘sivrisinekleri öldürmek’ olarak özetlenebilecek ‘düşman merkezli zorlayıcı yaklaşımla’ ‘bataklığı kurutmak’ olarak özetlenebilecek ‘halk merkezli ikna/rıza üretici yaklaşım’ arasında bir türlü seçim yapamaması. Stratejik seviyede bu kafa karışıklığı, yani ‘önce Afganistan’da ulus ve devletin inşasına mı odaklanmalı yoksa düşmanın (Taliban’ın) mücadeleye devam azim ve iradesi mi kırılmalı?’ sorunsalı Afganistan’da taktik başarının stratejik fiyaskoya dönüşmesinin temel nedenlerinden.

Yine ‘Afganistan’da ne yanlış gitti?’ sorusuna cevap olarak yüksek askeri teknolojiye tapınma ve bunun sonucu olarak sahadan kopma, sahaya yabancılaşma da ön plana çıkıyor. Örneğin Koalisyon Güçlerinin silahlı İHA’lar ve savaş uçakları sayesinde Afganistan’nın Kandahar vilayetindeki bir dağ köyünü 2-3 saniyede ‘yok etme’ gücü varken bu köyü günün 24 saati ve haftanın 7 günü elde tutma kapasitesi yoktu. Kısaca Afganistan örneği modern dünya orduları için yüksek askeri teknoloji bağımlılığının bir ‘rahmetten’ ziyade bir ‘lanete’ de dönüşebileceğini gösteriyor. Tam da bu nedenle ‘yok edici askeri güç’ kadar  ‘yaşatıcı askeri kapasite’ de yeni nesil çatışma ortamlarında önem kazanıyor. Çünkü bazen savaşı değil, barışı kazanmak gerekiyor. Bunu gören modern dünya orduları bu tarz çatışma ortamlarına adapte olabilmek için ‘öldürücü Rambolar’ yetiştirmek kadar ‘arabulucu ve barışı tesis edici’ diplomat askerlerin de eğitimine önem vermeye başladı.

 Ayrıca kitapta ‘sağılacak inek sendromu’ olarak tanımladığım aşırı fakir ortamlarındaki uzun süreli çatışmalara angaje olan ‘zengin orduların’ bir süre sonra çevrelerinde bir çatışmaların bitmesini istemeyen bir ‘rantiyeci azınlığın’ oluşturduğunu da vurguladım. Aslında düşük yoğunluklu çatışma ortamlarına gönderilen her bölük asker çatışma bölgesinde açılan bir fabrika gibi yereldeki ekonomik ilişkileri yeniden düzenliyor ve bu askerler bir süre sonra yerel ekonominin bir parçası haline geliyor. Bu da çatışma çözümünü daha da güçleştiriyor.

Kısaca kitabımda hem karar alıcılara karar desteği sağlayan hem de doğrudan sahadaki icracı durumundaki tecrübeli subay personelin çatışmanın değişen doğası hakkındaki kavramsal altyapısını güçlendirmek, gelecekteki çatışmanın doğasını doğrudan etkileyen mega-trendleri doğru okumalarını sağlamak, modern dünya ordularındaki değişime materyal ve zihinsel adapte konusundaki çabaları hakkında farkındalıklarını arttırmak, gelecekteki çatışma ortamlarına adapte olabilmek için muhtemel kuvvet yapısı modelleri oluşturmak amacıyla pek çok ilginç konuya değindim. Size de sadece alıp bir göz atması kalıyor. Eminim canımızı acıtan Güneydoğu’daki çatışmalar ve IŞID’le mücadele nedeniyle sıcak günler yaşadığımız şu günlerde bu kitapta pek çok ilginç analiz ve tespit bulacaksınız.


Not-1: Kitabın tanıtımı için tıklayın.

Not-2: Bu yazı daha önce Yeni Birlik gazetesinde yayımlanmıştır.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye politikasızlığımızın artan maliyeti: Peki çözüm ne?

Peki Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) mevcut askeri yığınaklanması ve operasyonel gücü sayesinde Rusya hava sahasını da açarsa Tel Rıfat’ı almasına alır da bu bölgenin alınması Türkiye’nin Suriye politikasının siyasi hedefine hizmet eder mi?

Fırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var?

Soçi’deki zirvede ne tür bir alışveriş oldu bilemiyoruz ama mevcut durumda Putin bir şey almadan Tel Rifat’ı bize vermez. Bölgede, yani Fırat batısında ABD’nin ne hava sahasında ne de karada etkisi var; muhatabımız Moskova

Suriye, İdlib, TSK'dan istifalar ve tarihe bir not

İki jeopolitik gerçeklik ve iki operasyonel gerçeklik ışığında İdlib’de sahadaki durum değişti. Peki ne yapmalı?

"
"