UCM, bu üç kişinin savaş suçları ve insanlık karşıtı suçlar konusunda cezai sorumluluklar taşıdığına ilişkin makul gerekçeler olduğu yönünde karar vermişti.
Bütün dünyanın “barış anlaşması” diye kutsadığı Trump Planı’nın imza töreninden sonra bu konuda “imzacılardan” bir açıklama gelmedi.
Cumhurbaşkanı’nın uçağına doldurulan gazeteci süsü verilmiş maiyet memurlarının ellerine tutuşturulan “sorulabilir sorular” arasında da bu soru yoktu.
Cumhurbaşkanı’nın uçaktaki adamlarına irat ettiği nutukta da bu konuya hiç değinilmedi.
Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Burhanettin Duran, zirveden sonra yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şarm El Şeyh’te, Türkiye’nin barış, adalet ve insani değerlere dayalı duruşunu net olarak ortaya koyduğunu” söylemişti.
Bu durumda Netanyahu’nun soykırım ya da insanlığa karşı suçlardan sorumlu tutulması konusunda Türkiye’nin net bir tavrının olmadığını mı anlamalıyız?
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şarm el-Şeyh Barış Zirvesi'nde
İletişim Başkanlığı bu konuda lafı çok da dolandırmadan (yani azıcık da olsa dolandırabilir anlamında) net bir açıklama yaparsa hepimiz öğreniriz.
Şarm El Şeyh’teki Trump Barışı’nın imzacılarına genel bir bakış attığımda bu konuda hiç de umutlu olamıyorum.
Öyle görünüyor ki “barış uğruna” 21. yüzyılın en büyük insanlık suçunun üzerine bir şal örtülecek.
Yiyecek yardımı kuyruğundaki çocukları hedef gözeterek öldüren keskin nişancılar, onlara bu emri verenler evlerinde huzur içinde yaşlanacaklar; öyle mi?
Çoluk çocuk demeden on binlerce sivilin üzerine bombaları yağdıranlar, 21. yüzyılın ilk büyük etnik temizlik hareketinin peşine düşenler, Şarm El Şeyh imzacıları birlikte iyi fotoğraf verdiler diye unutulacak mı?
ABD Başkanı Trump, “barış” anlaşmasını kutsarken “3 bin yıllık savaşı sonlandırdık” diyordu.
Trump’a özgü bir zevzeklik denilip geçilebilir tabii ama ben yine de merak ettim 3 bin yıldır, kim kiminle savaşıyordu?
Birçok yorumcu ve politikacıya göre “en kötü barış” bile savaşa yeğlenmeli.
Böyle söylüyorlar ki olup biteni sessizce seyretmeye devam edebilelim.
Bu saatten sonra Gazze’de bir halkın kıyımı devam etsin, diyecek halim yok.
Ancak unutulan bir şeyi hatırlatmak zorundayım ki Gazze’de bir savaş yoktu.
Ben orada bir savaş görmedim.
Gördüğüm, bildiğimiz bütün askeri ahlak kurallarını bir kenara bırakmış bir ordunun, sivil halkın üzerinde uyguladığı acımasız bir şiddetten başka bir şey değildi.
Bir halkı, kökten yok etmeyi, yok edemediğini de vatanından sürmeyi hedefleyen acımasız bir şiddet!
Buna savaş diyemeyeceğim için imzalanan o şeye de barış diyemiyorum, kimse kusuruma bakmasın.
Öte yandan şunu da unutmamak gerek: Gazze’de ekilen şiddet tohumlarının günün birinde nerede patlayıp, fışkıracağını da asla bilemeyeceğiz.
Dünya barışını tehdit eden önemli çatışma noktalarının ezici çoğunluğunun temelinde Filistin sorunu yatıyor.
İslam coğrafyasında yaşayan halkların kendilerini ezilmiş hissetmelerinin gerisinde de bu var.
Hamas, IŞİD, El Kaide gibi terör örgütlerinin İslam coğrafyasının önemli bölümünde kendileri için meşru bir zemin bulabiliyor olmalarının nedeni de bu “ezilmişlik” hissi.
Radikal İslamcılardan tutun da Ortadoğu’nun bütün diktatörlerine kadar herkesin tepe tepe kullandığı şey Filistin’de insan onuruna yakışır bir barışın bugüne kadar sağlanamamış olmasıdır.
Filistin sorunu çözülmeden, bütün bu coğrafyaya egemen olan psikolojinin düzelmesine, radikal akımların yenilmesine imkân yoktur.
Bu gerçeği Hamas’ın hangi amaca hizmet etmek için yaptığını kimsenin anlayamadığı utanç verici vahşet de örtemez, Netanyahu hükümetinin fırsat bu fırsattır diye yaptığı soykırım da!
Filistin’de insanlar kendi topraklarında esir hayatı yaşıyor, hatta o esir hayatını bile doğru dürüst yaşamalarına izin verilmiyor.
Hâlâ böyle, Şarm El Şeyh’ten sonra da bir şey değişmedi!
Bu derece aşağılanmayı hiçbir halk hak etmez ve bunun yarattığı yenilmişlik duygusu silinmeden de Ortadoğu’ya huzur gelmez.
O ezikliği bir nebze yatıştıracak şey Netanyahu ve adamlarının yaptıklarının hesabının sorulması olabilir.
Bu yapılmadan kimse yatağında rahat uyuyabileceğini zannetmesin, Filistin’de sorun olduğu yerde durmaya devam ediyor!
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?
Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu
Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü.
12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı.
Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu.
1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı.
Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı.
1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü.
2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi.
2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı.
Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı.
"Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor.
|