Ekrem İmamoğlu ile Binali Yıldırım arasındaki “televizyon tartışmasını” kim kazanır?
Önce şunu kabul etmek gerekiyor: Bu tür tartışmalar, kararsızlar için yapılır, kararını vermiş olanlar için değil.
Siyasi kutuplaşmadaki yerini seçmiş ve oy kullanarak, mitinglere katılarak, parti amblemi ya da liderinin resmini vs. taşıyan malzemeleri kullanarak, mahalle kahvesinde ya da aile sohbetlerinde insanları kendi görüşüne çekmeye çalışarak bu seçimini bir tür eyleme de dönüştürmüş bir kişinin, bir televizyon tartışmasıyla fikrini değiştirmesini beklememelisiniz.
Bu tartışma kararsız kalıp oy vermeye gitmeyenleri ya da ilk seçimde başka adaylara oy verenleri etkilemek için yapılıyor.
Onun için normal seçim kampanyasında söylenenler ve verilen vaatlerden daha fazlasını ortaya koymak gerekiyor.
“Fazlasını” derken nicelik ile ilgili bir fazlalıktan söz etmiyorum tabii. Ona “açık arttırma” diyoruz zaten: İmamoğlu’nun ulaşım indirimi vaadinin, AKP’li İBB Meclis üyelerince arttırılması gibi!
Haberlere bakılırsa ortaklaşa seçilen İsmail Küçükkaya tartışmayı yönetecek ve adaylara aynı soruları soracak. Soruların önceden adaylar tarafından üzerinde anlaşılmış sorular olması da büyük olasılık.
Adayları sıkıştıracak, sinirlendirip, kamuoyuna gerçek yüzlerini ve fikirlerini gösterecek sorular olmayacak yani.
Dolayısıyla sorular yanıtlanırken iki aday da ne söylemesi gerektiğini çalışmış olacak.
Binali Yıldırım’ın anlaşılmaz ve neresine güleceğimizi bilemeyeceğimiz esprilerini duymayacağız. Ekrem İmamoğlu’nun nereye istersen oraya çekilecek yanıtları da olmayacak.
Geriye kalıyor sempati yaratma meselesi. Farkı belirleyecek bu olacak.
Binali Yıldırım bakanlık, başbakanlık tecrübesini ortaya koyacak. Ama bu aynı zamanda onun “yaşlı” olduğunun da altını çizecek bir durum.
Zaten kampanyanın başından beri bu görevi istemeden yerine getiriyormuş gibi bir hali var.
Yorgun ve yaşlı görünüyor. Bunun üstesinden nasıl gelecek, bence kendisi bile bilmiyor.
Bir de bunun üstünde bizim politikacılarımızın pek önemsediği “devlet ciddiyeti” meselesi var.
Onun da bir dezavantaj olacağını şimdiden söyleyebilirim çünkü geçen seçimde oy kullanmayan ya da küçük partilere oy veren marjinal seçmen için bu özellik en itici özellik!
Ekrem İmamoğlu’nun bu açılardan bakıldığında büyük bir üstünlüğü var: Genç, bir şeyler başarmaya hevesli ve kararlı görüntüsü var. Konuşmaları canlı. Hevesini karşısındakilere geçirebiliyor.
Sakin kalmayı ve gülümsemeyi başarabilirse, bu özellikleriyle Binali Yıldırım’ı zor duruma düşürecektir.
Basit ve anlaşılır yanıtlar vermek için çok çalışmalı.
Aktrollerin cümleleri nasıl kesip biçip bambaşka anlamlara çektiklerini unutmamalı. Bunu engelleyecek şey basitlik ve açıklıktır. Kısa cümlelerdir.
Çok vurucu konuşmasına, edebiyat parçalamasına gerek olmadığını aklında tutarsa, söylediklerini en ilgisiz vatandaş bile anlayabilir. CHP’li politikacıların çoğunlukla başaramadığı bir şeydir bu.
Evet bahisleri açıyorum: Bence İmamoğlu, gençliğini ve başarma isteğini izleyiciye geçirebilirse bu tartışmanın açık ara galibi olur.
***
“O ses” bir süre susacak, tadını çıkaralım
AKP’nin İstanbul’da yapacağı mitinglerin programı belli olmuş. Programda partinin genel başkanı Recep Tayyip Erdoğan yok.
Bunun işaretleri bir süredir yandaş medyada veriliyordu zaten.
Belli ki maiyet yazarlarına kamuoyunun bu yönde hazırlanması için bir şeyler fısıldanmıştı.
Ekrem İmamoğlu, Erdoğan’ın dengi değilmiş de onun için bu kampanya sırasında Erdoğan onu muhatap almayacakmış, türünden gevelemeleri yazıp, çizdiler.
Sanki 31 Mart seçimleri sırasında İmamoğlu’nu muhatap alan başkasıymış gibi!
Binali Yıldırım’ın kaybettiği 31 Mart seçiminden önceki iki gün boyunca İstanbul’un her ilçesinde, devlet gücünün bütün ağırlığını da hissettiren mitingleri yapan da Erdoğan değil miydi?
Erdoğan’ın bu “geri çekilme, tam siper olma” taktiğiyle ilk kez karşılaşmıyoruz.
Hatırlarsınız, 7 Haziran 2015 genel seçiminin ardından 1 Kasım 2015 günü yapılan yenileme seçiminde de benzer bir yol izlenmişti.
7 Haziran seçiminin kaybedeni aslında bütün kampanyayı şahsı üzerine kurup, yürüten Recep Tayyip Erdoğan idi.
1 Kasım yenileme seçiminde geri planda kaldı, ortalıkta pek görülmedi.
31 Mart 2019 seçiminin kaybedeni de kuşkusuz ki Recep Tayyip Erdoğan’ın küçük ortağıyla birlikte kurduğu “Türkiye’nin geleceği tehlikede” stratejisiydi.
Erdoğan için her şeyi söyleyebiliriz ama iktidarda kalma içgüdüsünün muazzam olduğu da bir gerçek.
Aynı şeyleri tekrarlamanın, aynı sonucu vereceğini diğer tüm siyasetçilerden iyi biliyor, gerektiğinde propagandasını 180 derece değiştirebiliyor.
Bakın daha bir ay önce “Kürdistan diyen Kuzey Irak’a gitsin” diyordu, bugün Binali Yıldırım’ın aniden kabaran Kürt sevgisine tebessümle bakabiliyor!
Onun gibi egosu tavan yapmış bir siyasetçinin bunu içine sindirmesinin kolay olmadığını tahmin edebilirsiniz.
Şimdi de miting yapmayacak olmasını “yurtdışı gezileri” ile açıklıyorlar ama biliyoruz ki iktidarı koruması için eğer miting meydanlarında yatıp kalkması gerektiğini düşünseydi o gezilerin hiçbirine gitmezdi.
Şimdi kendisini geri çekiyor.
Ve anlaşılıyor ki bu seçim ile ilgili olarak da büyük bir ümit beslemiyor.
Ağırlığını ortaya koymaktan kaçınmasının bir nedeni de seçimi büyük olasılıkla kaybedeceklerini görmüş olması.
Seçim sonrasında kendi varlığının tartışılmasının önüne geçme isteği bu.
İstanbul pastasını kaybetmenin bu partideki çıkar ortaklıklarını zedelemesi kaçınılmaz ve o süreçte kendi varlığının tartışılmasını da istemiyor olmalı.
Öyle görünüyor ki “o ses” kısa bir süre için de olsa kulaklarımızı işgal etmeyecek. Tadını çıkaralım derim!