Avrupa'da bir kente uzun süre sonra tekrar gittiğimizde ilk hissettiğimiz "güven" duygusu olur. Çünkü aradan yıllar geçse de hiçbir şey değişmemiştir. Garlar, meydanlar ve civardaki büfeler bile neredeyse aynıdır! Hatta eğer hayattaysa, hep gittiğimiz İtalyan lokantasında bizi aynı şef garson karşılayacaktır!
Tuhaftır elbette... Biz ki İstanbul'a birkaç ay uğramasak kırk yıllık mahallemizi farklı buluruz. Bir pastane kapanmış, yerine çiğ köfteci açılmıştır. Otobüs durağının yeri muhakkak değişmiş, trafik farklı sokaklardan akar olmuştur. Doğup büyüdüğümüz şehirde, turist gibi yol tarifi sorarız!
Önü cami, arkası gökdelen!..
Nitekim "kent" kavramı hakkındaki kafa karışıklığımızı en güzel özetleyen, eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün İtalya anısıdır. Yurda döner dönmez bir tweet atan Gül, Roma'da ne bir gökdelen ne de bir AVM gördüğünden hayretle bahsedecek, ihtişamlı binaların nasıl korunduğuna şaşacaktır.
Şaşmakta da haklıdır. Çünkü biz "kentleşme"yi "betonlaşma" olarak bilir, öyle severiz. Ne kadar yeni bina, o kadar medeniyet der; "İnşaat ya Resulullah" mottosuyla Bakırköy sahilini bile beton perde ile öreriz. "Osmanlı torunları" olarak bu uğurda gerekirse "ata yadigârı" Sultanahmet'in fonunu gökdelenlerle süslemekten de çekinmeyiz.
Kent evde başlıyor, AVM'de bitiyor
Mamafih Konda'nın yayınladığı son araştırma verileri, giderek "kentleşsek" de aynı ölçüde "kentli"leşmediğimizi net olarak gösteriyor. Ülke nüfusunun artık neredeyse yüzde 65'i kentlerde yaşasa da örneğin "yer sofrası" geleneğinin hâlâ yüzde 40'tan fazla tercih edildiğini Konda anketinde bulabiliyoruz.
Kadınların yüzde 70'inin, erkeklerin yüzde 54'ünün görücü usulü ve "büyüklerin kararıyla" evlendiği bir toplumdan söz ediyoruz. Nüfusun yüzde 90'ı yurt dışına çıkmamışken "Tatillerde memlekete, ailemin yanına giderim" diyenler ağır basıyor. Bu bile yaşadığımız şehre hâlâ daha tam "ait" olmadığımıza işaret ediyor.
Aileyle lokanta ve kafeye gitmeyi pek sevmeyen bir toplum olduğumuzu aynı araştırmadan öğreniyoruz. En sevdiğimiz hafta sonu aktivitesi sorulduğunda ise "akraba ve AVM ziyareti" yanıtı alınıyor. Yani bugün birçoğumuz için kent, evde başlıyor ve alışveriş merkezlerinin yapay caddelerinde sona eriyor.
TIKLAYIN - KONDA araştırması: Hayat Tarzları / Toplumsal Cinsiyet
Genişleyen gerçekten 'kent' mi?
Konda'nın "Toplumsal Cinsiyet Raporu" adı ve "Hayat Tarzları 2018" alt başlığıyla yayınlanan araştırması, son 10 yılda kadınların görece özgürleştiğini, eğitim ve iş hayatına daha çok katıldığını göstermesi açısından sevindirici. Ancak "kentlileşme"nin "betonlaşma"yla eş oranlı artmadığını bir kez daha kanıtlıyor.
Böylece milyon dolarlarla oynayan yeni zengin kesimin altın varaklı "mevlit"leri, Instagram'da dolaşan debdebeli kına geceleri de daha iyi anlaşılıyor.
"Şehir genişliyor" zannıyla kendi İç Anadolu'muzu Sultanbeyli'de inşa ediyor, Sancaktepe ve Sultangazi gibi adlarla Çorum'umuzu, Bayburt'umuzu İstanbul'a taşıyoruz.
Bu çerçeveden bakıldığında, siyasal İslam'ın son 17 yılda İstanbul'u ve onun yerleşik kültürünü nasıl acımasızca tahrip ettiği de yerli yerine oturuyor. Beyoğlu gibi bir değeri "saç ekim merkezi"ne çevirip baklavacı vitrinleriyle donatan anlayış, sırf canı istedi diye çok değerli havalimanını yıkıp kentin kuzey ormanlarına "yeni"sini inşa ediyor, "Ben yaptım, oldu!" diyor.
Diyanet ve İnşaat Partisi: DİP!
Şimdi aynı anlayış, çıtayı daha da yükseltip "Kanal İstanbul" ile kente geri dönüşü olmayan bir darbe vurmaya hazırlanıyor. Aklı başında tek bir kişinin bile çıkıp "Şöyle bir faydası var" diyemediği bir "mega proje" için şehrin kuzeyden güneye kazılması (!) ve çıkan toprakla Marmara Denizi'ne yeni adalar "inşa edilmesi" (!) planlanıyor.
Ve başta bilim insanları olmak üzere toplumun birçok kesimi karşı çıksa da Kanal İstanbul, ihale aşamasına gelebiliyor. Kentli değerlerle en ufak bir ilgisi olmayan Diyanet ve İnşaat Partisi (DİP!), bu projenin peşini bırakacağa benzemiyor.
Son yerel seçimde kentlileşme kültürü ve demokrasi refleksi açısından harika bir sınav veren İstanbul, bu badireyi de atlatabilecek mi, bilinmez. Ama Kanal İstanbul'u "Şu ana kadar kente edilmiş tüm ihanetlerin 100 katı" diye niteleyen Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu, toplumdaki yaygın tepkiyi dile getiriyor, İstanbul'un sahipsiz olmadığını hatırlatıyor.
İşin en garibi, çağdaşlık "kılık kıyafet" demek değildir diyerek iktidara gelen siyasal İslam, şimdi "beton" ve "rant"ı medeniyet gibi göstermeye çalışırken tüm yolları tüketiyor ve zaten darmadağın İstanbul'u üç parçaya bölecek bir "kanal"dan medet umuyor.
Kadim sevgilimiz Dersaadet için varoşlaşmada dibin de dibi var mı, yoksa "DİP"in sonuna nihayet gelindi mi? Cevabı "Kanal İstanbul"da bizleri bekliyor
TIKLAYIN - Sosyal medyada 'AKP dünyayı yönetseydi ne olurdu' esprisi