07 Mart 2012

Suriye'de muhalifler de, rejim de direniyor

Şam Babtouma’nın kadim sokakları kalabalık ama eski canlılığında değil. Hıristiyan mahallesinin kendine özgü havasında değişiklik olmamasına rağmen Mezze geceleri nispeten sakin.

 

 
Şam Babtouma’nın kadim sokakları kalabalık ama eski canlılığında değil. Hıristiyan mahallesinin kendine özgü havasında değişiklik olmamasına rağmen Mezze geceleri nispeten sakin. İnsanlar sokaklarda, nargile sohbetleri devam ediyor ama tedirgin. Emevi Camii’nin ziyaretçileri arasında turist görmek mümkün değil, sanki onlar da uluslararası yaptırıma katılmış.
 
Suriye’de, Şam sokaklarında nabız tutmak kolay değil. Her daim farklı gözler tarafından kontrol edilirsiniz. Bu nedenle insanlar rahat konuşamazlar. Bakışlardan, mimiklerden anlamanız lazım gelir. Hele ülkede başlayan ayaklanmadan sonra Suriye ordusunun ağır saldırısının yarattığı atmosferde konuşmak daha zor. Suriye ayaklanması çok ciddi, iç savaşın eşiğine geliniyor, insan hakları ihlalleri diz boyu, sivil ölümler devam ediyor ama rejim bugünden yarına gidecek gibi değil.
 
Siz bakmayın El Cezire, El Arabiya ile yeminli Batı medyasının yayınlarına. Halkın bir kısmı Suriye’de olan biteni, Türkiye'nin de içinde bulunduğu ülkeler, Katar ve Suudi Arabistan gibi monarşik diktatörlüklerin tezgâhladığını düşünüyor. Türkiye halkına muhabbet sürüyor, ama hükümete ateş püskürüyor. Türkiye'nin bir yıl içinde sıfır sorun politikasından 180 derece dönüşüne akıl erdiremiyor. Muhalifleri örgütleyen 40 Türk görevlinin yakalandığı bir şehir efsanesi olarak çoktan yayılmış durumda. Ama üç Fransız danışmanın yakalandığı biliniyor. Bize sorulan bir soru da şu: Şam yönetimi ayaklanmadan habersizken Türkiye nasıl olup ayaklanmanın başlayacağını “tahmin” edip hazırlık yaptı?
 
Rejim açısından silahlı muhalifler “terörist.” “Ama Suriye ordusu sivilleri öldürüyor, çoluk çocuk ayırt etmiyor” dediğimizde “Onlar da bizim askerlerimizi öldürüyor” yanıtı alıyoruz. Suriye televizyonu her gün şehit cenazeleri yayınlıyor. Hama, Humus gibi kentlere yapılan saldırılar ise teröristlerle mücadele çerçevesinde veriliyor. Oysa silahsız gösterilerde de doğrudan halka ateş açılıyor. Ama bazı hikâyeler kulaktan kulağa yayılıyor; her iki taraf da korkunç şeyler anlatıyor. Bütün izler birbirine karışmış, haberler kirletilmiş durumda. Silahlı muhalefet kadar bu durumdan vazife çıkartıp adam kaçıran, tecavüz eden, zevk için öldüren çeteler türemiş. Ama en tehlikelisi mezhep düşmanlığının körüklenmesi. Karşılıklı olarak köyler basılıyor. 
 
Suriye ordusu duracak gibi görünmüyor, var olan durumu ölüm-kalım savaşı olarak algılıyor ve ayaklanmayı bastırmak için her türlü yolu deniyor. Hatta daha ordunun asıl gücünü göstermediği tehdidini yayıyor. Hedef ise Humus’dan sonra İdlip’i kuşatıp muhalefeti ezmek. Ama ok yaydan çıkmış durumda, iç savaş çıkması halinde daha korkunç günler gelecek gibi.
 

Muhalefetin geleceği

 
Eskiden rejime yönelik en küçük eleştirinin mümkün olmadığı Suriye’de en büyük fark, sayıları az olsa da sokaklarda insanların açıkça rejimin değişmesi gerektiğini söyleyebilmesi. Zaten hâlâ ayakta olmasına rağmen bu haliyle Baas sistemini destekleyen yok; hatta sistem bile. Ancak, kafalarındaki soru şu: Yerine ne konacak? Suriye muhalefeti nasıl bir gelecek sunacak?
 
Bu nedenle şu anda sistemin bir iç savaş ya da dış müdahaleyle değişmesinden ürken Alevi, Hıristiyan, bir kısım Sünni ilk zamanlardaki rejim değişikliği fikrini ertelemiş, kendini geri çekmiş. Radikal bir İslami yönetimden, Selefi ve Vahabilerden korkuyor. Dışarıdan sızan bu grupların varlığı biliniyor. Suriye muhalefeti ise kendilerine uzak duran kitleyi rahatlatacak açıklama yapmış, garanti vermiş değil. Hâl böyleyken muhalefet sadece “Sünni” kimliği içine hapsolmuş gibi görünüyor.
 
Beşar Esad’a destek mitingleri, bölgede onlarcasına rastladığımız müsamere havasında. Rejime bağlılıkla geleceğe yönelik korkunun zorladığı bir duygu hakim. Gösterilerde dikkat çeken Rus, Çin, İran Hizbullah bayraklarının birlikte dalgalanması. Yeni cephenin görüntüsü bu. 2006’daki direniş cephesinden Hamas ayrılmış. “Bir senece önce olsaydı belki Türk bayrağı da görebilirdik” diye düşünüyoruz.
 

Şam’ın hemen yanında

 
Şam’daki sakin görüntü yanında 12 kilometre ötedeki banliyölerde hava tamamen farklı. Bu bölgeler “ayaklanma Şam’a kadar ulaştı” haberlerinin mekânları, Duma ve Harasta. Tüm bölge kuşatılmış, giriş çıkışlar asker kontrolünde; içeride saldırıya uğramış devlet binaları ve yoğun askeri yığınak var. Orada oturmuyorsanız izinsiz girilemiyor. Her gece irili ufaklı gösteriler olduğu söyleniyor. Kimilerine doğrudan ateş açılıyor. Askerler sürekli baskın yapıyor, silah ve mühimmat yakalıyor. Ama nedensiz şekilde basılan çok sayıda ev söz konusu. Duma sokaklarında kadınlar erkeklerden daha cesur. Bir kadın, “teröristlerin” askerle çatıştığı, düzeni bozduğu ama askerlerin kontrolü ele aldığını söylerken, bir diğeri “asker her gece evlerimizi basıyor, insanları tutukluyor, bizi tehdit ediyor” diyor. Bir üçüncüsü birçok Suriyeli gibi çıkış yolu arayanlar ve kendini ortada bulanlardan. Semtteki yoksulluğu anlatıyor, ayaklanmanın tek gerekçesinin siyasi olmadığını söylüyor. “Bu sistem değişmeli ama silahlı muhalefete güvenemiyorum. Irak gibi olmak istemiyoruz” diyor. “Sünni misiniz?” diye soruyoruz. “Evet” yanıtı veriyor ve ekliyor: “Eskiden biz bunları sormazdık.”
 
Durum şu: Ordunun tüm saldırısına karşılık Suriye’de sosyolojik olarak Şam ve Halep, orta sınıf ve pazar esnafı, dini ve mezhebi açıdan Hıristiyanlar, Aleviler ve bazı Sünniler hâlâ muhalefete katılmadı. Dışarıdaki Suriye Ulusal Konseyi ile Hür Suriye Ordusu'nun yapısı tam çözümlenmiş değil. Şam’da soruya soruyla karşılık veriliyor: Katar ve Suudi Arabistan’ın Suriye’deki rejimi değiştirmek istemesinin gerekçesi ne? Suriye’ye demokrasiyi Suudi Arabistan mı getirecek? Bir de Türkiye’nin durumu söz konusu tabii ki.
 

Kopma noktası

 
Dışişleri Bakanı Velid Muallim kızgın. Türkiye’nin komşu bir ülkeye yönelik bu düşmanlığının kime hizmet ettiğini anlamadığını söylüyor. Kendine göre iki ülke arasında kopuş noktasını söylüyor: Müslüman Kardeşler.
 
Muallim, Ankara’nın Şam’a Müslüman Kardeşler konusunu dayattığını ima ediyor. Sadece Dışişleri Bakanı değil, birçok kişinin kafasında Türk hükümetinin Sünni bir damarla hareket ettiği algısı hâkim. En tehlikeli algı da bu.
 
Şam’ın içinden bakınca rejim kolay düşecek gibi görünmezken biraz dışına çıkınca muhalefetin bu saatten sonra geri adım atmayacağını anlıyorsunuz. Silahlı ayaklanma bastırılsa bile Suriye’de hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, herkesin ortak fikri rejimin değişmek zorunda olduğu. Var olan rejimin insanları öldürerek bir gelecek kuramayacağı ortada. İşgali hayata geçirmeden, dışarıdan silah vererek bir iç savaşı körüklemeden, bu işi zor da olsa başarmak gerekiyor. Çünkü “Basra harab olduktan sonra” vakit çok geç oluyor; Irak’taki gibi.
 
 

Yazarın Diğer Yazıları

Dağa çıkılmaması için önce dağdakilerin inmesi gerekiyor

Barış sürecine rağmen çok sayıda gencin Kandil’e yol alması belli bir güvensizliğin göstergesi mi?

Sandık birleştirmiyor, bölüyor!

Irak gibi insanların etnik ve mezhebi kökenlere göre hareket ettiği, oy kullandığı bir ülkede seçimler, tarafları bir araya getirmekten çok uzaklaştırıyor.

Kürtlere haksızlık mı yapılıyor?

Kürt hareketi tarihsel bir zihin altı ve tecrübeyle daha sabırlı ve temkinli ilerlemeye çalışıyor. AKP hükümetini eleştirmekten kaçınmıyor, sokakta yerini alıyor.

"
"