PKK lideri, “hava muhalefeti” ya da “koster tamiratı” engeline takılmazsa, 13 yıldır her hafta avukatlarıyla görüşür. Şayet bu iki durum nedeniyle avukatlar İmralı Adası’na gidemediyse bilinir ki o hafta nazik bir durum vardır. Öcalan’ın mesajlarının malum merkezlere ulaşmaması gerekir, görüşmeler zaman zaman çeşitli cezalandırmalar nedeniyle de yapılamaz. Avukat görüşmelerinden çıkan notlarsa Kandil, KCK, BDP, devlet ve Türkiye kamuoyu tarafından didik didik edilir, muğlak mesajların satır aralarından anlam çıkarılmaya çalışılır. Kimi zaman da mesajlar çok nettir. Tabii ki görüşmelerin tümü, adını saydığımız çevrelere aynı detayda ulaşmaz. Öcalan bu görüşmelerde ince bir çizgide yürüdüğünü bilir, söyledikleri bazen Kandil, KCK, BDP tarafından farklı yorumlanır, keza devlet tarafından da. Öcalan da bunu bilir.
Öcalan’ın kozu PKK
Devletin “yeni güvenlik konsepti”ni kurmaya çalışanlar, zaman zaman anlayamamakla birlikte, Öcalan devlet heyetiyle başlayan yeni görüşme sürecinde tüm kesimleri “dikkate almaya” başladı. Çünkü Kürt halkının belli bir kesimi üzerinde tek belirleyici olduğunu, Kürt sorununun çözülmesi ve PKK’nın silah bırakma sürecinin “onsuz olmayacağının” farkında. Uzun yılların mahkumiyetinin getirdiği devlete yönelik güvensizlik, örgütü doğrudan yönetememe, siyasal süreç ile şiddet-terör ikilemi arasında bilinçli olarak bir tercih yapmama, Kandil’i boşa düşürüp kendi adına güven kaybına uğrama, velhasıl silahsız ve PKK’sız bir pazarlığın sonuca ulaşmayacağını bilerek mesajlarını iletir, elindeki kozu kaybetmek istemez. Örgüt zaman zaman farklı çıkışlar yapsa da, bazı gruplar provokatif eylemlerde bulunarak “liderine” mesaj vermeye çalışsa da, son kertede Öcalan’a bağlıdır. Öcalan da bazı “karanlık” eylemleri eleştirir, PKK’ya sızmalar olduğunu söyler ama bunları da gerekçelendirir. Sonuçta Öcalan-Kandil şeklinde özetlenebilecek ilişki süreci ve yapı, birbirinden bağımsız değildir, birbirini besler.
PKK lideri son dönemde devletin “yeni Öcalan-PKK-Kürt” siyasetine yön verenlerin -yani görüşmeciler, siyasi danışmanlar-, sorunu güvenlik meselesine sıkıştıranların “tüm stratejiyi kendisi üzerinden yürüttüğü -kuşkusuz en önemli muhataptır- diğer merkezleri kaale almama, görüşmelerde öne sürdüğü şartları sürüncemeye bırakma” yaklaşımının farkında olup “taşeron”laştırılmaktan rahatsız. Ama bu rahatsızlığının yanında görüşmelerinde kendisini öne çıkarır “PKK’yı dağdan indirebilirim, beni dinlerler” kozunu kullanır. Bu da büyük oranda doğrudur.
Ancak bunları söylerken hiçbir zaman PKK’yı insiyatif dışı bırakmamaya çalışır. “Koşullarım sınırlı, somut koşullara göre kendiniz karar verin” derken PKK üzerinde kontrollü bir inisiyatif sağlamayı amaçlar. Devletin görüşmecileri karşısında “bu koşullar altında PKK’yı denetleyemem” diyerek merkezinde kendisinin olduğu iki yönlü bir müzakere/pazarlık süreci, iki yönlü “idare” tarzını tercih eder.
“Taşeronlaştırma”
Devletin kendini “aldatması” halinde PKK karşısında zor durumda kalmak istemez; “aktif savunma” gibi her an çatışmaya açık durum yarattığı gibi , “dağlardaki her birim duruma göre kendi kararını versin” diyerek PKK’ya devre dışı kalmadığını hissettirmek ister. Böylesi karmaşık, zor ve ince denklemler üzerine kurulu mesaj trafiği, 20 Temmuz tarihli görüşmede farklı bir noktaya ulaştı, daha açık ifade edildi. Öcalan, devlet ve Kandil’i kast ederek “kullanılmaya çalışıldığını” ima etti, kimilerince “taşeronlaştırma” kelimesini kullanarak açıkça söyledi. Öcalan, 20 Temmuz’da kamuoyuna açıklanan notlarında görüşmeciler ve devletin kendini “kullanmaya çalışarak” adım atmadıklarından dem vurdu. Ancak işin ilginci ilk kez bu kadar açık bir şekilde Kandil’in de devlete karşı kendisini kullanarak, inisiyatif almadan sorumluluğu kendisine yüklediğinden ve kendisini anlamadıklarından dem vurdu.
Bu sözlerin özellikle Silvan saldırısı sonrasında gelmesi anlamlı. Bu saldırıyı “Kandil’in Öcalan’a başkaldırısı” olarak nitelendirmek acele ve maksatlı bir yorum gibi görünmekle birlikte (bu değerlendirme mevcut yapıyı bilmemekten kaynaklandığı gibi) zaman zaman Öcalan ile Kandil arasında yaşanan çelişkinin bu kez çok ciddi olduğunu öne sürenlerin niyet beyanı gibiydi. Ancak siyaset, niyetler üzerine değil reel politik ile kuruluyordu. Dolayısıyla Öcalan’ın bu çıkışı farklı bir değerlendirmeye muhtaç. Çünkü Öcalan bir yandan devletin, görüşmelerdeki havanın aksine, kendisini PKK’ya karşı kullanmak, PKK’nın da Silvan saldırısı ile liderini görüşmeciler karşısında zor durumda bırakmak istediğinin farkında. Cemil Bayık’ın “Öcalan’ı kandırıyorlar ya da kullanıyorlar” mealindeki sözleri ile sadece Öcalan’ı değil, Kandil’in de bu süreçte kaale alınmasını hedeflediği açık. Bu da Öcalan’ın inisiyatifin kendisinde olması halinde zaten desteklediği bir durumdur.
Silvan: Yeni milat
Silvan saldırısı ve sonrası, PKK tarihinde yeni bir milat olabilir. Uzun süre sonra kamuoyunun önüne çıkan İlhami Işık’ı “Balıkçı” olduğu günlerde yaptığımız sohbet ve görüşmelerden, süreci iyi okuyan isimlerden biri olarak biliriz. Işık, “Öcalan’ın konumunu zayıflatmak, sözünün ağırlığını azaltmak, PKK’nın da müzakerelere dahil olmak” gibi bir niyeti olabileceğini söylüyor. Çünkü Kandil, tasfiye endişesi taşıyor ve sanki bunun Öcalan üzerinden yapılacağını ima ediyor. İfadesini, devletin Öcalan’ı teslim aldığı noktasına kadar götürmüyor tabii ki ama yeni bir dönemin başlangıcında kendi pozisyonunu almak istediğini söylüyor. Ancak, Işık aynı mülakatında Öcalan’ın “çekiliyorum” derken, “liderliğimi tartıştırmam” mesajını verdiğini de ekliyor. Doğru bir tespit: Eski MİT Müsteşar yardımcısı Cevat Öneş ise Sevilay Yükselir’e “Öcalan’ı kimse devre dışı bırakamaz” diyor.
Resmin bütününe bakıldığında, Öcalan hem devlet hem de PKK’ya yolladığı mesajla sorunun çözümündeki odağın kendisi olduğunu bir kez daha hatırlatmak istiyor. Çünkü Öcalan çözüm konusunda hâlâ güçlü olduğunu biliyor. Hem devlete hem de PKK’ya “bana rağmen yapamazsınız” mesajını veriyor.
Yine çok bilinmeyenli bir döneme giriliyor. İki taraf da hâlâ kartlarını öne sürüyor. Sanki devlet ve PKK biraz daha puslu bir havada hareket etmek istiyor. Puslu hava ise çatışma, ölüm, karamsarlık anlamına geliyor. Şimdi korkulan, savaş baltalarının daha yoğun bir şekilde topraktan çıkarılması. Bazıları kendisini hatırlatmak için bunu yapacak gibi görünüyor. Çözüm ise belli bir süre sonra PKK’nın sınır ötesine çekilmesi gibi görünüyor. Onları oraya çekecek adresin neresi olduğu da biliniyor.
(Radikal 2)