Erbil’den Musul’a doğru çöl bölgesinin 100. kilometresinde Hakkari Uludere benzeri kerpiç, briket binaların yükseldiği bölgede yemyeşil ağaçlarından fark ediliyor. Kilometrelerce direksiyon sallayıp tek bir ağaca rastlamadığınız bölgede ağaçların olması yaşama bağlılığın belki de yerleşikliğin önemli bir işareti. Ama bir daha geri dönmeyecekmiş gibi hayat kuran 12 bin kişi, bir gecede Türkiye’ye; evlerini, topraklarını akrabalarını ve tarihlerini terk ettikleri Hakkari ve Şırnak’ın sınır köylerine dönebilecek gibi görünüyor. Tabii ki tüm bu kararlılık sadece kendilerinden kaynaklanmıyor. Birçok belirleyeni, birçok farklı faktörü var.
1990’ların başında Türkiye sınırını aşarak Irak’a geçen, inanılmaz zorluklara katlanarak yaşayan ve 2003’te son durakları olan Mahmur Mülteci Kampı’na yerleşen 12 bin Türkiyeli Kürt o yıldan bu yana mülteci. Mahmur Kampı Merkezi Irak hükümetine bağlı, Kürt Yönetiminin de denetlediği BM kontrolündeki bir mekanizmaya bağlı. Belediyesi, dört mahallesi, iki camisi ve 4 okuluyla orta ölçekli bir ilçe görünümünde, tüm hayat kolektif olarak örgütlenmiş. Karar mekanizmasında 60 kişilik yönetim kadrosu, bir de meclisi var. Burada alınan kararlara herkes uymak zorunda; kimin geri döneceğine karar verilmesi dahil. Yıllardır farklı algılamalara neden olan kamp, Kürt açılımı projesindeki önemli duraklardan biri. Kampta herkesin kulağı Türkiye, İmralı ve Kandil’den gelecek haberlerde. Gözü ise en önemli sosyalleşme aracı olan, evlerin damlarından fışkıran uydu antenler aracılığı ile izlenen Roj TV ve Türkiye’den yayın yapan kanallarda.
HAVA DÖNDÜ
Kürt açılımı çerçevesinde Ekim ayında 26 kişiyi Türkiye’ye uğurlayan kamp sakinleri bunun Abdullah Öcalan’ın bir jesti olduğu kanaatinde. Ama bu uğurlamanın biraz da test niteliği taşıdığını söylemek gerekiyor. Çünkü zafer işaretleri, konvoylarla uğurlananların arkası şimdilik gelecek görünmüyor. Türkiye’deki yetkililerin “yılbaşına kadar 200-300 kişilik bir grup daha geri dönecek” açıklamasının şu an için Mahmur’da bir karşılığı yok. Mahmur’dakilerin mevcut koşullarda dönmeye niyetleri de yok. Peki 1.5 ay önce olumlu, ılımlı esen hava, açılıma olan kısmi inanç nasıl bir anda olumsuzluğa dönüştü? Gerekçeler muhtelif. Mahmur’da sayılan gerekçeler mantıklı olsa da sanki her şey Abdullah Öcalan’ın iki dudağı arasında gibi.
Ekim ayında Öcalan’ın “bir grup dönsün” talimatı ile harekete geçenler bugün ağızbirliği etmişçesine tüm gerekçeleri arka sıraya dizmelerine rağmen tek bir nedeni birinci sıraya koyuyor: “Öcalan’ın İmralı’daki koşulları düzeltilmeden olmaz”.
MAHMUR LABORATUARI
Mahmur Mülteci Kampında hangi eve girseniz sizi Öcalan posterleri karşılıyor. Kiminle konuşsanız üçüncü cümlede Öcalan’ın koşullarından söz ediyor. Kameranın her çevrildiği kalabalıktan zafer işaretleri yansıyor. Bu durum kampın normali. Ama Mahmur’un bir şekilde kendi toprağına dönmesi gerekiyor. Çünkü Kürt açılımının yurtdışındaki ayaklarından ikisi Kandil ve Avrupa ise üçüncü ve en önemli ayağını Mahmur Mülteci Kampı oluşturuyor. Mahmur, açılımın bir laboratuarı gibi; Burada başlayan dönüş geride kalanları olumlu etkileyecek ve dönüşü tetikleyecek nitelikte.
12 bin kişilik kampın %65’ini kadın ve çocuklar oluşturuyor. Bu nüfusun neredeyse yarısı kampta doğmuş, herhangi bir resmi kimliği yok. Türkiye’yi, anne babalarının toprağını bilmiyor. Açılım sürecinde kaybedilen her gün onlar için de kayıp. Ama hayat hiç dönmeyecek gibi de devam ediyor. Eğitim tahmin edilmeyecek kadar sıkı. Kamptaki öğrencilerin ortaokula kadar eğime devam etmeleri zorunlu. Liseye devam edenler ise Irak Kürt Bölgesindeki kurallara, üniversiteye giriş sınavına tabiler. Erbil ve Süleymaniye’de üniversiteyi bitirenlerin bir kısmı Mahmur’daki okullarda öğretmenlik yapıyorlar. Yani bir kuşak kapta büyümüş, sırada ikinci kuşak var. Eğitim Kürtçe, Kırmançi lehçesinde yapıyorlar. Bunun ilk kez denendiğini söylüyorlar; kitapları kendileri hazırlıyor. İkinci dil ise Türkçe ve İngilizce. Bu konular dönüş projesinin neresinde yer alıyor, bilinmiyor. Çünkü bugüne kadar BM yetkilileri dışında hiç kimsenin gelip kendilerini dinemediğini söylüyorlar. Bu yüzden, kısa vadede Türkiye’den, milletvekilleri, STK’lar, akademisyen ve gazetecilerden oluşan bir komisyonun gelip taleplerini dinlemesini istiyorlar. Bir süre önce BM’nin yaptığı “dönmek istiyoruz” sonuncunun çıktığı anket çalışmasının ise onlar için bir “manipülasyon”.
TALEP ÇOK AMA
Talepleri iki grupta toplanıyor. Kamptaki sosyalleşme alanlarından resim ve halı dokuma atölyesinde yaşlı bir kadın kilim dokurken, diğer odada Yılmaz Güney, Ahmet Kaya’nın kara kalem çalışmaları duvarları süslüyor. Dışarıdan gelen sloganlarla BM binası yürüyen gençler bizi dışarıya yöneltiyor. Kamptaki BM binası önünde Öcalan’ın mahkumiyet koşulları protesto edilecek. Genel olarak hukuki ve siyasi grupta toplanan talepler bu sıralar Mahmur’da ikinci plana itilmiş. Köylere dönüş gerçekleşecek mi, koruculuk kalkacak mı, evleri yeniden inşa edilecek mi, kimliği olmayan 5 bin kişinin durumu ne olacak, geri dönenlere “terörist” gibi bakılıp bakılmayacağı bir yanda, diğer yanda çokça dillendirilen, Anayasa değişikliği, genel af, Kürt kimliği ve kültürü üzerindeki yasakların kalkması var. Zaten herkes fikir birliği edinmişçesine tek bir noktaya odaklanıyor: “Öcalan’ın durumu düzeltilmeden olmaz” Bu durum İçişleri Bakanı Beşir Atalay’ın sözlerine “dönecekler” sözlerine yanıt gibi.
Soruyoruz: “Peki tüm hukuki ve siyasi koşullar gerçekleşmez ancak Öcalan dönün derse ne yaparsınız? Yanıt net: “Döneriz”. Bu yanıt Mahmur kampında Kürt açılımı ve dönüş süreci ile ilgili önemli ip uçları veriyor. Kabul edilir ya da edilmez ama Mahmur’dan yansıyan hava bu. Özellikle Ekim ayındaki dönüş sonrası Türkiye’deki eleştirilerin hayal kırıklığı yarattığı saklanmıyor. BM yardımları ile yaşayan, Erbil’de çalışmak için zar zor izin alabilen, kahvehanelerde okeye dördüncüyü aramayacak kadar işsizliğin olduğu kampta, herkesin hayatın zorluklarından söz etmesinin ardından sözü Öcalan’ın koşullarını dile getirmesi kısa sürede açılımın önünü çok açık olmadığını da gösteriyor. Türkiye’de açılım yönünde esen umutlu hava Mahmur’a bir ara uğramış ve şimdilik terk etmiş. Ama, bu süreçte sürpriz gelişmelerin tüm havayı dağıtabileceğini de unutmamak, bir de Mahmur’un “boşaltılması değil” geri dönüşün alt yapısının oluşturulması gerekiyor.
Aslında kime sorsanız bir özlem duygusunu hissedemeden edemiyorsunuz. Ancak, özlemle kurulan cümlelerde hep bir “ama” var. İşte bu “ama”lar süreci olumsuz etkiliyor. Mahmur’dan bakınca, maalesef, bu işin bu şartlarda kolay olmadığı görülüyor. Mahmur’dan dönerken içimizdeki duygu ise herkesin kendisini merkeze koyarak bu işin içinden çıkılamayacağı oluyor. Mahmur’u duymak ama Mahmur’dakilerin de tüm açılımın merkezi olmadıklarını anlamaları gerekiyor; bir de umudu yitirmemek.