Suç örgütü yöneticisi Sedat Peker, Hürriyet binasına yönelik saldırıyı, bir milletvekilinin talimatıyla gerçekleştirdiğini söyledi.
Bu kısacık cümle, bizimki gibi eksik demokrasi ülkelerinde mafya ile siyaset arasındaki tipik ilişkiyi özetliyor aslında.
Siyaset, kendisi için gerekli gördüğünde muhalefeti sindirmek, korkutmak için mafyayı kullanır; mafya da kendi kirli organizasyonunu başına polis ve hukuk musallat olmadan yürütebilmek için siyasetin gücünden yararlanır.
Gazeteci ve politikacılara yönelik son şiddet olaylarında buna dikkat çekmeye çalışmıştım.
Bu saldırılarda soruşturma öyle yürütüldü ki gazeteci ve politikacılara saldıranlar, sanki oradan tesadüfen geçen bireylermiş gibi kovuşturuldular, ellerini kollarını sallayarak mahkeme salonundan çıkıp, gittiler.
İleride bu saldırıların da tıpkı Hürriyet'e yönelik saldırı gibi organize suç örgütünün marifeti olduğunu göreceğiz; çünkü başka türlüsü olamaz.
O vakit de bunun organize bir faaliyet olduğunu söylemiştik ancak soruşturma sanki bireysel suçmuş gibi yürütüldü.
Benim merak ettiğim konu, Hürriyet soruşturmasını yürüten polis müdürünün ve bu dosyayı yargıya taşıyan savcının bu itiraftan sonra yüzlerinin kızarıp, kızarmadığı.
Polis müdürü işini dürüstçe yapmadı, yeminine sadık kalmadı, vergilerimizle ödediğimiz maaşını hak etmedi.
Aynı şekilde savcı da dürüstçe görevini yerine getirmedi, vergilerimizle ödediğimiz maaşını hak etmedi.
Hepimizin gördüğünü neden göremediler? Saldırı emrini veren siyasi odak mı ellerini, kollarını, gözlerini bağladı?
Kendilerince akıl yürütüp, hükümetin bu saldırıyı zımnen onayladığını düşündükleri için mi kanunların emrettiğini yerine getirmediler?
Gerçekten merak ediyorum, o soruşturmayı yürüten savcı ve polis müdürü şimdi hangi görevdeler?
Siyaset, bulundukları yeni görevlerinde de gözlerini bağlıyor mu?
Yeni görevlerinde de mafyanın suçlarını görmezden gelmek için başlarını başka tarafa çeviriyorlar mı? Bunun karşılığında ne elde ediyorlar? Daha yüksek makam mı, daha fazla para mı?
Vicdanları rahat mı, huzur içinde çocuklarının yüzüne bakabiliyorlar mı?
* * *
Gündemi değiştirmeye yeter mi?
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 19 Mayıs kutlaması için gençlerle yaptığı toplantıda FETÖ'den önemli bir ismin yakalandığını söyledi.
"Şu anda elimizde, kimi yakaladık, onun açıklamasını yapacağız" dedi.
Böyle gizli örgütlerde üst kademe yöneticilerini yakalamak önemlidir, buna kuşku yok.
Ve ondan alınacak bilgiyle operasyonları derinleştirmek de mümkün olabileceği için polis bu tür bilgileri gizli tutar.
Kimi yakaladığını ancak ondan sonra açıklar.
Ancak Cumhurbaşkanı, şimdiden bunu açıklamış.
Kimin yakalandığını söylemiyor ama FETÖ'nün üst düzey yöneticisi olduğunu söylediği için, örgütün hâlâ ifşa olmamış unsurları bu bilginin açığa çıkması nedeniyle yakalanmamak için tedbirlerini arttırırlar.
Bu durumda ismin gizli kalmasının polis açısından bir önemi de kalmaz.
Cumhurbaşkanı, dilini tutup, böyle birisinin yakalandığını ismiyle birlikte açıklayabileceği zamana kadar beklemeliydi.
Öyle yapmadı.
Kamuoyunu meşgul edecek kadar önemli bir isim olduğunu söylediğine göre gündemi değiştirmek için fırsat kolluyor anlamına geliyor bu.
Ne dersiniz, Sedat Peker-Süleyman Soylu söz dalaşının yarattığı gündemi bu yolla örtmeyi deneyebilir mi?
* * *
Hâkimler ve Savcılar Arpalığı
Hâkimler ve Savcılar Kurulu'na TBMM tarafından seçilecek 7 üye için, partiler arasında anlaşmaya varılmış.
Haberi okuyunca sevindiğimi söylemeliyim.
Nihayet siyasetin sorunları çözmek için yapıldığını bizim partilerimiz de kabul ettiler, oturup kendi aralarında konuşarak, hukuk konusunda en ehliyetli üyeleri bu kuruma seçecekler diye!
Erken sevinmişim, öyle değilmiş.
At pazarlığı yapmışlar, dördünü iktidar bloğu, üçünü muhalefet seçecekmiş!
Belli ki HSK partilerimiz tarafından yargının bağımsızlığını sağlayıp, üzerine titreyecek bir kurum olarak görülmüyor.
Bu kurum da bir tür arpalık olacak.
Seçilen üyeler bunun sefasını sürerken, HSK, iktidarın emrinde bir kurum olmaya devam edecek.
Yargıç güvencesi, savcı teminatı filan hak getire!
Dört bizden, üç sizden usulü seçilen HSK'dan ne kadarını bekleyebilirsek, o kadarını bekleyeceğiz demek ki!