04 Kasım 2019

Türkiye’nin Ermeni sorunu

“Bizim atalarımız öyle şeyler yapmaz” demek, sorumluluğu ortadan kaldırmıyor

ABD Temsilciler Meclisi’nin, “Ermeni Soykırımı” ile ilgili teklifi kabul etmesinin ardından paranoya yine hortladı.

Ermeniler toprak talep edecek, tazminat ödeyeceğiz vs.

Ve aynı sözleri bir kez daha dinledik: Bizi bağlamaz, yok hükmündedir, tarihi tarihçilere bırakın vs.

Eğer ABD Senatosu da aynı tasarıyı onaylar ve Başkan Trump da veto etmez ise ABD kuyruğa girmiş 32. ülke olacak.

Şu anda 31 ülke, 1915’te Osmanlı İmparatorluğu topraklarında yaşayan Ermenilerin başına gelenleri “soykırım” olarak kabul ediyor. Buyurun, isimleri burada:

Almanya, Arjantin, Avusturya, Belçika, Bolivya, Brezilya, Bulgaristan, Kanada, Şili, Kıbrıs (Rum), Çekya, Ermenistan, Fransa, Yunanistan, İtalya, Libya, Litvanya, Lübnan, Lüksemburg, Hollanda, Paraguay, Polonya, Portekiz, Rusya, Slovakya, İsveç, İsviçre, Suriye, Vatikan, Venezuela, Uruguay.

İçlerinde “müttefiklerimiz” de var, şu aralar pek sıkı fıkı olduğumuz Rusya da, çoğumuzun haritada yerini tam olarak gösteremeyeceği bazı ülkeler de var.

Ayrıca “devlet” sayılırlarsa 49 ABD eyaletini de buna ekleyelim.

Bugüne kadar resmi Türk tezi, bu iş ile ilgili kararın “tarihçilere bırakılması gerektiği.”

“Herkes arşivini açsın, ak – kara belli olsun vs.”

Gördüğünüz gibi bunu dinleyen de yok.

Çünkü, bu iş tarihçilere bırakılacak bir mesele de değildir.

“Soykırım yapma” kararı nasıl bir politik bir karar ise, “soykırımı tanıma kararı” da aynı şekilde politik bir karardır.

Tarihçiler oturup, belgeleri vs. inceleyebilirler tabii ve her tarihçi kendince bir karara da varabilir. Nitekim bu tarihçiler arasında “soykırım olmadı” diyenler de var.

Ama bu bir sonuç doğurmaz. Sonuç, siyasi kararlarla şekillenir.

Türkiye, siyasi olarak derdini en azından bu 31 ülkeye ve ABD’ye anlatamamış bulunuyor.

***

Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi, 1951 yılında imzalandı.

Türkiye de bu imzacılar arasında ve ancak imzaladığı sözleşmeden 50 yıl sonra ceza kanununa bununla ilgili hükümler koyabildi.

Bu sözleşme, uluslararası hukukta soykırım suçu işleyenlerin cezalandırılması ve suçun cezalandırılmasında zaman aşımı olmamasını öngörüyor.

Suç olunca, bir suçlu da lazım ki cezalandırılabilsin. Ve o da “devletin tüzel kişiliği” değil, suçu işleyen şahıslar ile ilgili bir durum.

Yani soykırım kararını alanlar, uygulanması için emri verenler ve en altta da bu emri uygulamak için elinden geleni ardına koymayanlar!

ABD Temsilciler Meclisi’nin kabul ettiği metinde bir suçlu tarif edilmiyor. Ermeniler soykırıma uğramış, tasarı bundan ibaret.

Bundan önce Türkiye’nin girişimiyle oylanmadan engellenen teklifler böyle değildi.

Osmanlı’yı, Jöntürkleri, İttihatçıları suçlu olarak tanımlayan ifadeler yer alıyordu.

Ermeni soykırımı suçunu kimin işlediği bu son ABD tasarısında muallakta.

Suçlusu olmayan bir suç tarifi var bu tasarıda.

Yarın siyaset rüzgârı tersine dönerse, aynı temsilci ve senatörlerin “Ermeniler kendilerini uçurumlardan attılar, intihar ettiler” kararı bile verebileceklerini biliyoruz.

PYD / YPG’nin günümüzdeki en ateşli savunucusu Senatör Lindsey Graham’ın, dört yıl önce Kongre oturumunda, Obama’nın Savunma Sekreteri Ashton Carter’ı “terörist PKK için müttefik Türkiye’yi kızdırmakla suçladığını ve bu nedenle Türkiye’nin haklı olduğunu savunduğunu” hatırlayalım.

***

Ermeni Soykırımı ile ilgili “Türk paranoyası” kendisini “toprak talep ederler, tazminat isterler” şeklinde ortaya koyuyor.

Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne göre üye devletlerin sınırları, diğer üye devletler için “değiştirilemez niteliktedir.”

Ermeni Soykırımı’nı herkes kabul etti diye, Türkiye’nin topraklarının bir bölümünü kimse Ermenistan’a vermeyecek, rahat olun.

Tazminat işine gelince.

Hatırlayan kaldı mı bilmiyorum ama bir ara Ermeni kuruluşları, ABD’li sigorta şirketleri aleyhine Ermeni soykırımı nedeniyle doğan tazminatların ödenmediği gerekçesiyle dava açmıştı.

Bu davalar sigorta şirketleri ve Ermeni kuruluşları arasında bir anlaşmayla sonuçlandı.

Bugüne kadar Türkiye aleyhine açılmış bir tazminat davası da olmadı.

***

Ermeni soykırımı, Ermenistan ve özellikle de diaspora Ermenileri için bir “kimlik” meselesi.

Ermeni milliyetçiliği durduğu sürece de bu iddia, tüm dünya reddetse de, herkes kabul etse de değişmeyecek.

Onun için “Eyvah Ermeniler dünyayı başımıza yıkıyor” psikolojisinden artık çıkmak gerek.

***

Ve gelelim meselenin esasına:

1915 öncesinde Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde 1,5 – 2 milyona yakın Ermeni yaşadığı tahmin ediliyor.

Bir iddiaya göre bunların 300 bini, bir başka iddiaya göre 600 bini, bir başka iddiaya göre 1 milyon 200 bini “tehcir – zorunlu göç” sırasında öldürüldü ya da kötü koşullar nedeniyle hayatlarını kaybetti.

“Karşılıklı katliamlardan” söz edenler de var.

İşin gerçeği şudur: Bu topraklarda yaşayan yüz binlerce Ermeni vardı, 1915’ten beri yoklar.

Karşılıklı katliamlar olduysa,  Ermeni çeteler de Müslümanları öldürdüyse, bunu önlemesi gereken ve “sadece suçluları cezalandırması gereken” de meşru devlet otoritesiydi.

Osmanlı devletini yönetenlerin, bölgede asayişten sorumlu olan mülki ve askeri yetkililerin üzerlerinden atamayacakları görev buydu.

Günümüzün “etnik temizlik suçu”, tam da buna karşılık geliyor.

“Bizim atalarımız öyle şeyler yapmaz” demek, bu sorumluluğu ortadan kaldırmıyor.

Biliyoruz ki her milletin ataları, utanılacak çok şey yaptı.

Kızılderililer, İnkalar, Mayalar, Cezayirliler, Çerkesler, Balkan Türkleri, Yahudiler, hangi birini sayayım?

Modern Türkiye Cumhuriyeti’ne düşen, hayatını “tehcir – zorunlu göç” sırasında şu ya da bu nedenle kaybedenlerin anılarına saygı duymaktır.

Siyasi ve hukuki olarak 1915’te yaşananların “soykırım” olmadığını savunmak elbette mümkün.

Ancak, olanları ve ölüp giden insanları yok saymak, yaşananları inkâr etmek ahlaki bir tutum değil.

Türkiye’nin Ermeni sorunu esasen bundan kaynaklanıyor.

Hayat siyah ve beyazdan oluşmuyor, arada kalan gri alanların da bin bir tonu var.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

Suriye’nin artık zamana ihtiyacı var

HTŞ lideri Colani’nin “değiştik, eskisinden farklıyız” iddiasını ortaya koyabilecek fırsatı bulabilip bulamayacağı da şu an için belirsiz. Türkiye’nin desteklediği Suriye Milli Ordusu’nun içinde yer alan grupların da “demokrasi aşkıyla” yanıp tutuşmadıklarını söyleyebiliriz. Yani Suriye’de taşların yerine oturması için önümüzde çok zaman var

"
"