13 Şubat 2019

Ham demirden gümüş olmaz!

Ülkeyi tek başına yönetme yetkisini verdiğimiz kişi, sorunun ne olduğunun farkında bile değil

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan söylediklerine gerçekten kendisi de inanıyor mu, yoksa seçmenlerinin bidon kafalı olduğunu mu düşünüyor, bilemiyorum.
Hangisi daha kötü bir duruma işaret ediyor derseniz, birincisi derim.
Çünkü seçmeni bidon kafalı sanmak, çok yakın gelecekte o seçmenden bir daha yüz bulamamak sonucunu doğurur ki bir demokraside olması gereken budur.
Öte yandan, eğer bunları gerçekten inanarak söylüyorsa, memleketin geleceğinden ciddi olarak endişelenmeliyiz.
Çünkü ülkeyi tek başına yönetme yetkisini verdiğimiz kişi, sorunun ne olduğunun farkında bile değil, bir hayal aleminde yaşıyor. Halüsinasyonlar, sanrılar içinde!
Sanrı: Uyanık bir kişinin, kendi dışında var sandığı ancak gerçekte olmayan olguları algılaması, bunları gerçekmiş gibi yaşaması hali. Frenkçesi halüsinasyon!
Dün Kastamonu’da konuştu, bakın ne dedi:
“Bugüne kadar hiçbir meselede Türkiye’yi istedikleri gibi eğip bükemediler. Baktılar, kur, faiz, algıyla olmuyor, patlıcan, domates, biber üzerinden ülkemizi ters köşe yapmaya çalışıyorlar. Bu hamleyi boşa çıkardık mı? Şimdi artık çadırlar kuruldu.  Marketlerde neler varsa tanzim yerlerinde satacağız çünkü bunlar terör estirdiler.”
Böylece son bağımsız Türk devletinin düşmanları arasına, üst akıl, dış güçler, üç harfliler, hainler, Geziciler ve entellerden sonra marketçiler de katılmış oluyor. Hayırlı, uğurlu olsun.
Cumhurbaşkanı, eğer bize numara yapmıyorsa bir hayal aleminde yaşıyor.
Ülkemizde tarımsal üretimi arttıracak diğer yandan da üreticiyi koruyacak politikaları aklına bile getirmiyor, patlıcan fiyatlarının artışından Türkiye’yi yıkmak isteyen dış güçleri suçluyor. Marketçiler de zaten onların adamı.
Onun için bulduğu çözüm de basit: Devlet, marketçi olacak!
Bir ara karşılaştıklarında Putin’e soruversin, “Gum mağazaları dönemi” nasıldı?
Kastamonu’da bir Kastamonu türküsünden de bir dörtlük okumuş:
"Kale kaleye karşı / Kalenin dibi çarşı / Gel beraber gezelim / Dosta düşmana karşı.”
Devamına da ben eşlik edeyim bari:
“Kaleden iniş mi olur / Ham demirden gümüş mü olur?”

***

İthal et, ithal soğan = Aç köylü

Cumhurbaşkanı ve arkadaşları, üretim arttırılmadan tarımsal ürün fiyatlarının kontrol edilemeyeceğini hala anlayabilmiş değil.
Üretimi arttırmak için de çiftçiyi desteklemek gerek: Ucuz mazot, ucuz gübre, ucuz ilaç, ucuz tohum – fide, düşük faizli tarımsal üretim kredisi.
Bunun başkaca bir yolu yoktur.
Geçtiğimiz aylarda soğan fiyatlarındaki artışın ardından polisiye yöntemlerin yanı sıra ithalat silahını da kullanmak istedi.
Soğan ithalatı serbest bırakıldı ve ilk ithal soğanlar dün Van’da pazara çıktı. Oradan da yakında diğer kentlerimize kamyonlar ile taşınacak.
İran soğanı Van’da şu anda kilosu 4 liradan satılıyor. Yerli soğanın fiyatı ise 5 lira.
Van’da bir litre dizel yakıt 6.29 lira. Van, İstanbul arası 1573 kilometre. Bir kamyon hava ve yol şartlarına göre değişmekle birlikte yaklaşık 500 – 550 litre yakıyor. Otoyol ve Yavuz Selim Köprüsü geçiş ücretlerini de ekleyin. Kamyon sürücüsünün / sahibinin bu işten hiç para kazanmayacağını da düşünmeyin tabii, onun da çoluk çocuğu var. Van’da 4 liradan satılan ithal soğanın, nakliye ve fireden sonra İstanbul’da kaça satılacağını kabaca bulabilirsiniz.
Peki o zaman ithal soğan ne işe yarar? Türkiye’de soğan üreticisinin üretmekten vazgeçmesine, soğan tedarikinde dış kaynaklara bağımlı olmaya!
Buyurun yepyeni bir örnek: Hükümet et fiyatlarındaki yükselişi gerekçe göstererek et ithalatına izin vermişti, hatırlayacaksınız.
Son sekiz yılda 102 bin 142 ton et ithal edildi.  1 milyon 892 bin 119 baş da canlı sığır ve koyun. Hepsi için 7 milyar 919 milyon 549 lira ödedik.
Bunun sonucunda karkas etin fiyatı 26 liraya kadar geriledi. Bunda Et ve Süt Kurumu’nun 28 liradan aldığı eti, et sanayicisine (sucuk, sosis, salam, paketli köfte vs. üretimi için) 20 liradan satması da rol oynadı.
Et üreticisi ise besi işinde olduğuna pişman. Hayvanını kestirebilmek için üç ay sıra bekliyor. Karkas etin kilosunu 25 liradan bile satamıyorlar. Besici sürekli zarar ettiği için artık bu işten çıkıyor. Çünkü Türkiye’de yem pahalı, nakliye malum.
Öte yandan hayvancılığın gelişmesi için kurulacak Embriyo Üretim Merkezi için ithal edilen 15 bin dişi inek, kesime gönderildi.
Şimdi ithalat silahı ne işe yaradı? Bir tek işe yaradı: Et sanayicisi ucuz ete kavuştu, besici hayvanlarını kesip bu işten çıkıyor.
Göreceksiniz, soğanda da öyle olacak.
İthalat, yerli üretimi vuracak, çiftçi soğan ekmekten vazgeçecek, iki – üç yıl içinde yediğimiz bütün soğanı ithal eder hale geleceğiz.
Çünkü Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları, bu işin nasıl çözüleceğini bilmiyor, biliyorlarsa da çözmek işlerine gelmiyor!

***

Bu bir “ceza” mı?

Barış İçin Akademisyenler bildirisine imza atan Galatasaray Üniversitesi öğretim üyesi  Dr. Gülsüm Güvenli ile ilgili dava sonuçlandı. Mahkeme, verdiği 1 yıl iki ay hapis cezasının uygulanmasını da erteledi.
Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğuna ilişkin listeye eklenecek bir karar daha: Bir akademisyen, düşüncesi nedeniyle kolayca cezalandırılabiliyor.
Mahkeme, Dr. Güvenli’nin bir şehit ailesini ziyaret etmesini de hüküm altına aldı.
Dr. Güvenli, ziyarete elbette gideceğini, çünkü amacının zaten bu tür ölümlerin durması olduğunu söylüyor.
Benim anlayamadığım şu: Mahkeme bir şehit ailesini ziyaretin ceza olduğunu mu düşünüyor?
Şehit ya da değil, bir ölünün ailesinin acısını paylaşmak “insanım” diyen herkesin yapacağı bir şeydir zaten.
Yoksa mahkeme, ceza verdiği akademisyenleri de kendisi gibi düşünmeyenlerin ölmesini isteyen bazı insanımsı tipler gibi mi zannediyor?
Şunu söyleyeyim: Bizim bu mahallelerde kimse, ölüme sevinmez. Her ölüm acıdır, her canlı yaşamayı hak eder, ölmeyi değil.
Zaten bu bildiri de bunun için imzalanmıştı: Gencecik insanların ölüm haberlerini almayalım diye!

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"