Türk Dil Kurumunun Büyük Türkçe Sözlüğüne baktığımızda bilim kurgu “gelecek çağları, yapılan düşsel yolculukları konu alan, insanlığın evrimini, bilimsel gelişmelerin sonuçlarının ne olacağını göstermek ereği güden anlatı türü” olarak tanımlanıyor. Sözlük anlamının ötesine taşıyan bir zenginliğe sahip bilim kurgu. Günümüzü anlamamıza ve gündemimizi meşgul eden sorulara, sorunlara yönelik bakış açışımızı zenginleştiren bir içeriği bulabiliyoruz bilim kurgu içerisinde. Amerikalı ünlü bilim kurgu yazarı Philip K.Dick’in roman ve öykülerini göz attığımızda tarih, adalet, demokrasi, çevre gibi günümüz gündemini oluşturan konulara alternatif bakış açılarının sunulduğunu görebiliyoruz. Yazarın Androidler Elektrik Koyun Düşler mi? romanından senaryosu uyarlanan 1982 tarihli ünlü Blade Runner’da Harrison Ford’u organik yaşamın sona erdiği bir dünyada varlık mücadelesi verirken takip ederiz, yazarın kısa hikayesinden uyarlanan Gerçeğe Çağrı (Total Recall) filmlerinin 1990 yılında uyarlanan versiyonunda Arnold Schwarzenneger’in, 2012 yılında uyarlanan versiyonunda ise Colin Farrel’ın peşinden yönetim tarafından kandırılan ve sömürülen halkın tam anlamıyla nefes almak için verdiği mücadeleye tanıklık ederiz. Yazarın başka bir kısa hikayesinden uyarlanan 2002 tarihli Azınlık Raporu (Minority Report) ise adalet duygusunu sorgular. Bir kişi tarafından oluşturulan veya bir kişinin eline bırakılan adalet acaba gerçek adalet midir? Günümüzde özellikle yargı sisteminin şekillendirilmesi ve Adalet Bakanlığı tekelinde yargı sisteminin yapılanması üzerine tartışmalar devam ediyor. Azınlık Raporu yargının tekelde toplanması ve muhtemel istenmeyen sonuçları üzerine kurgulanmış olması bakımından dikkat çekici.
1982 yılında kaybettiğimiz Philip K.Dick, yazdıklarıyla günümüzde cevap aradığımız sorulara hala yanıtlar vermeye, bizleri uyarmaya devam ediyor. Altıkırkbeş yayınları tarafından geçtiğimiz yıl Türkçe’ye kazandırılan Yüksek Şatodaki Adam kitabı yaşadığımız tarih çizgisine alternatif bir çizgi oluşturması açısından oldukça ilginç. 1961 yılında yazdığı romanında yazar basitçe şu düşünce üzerinden hareket eder: “Ya İkinci Dünya Savaşı’nı Almanlar ve Japonlar kazansaydı.” Yazar 1963 yılında bilim kurgu alanında verilen en önemli ödül olarak kabul edilen Hugo ödülünü almayı başarır. Kitabın sonunun gerçek bir son olmadığını kabul edip pek çok kez devamını yazmaya niyetlenen yazar kitaplarından birkaçına bu niyetle başlayıp sonradan konuyu değiştirmiş. En sonunda ise kitaba bir son yazamayacağına karar vermiş ve bu misyonu başka bir yazarın tamamlaması için bıraktığını belirtmiş. Kendisine neden kitabın devamını yazmaktan vazgeçtiğini sorduklarında ise "Naziler hakkında okuma yapmaya ve düşünmeye daha fazla tahammül edememesini” gerekçe göstermiş. Yazar içinde yaşadığı toplumun var olan tarihini bu bağlamda sorgulamış ve yorumlamış. İçinde yaşadığı toplum bu “kurgu”ya anlayışla yaklaşarak, hatta yazarın yaratıcılığını ödüllendirerek tutucu bir yapı içerisinde yer almaktansa teşvik etmeyi tercih etmiş.
Dogmatik bir yaklaşımla kutsal hale getirdiğimiz resmi tarih anlayışı toplumu ve toplum içerisindeki bireyleri sadece hayal kırıklığına uğratabilir. Bütün iktidarlar, tarihi, hiç bir şekilde sorgulamadan, bize sunulduğu resmi şekliyle kabul etmemizi beklemektedirler, oysa her türlü ideolojiden arınmış, resmi komplekslerini aşmış bir tarih öğrenimi, gelecek nesillerin içinde yaşadığı toplumu daha net görüp sahiplenmesine neden olacaktır.
Yüksek Şatodaki Adam romanından hareketle acaba hikaye devam etseydi nasıl bir şeyler yazılabilirdi sorusuna cevap aradığımda trajik daha doğrusu trajikomik olarak nitelendirebileceğimiz bir sona yani günümüze ulaşıyorum. Nihayetinde hikayeyi yazanlar değişmediği sürece bütün hikayelerin sonu aşağı yukarı aynıdır.
Yıl 2014. Şubat ayının on ikisi. İzmir’de bir çarşamba günü. Haberlerde Japonya ile Almanya arasındaki çılgın rekabetin ne boyutlara ulaştığını izliyoruz. Almanlar Akdeniz’i yeni tarım arazileri açmak için kuruttuğundan bu yana İzmir’in havası daha da sıcak hale gelmiş. Güneşe çıkmamaya dikkat ediyoruz. Büyük alışveriş merkezlerinde ve yüksek binalardaki küçük evlerimiz arasında gidip geliyor yaşam. Televizyonlarda aydınlarımız, politikacılarımız benimsedikleri görüşe göre ya Almanya’yı ya da Japonya’yı övüyor. Bir yandan uzayda iki medeniyetin yarışını izlerken bir yandan kredi kartları borçlarımızı ödemeye çalışıyor, nasıl Almanya veya Japonya haline gelemediğimizi sorguluyoruz. Televizyonlarda siyasetçiler ve aydınlarımız. Kimi Japonca, kimi Almanca alıntılarla aslında nasıl olmamız gerektiğine dair görüşleriyle dolduruyorlar ekranları.
Philip K. Dick
Yüksek Şatodaki Adam
Altıkırkbeş Yayınları, İstanbul, 2013
Resim: Philip K. Dick İllüstrasyonu http://brockis.com/portfolio/ adresinden alınmıştır.