Melih Gökçek’in, MHP tarafından Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na aday gösterileceği ile ilgili dedikodular, muhalefet partilerinden ümidini kesmiş belli bir çevrede heyecan yarattı.
Kişisel görüşüm şu ki, MHP Gökçek’i aday göstermek istese bile Gökçek bu teklifi kabul edemez.
Sebebi ise Soğuk Savaş döneminin bir kavramında yatıyor: Dehşet dengesi!
Dehşet dengesi, soğuk savaşın, topyekun sıcak bir savaşa dönmemesinin nedenini tarafların sahip oldukları kitlesel imha silahlarının varlığına bağlayan bir kavram. İki taraf da nükleer silah kullanabilir, bunun sonucunda da kazanan olmaz, insanlık yok olma tehlikesi ile karşılaşır. Bu dehşet verici sonuç iki güç arasında denge yaratır, kimse elindeki silahı kullanmaz.
Gökçek’in AKP ile ilişkisinde de böyle bir yön olmalı.
Yoksa istifa ettirilmesi bu kadar kolay olmazdı. İstifadan sonra partide tutulması bile sorun olurdu.
Bülent Arınç’ın da gündeme getirdiği parsellerden tutun da henüz bilmediğimiz bazı eylem ve işlemlerin varlığı bunu sağlamış olmalı.
Nitekim AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı, Gökçek’in daha önce istifasını sağlayan sopayı dün NTV canlı yayınında şöyle gösterdi:
“Sözünü ettiğiniz kişi, bizim partimizde belediye başkanlığı yaptı, görevini bırakması istendi. Gökçek’in görevden alınması iş olsun diye istenmedi.”
Onun için Gökçek’in MHP’den aday gösterileceği haberleri bana gerçekçi gelmiyor.
AKP yöneticilerinin elinde her ne varsa, onlar Gökçek’in kendi başına hareket etmesini imkansız hale getiriyor.
Dehşeti dengeli hale getiren ise Gökçek’in bildiğini ima ettiği bazı şeyler olmalı.
Yazıcı’nın bu konuşması üzerine Gökçek de şöyle bir yanıt verdi:
“Ya sabır celle celalühü. Davama zarar vermemek için susmaya devam ediyorum. Benimle ilgili kamu oyununun önüne çıkamayacak bir suçum varsa açıklamazsan namertsin. Hadi yiğitsen devam et. Sabrımı taşırma. Vallahi tozunu atarım."
Gökçek “susmaya devam ediyorum” diyor ama aslına bakarsanız o da sopa sallıyor:
“Davama zarar vermemek için susuyorum.”
Demek ki onun da bildiği bazı şeyler var ve bunu açıklaması “dava” dediği şeye zarar verecek kadar da önemli.
Zarar vermekle de kalmayacak adeta tozunu atacak bir bilgi bu.
Bu beylerin bir süredir “dava” denince anladıklarının “kutsal AKP iktidarı” olduğunu da bildiğimize göre Gökçek’in kendine sakladığı bilgiler bu iktidarın birtakım karışık işleri olmalı.
İki taraf da karşı tarafı rahatsız eden bir şeyler biliyor ama bunu kendisine saklıyor.
Ne kadar yüce bir ahlak anlayışına tekabül ediyor, değil mi?
***
Fethullahçı çetenin yöntemleri bunlar
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Andımız” kararının zamanlamasına dikkat çekti, “5 yıldır neredeydiniz” diye sordu.
Doğrusunu isterseniz böyle bir incelemenin 5 yıl sürmesi pek akıl alacak bir şey değil.
Evet hepimiz biliyoruz ki yargı üzerinde ağır bir iş yükü var ama bu yine de bir dosyanın beş yıl sürünmesini açıklamaya yetmiyor.
Tabii unutmayalım ki sonuç olarak bu dosya, bir metnin okullarda okunup okunmamasıyla ilgili.
Yani gecikme varsa ki var ama hayati bir gecikme de sayılmaz.
Kimse bu nedenle mağdur olduğunu iddia edecek durumda değil.
Herhangi bir vatandaş bu karardaki gecikme nedeniyle telafi edilemez zararlara uğramış değil vs.
Ama bakın mesela Osman Kavala’nın durumuna: Bir yıldır hapishanede yatıyor.
Mahkeme, savcının bir dediğini ikiletmemiş, anında tutuklama kararı vermiş.
Peki suçu ne? Bilmiyoruz.
Bilmiyoruz çünkü Kavala hakkındaki iddianame tutuklu kaldığı bir yıldır yazılabilmiş değil.
Savcının çok mu işi var da bu iddianameyi yazamıyor?
Yoksa, savcı da iddialarının içinin boş olduğunu bildiği için mi bir iddianame ile ortaya çıkmayı göze alamıyor?
İkincisi olmalı.
Çünkü bizim memlekette artık resmen mahkum edilemeyeceklerini savcıların ve yargıçların da pekala bildiği insanlar böyle uzun ve ucu belirsiz tutukluluklarla cezalandırılıyor.
Tutukluluğu, cezalandırma aracı haline getiren, yalancı gizli tanık müessesesini yargılama düzenimize sokan Fethullahçı suç çetesi belki yargıdan silindi ama yöntemleri yaşıyor.
Kavala’nın gerçekten suç işlediğine dair elinizde deliller varsa ortaya koyun, yargılayın.
Bakın Suud rejimini canice gerçekleştirdikleri yargısız infaz için hepimiz eleştiriyoruz.
Bir insanı yargılamadan öldürmek ile yargılamadan uzun süre hapiste tutmak arasında bir fark olmadığını gerçekten göremiyor musunuz?
***
Şaka değil, gerçekten oldu
Siirt’te HDP’nin eski İl Genel Meclisi üyesi İdris İlhan, 13 Ağustos’ta şöyle bir tweet attı:
“Dolar yükseldiği için batmıyoruz, battığımız için dolar yükseliyor. Dolar: 7.15.”
Bunun sonucunda da önce gözaltına alındı ve sonra “terör örgütü propagandası yapmak ve Sermaye Piyasası Kanunu'na muhalefet etmek” suçlarından tutuklanıp, cezaevine kondu.
Şaka yapmıyorum, aynen öyle oldu.
Türkiye giderek dev bir cezaevine dönüşüyor.
Böyle uyduruk suçlamalarla insanlar tutuklanıp, hapse konuluyor.
Bu mesajda sermaye piyasası kanununu ihlal eden ne var?
Bu mesajın neresinde terör örgütü propagandası var?
Bunların hiçbirinin önemi yok.
Yapmak istedikleri şey açık: Korkuyu yaygınlaştırıp, herkesi susmak, itiraz edemez durumda bırakmak.
Rejim, gelecekte de ayakta kalabilmesinin yolunun herkesi korkutmaktan geçtiğini fark etmiş belli ki.
Korku-ecel ile ilgili atasözünü burada tekrarlamayacağım, bakarsınız sayın savcılar bu atasözünden de “silahlı tehdit” suçu icat edebilirler.