Dört gün önce tarihinde ilk defa Avrupa Ligi'nden grup seviyesinde elenen Fenerbahçe, ligde de Göztepe deplasmanında beraberlikle yetinince daha ligin bitimine 24 hafta varken ve üç puanlık sistemde güya ne olacağı bilinmezken Beşiktaş ve Galatasaray gibi lige havlu atmayı başardı. Bu saatten sonra kendi kendini strese sokma konusunda bir dünya markası olan Trabzonspor camiası ve daha evvelki Başakşehir macerasından çok zayıf bir oyun sonu hocası olan Abdullah Avcı bile bu gerçeği değiştiremez.
Olimpiakos maçından sonra bir yazı yazamadım; doğrusu gece yarısından sonra hiçbir şeyin olmadığı bir maçla ilgili ne yazacağımı bulamadım. Bu maçtan sonra yazıyorum ama yine aslında ne yazacağımı çok da bilmiyorum. En iyisi biraz yakın gelecekle ilgili tahminlerle başlayalım. Bir süre yönetimin acaba bu şekilde bir çözüm olup olamayacağına dair kararsızlık kıvranmalarını izleyeceğiz ve birkaç hafta daha puan kaybına tahammül etmek zorunda kalacağız. Daha sonra Pereira'nın çok düzgün bir karakter olduğu vurgusu özellikle yapılarak görevine son verilecek ve yönetim de Fenerbahçe tarihinin en başarısız dönemine hükmettiği gerçeğini belki unuturuz diye hoca bulacak ve oyuncu transfer edecek.
Bundan birkaç hafta öncesine kadar aslında yine takımda pek çok şey yolunda gitmezken biraz da olsa şanssızlıktan dem vurabiliyorduk. Temel sorun olan kilit açılamaması değişmiyordu ama Alanya maçında kaçan gollerden ya da Kayseri maçında direkten dönen toplardan birisi girseydi belki de bir şeyler daha olumlu seyredebilirdi. Bu takımın kaliteli oyuncularını oynatmamakta ısrar eden, takımın geçen neredeyse beş ayda hâlâ daha iskeletini bile oluşturamayan, neden olduğu belli olmayan rotasyonlar yapan ve her maç öncesi kadro konusunda papatya falları açan bir hocası varken bütün kamuoyu konuyu üçlü veya dörtlü savunma eksenine bağladı ve her şeyde inat eden Pereira, bu sefer söz dinledi ve aslında o gün bitti!
4-3-3 ile çıkılan ilk maç olan Galatasaray maçında maçın 45 dakikası pas yapabilen ayakların işbirliği ile Galatasaray'a üstünlük kuruldu ve fakat temel konu aslında Galatasaray'ın o ayaklara denkbir yetenek havuzunun orta sahada olmamasıydı. Fenerbahçe, doğru düzgün gol pozisyonuna giremeden denk getirip iki tane attı ve maçı aldı. Hemen konu dörtlü savunmaya bağlandı ama takımın gol pozisyonuna bile girememesi çok da konuşulmadı. Hemen dört gün sonra Olimpiakos deplasmanında Mesut yerine Rossi takıma dahil olunca o pas bağlantısı da bozuldu, Olimpiakos'un müsaade ettiği zamanlar dışında takım tamamen mahkum oynadı ve takım İrfan Can'ın bir şutu dışında gol pozisyonuna bile giremeden yenildi ve elendi. Göztepe maçında da İrfan Can'ın yine üst düzey bir asisti sonrası Serdar'ın bomboş pozisyonda yaptığı kafa vuruşuyla gelen gol dışında takımın tek bir pozisyonu yoktu. Hani bu takım dörtlü savunmaya geçince uçup kaçacaktı? Hani dörtlü savunma oynanınca Mesut asıl yerine geçecek ve takımı sırtlayacaktı? Demek ki neymiş; konunun sistemle hiçbir ilgisi yokmuş.
Defalarca yazdım, bir daha yazıyorum. Bu takımın sistem değil hoca problemi var. Hocanın belki de tek doğrusu sistemiydi ve o doğrusundan da vazgeçti. Bu takım, dörtlü oynayabilecek bir takım değil; zamanında öyle bile olsa transfer dönemi aksiyonlarıyla zaten artık bundan vazgeçildi. Bu takımın hocasının yıldızlarla problemi var. Oynadığı her dakika sahada takım adına olumlu ender şeyleri yapabilen İrfan Can bugün sahadan küfür ederek çıktı. Mesut, İrfan Can oyundan çıkarken ona destek oldu, hak verdi ve bu sırada sahada takımın kaptanıydı! Pelkas yok olup gitti, artık onu çağıran maçlarda bile oyuna alınmıyor. Birkaç haftadır da Szalai meselesi çıktı; yönetim satmadık diyor ve güya Szalai sisteme uygun değil diye haberler servis ediliyor. Bu takımın geçen senenin ikinci yarısında dörtlü savunma oynarken ayakta kalan tek direği Szalai iken bu gerekçeye inanmamız bekleniyor. Yönetimi ayrı, hocası ayrı dalga geçiyor, taraftarın aklı sınanıyor ve olan yine koskoca bir seneye oluyor.
Bu işi artık daha uzatmaya gerek yok. Bu sezon artık gitti. Bunu puan farkına bakıp söylemiyorum. Sahadaki pozisyon bile bulamayan takıma bakıp söylüyorum. Bütün maç acaba Serdar Dursun mu yoksa Berisha mı daha yetersiz diye düşünürken maçın sonunu forvette Rossi-Berisha-Serdar üçlüsü ile bitiren bir takıma bakarak söylüyorum. Sağ beki ofansif orta sahadan bozma Ferdi, ki bu maç hiç de kötü oynamadı, tek sol beki tüm defansif zaafları ile Novak olan, açıkları olmayan, orta sahasında Zajc, Meyer, Crespo gibi iyi niyetrli fakat kapasitesi sınırlı ve üretemeyen oyuncuları olan, hücum hattında üçte üç karavana olan Serdar, Berisha ve Rossi olan, futbol kamuoyunun baskısı sonrası utanmadan 4-3-3 oynamaya çalışan, bunu oynarken de Mesut'u sol açlık oynatmak durumunda kalan bir takıma bakarak söylüyorum.
Yapılması gereken derhal bu camianın evladı olmayan (!) bir yabancı hoca ile anlaşmak, onunla kendi doğrularına göre bir sistem ve takım oturtmasına izin vermek ve gerçekçi bir şekilde kupaya ve Konferans Ligi'ne odaklanmaktır. Bir önceki yazımda uzun uzun açıklamaya çalıştım; bu takım birbirine ve hocasına inancı olduğu müddetçe birkaç transferle toplanır ve en azından bu sene artık şampiyon olamasa bile geleceğe yönelik bir plana sahip olur. Gönderilmesi gereken pek çok oyuncu var ama sayısı bundan evvelki üç sezonda gönderilenlerde daha fazla değil; bir şekilde halledilir yani. Pereira da başka bir mecrada yarım kalmış başka bir işi kaldıysa onu halletmek için bavulunu toplar.
O kadar yapılması gereken saydım ama en önemlisini sona bıraktım. Ali Koç, 4 sene önce artık canına tak etmiş durumda olan bu camiaya umut oldu ve söz konusu Fenerbahçe olduğunda "The Shawshank Redemption" filminin unutulmaz repliğindeki gibi umut çok tehlikeli bir şeydir. Derhal bir olağanüstü kongre kararı alınmalıdır; aday olursa bu bir güvenoyu yoklaması olur ama olmazsa bu belki de gerçekten umut olur! Bu saatten sonra bu durumu ne kadro dışı kararları, ne hoca değişimi ne de transfer temizler.