29 Ocak 2019

El kesesinden hayır yapmak!

Bizlerin parasıyla, siyasi amaçlarınız için kurduğunuz “şeylere” vakıf diyemeyeceğiz

Hazreti Ömer, Peygamber’in de onayıyla bir bahçesinin gelirini yoksullar için harcanmak üzere bağışladığında bugün “vakıf” dediğimiz kurumların öncülüğünü yapmıştı.
Birçok hayırsever, günümüzde de bu yolu izliyor, yaptığı hayrı sürekli kılmak için kendisine ait mülkleri vakfediyor.
Cumhurbaşkanı’nın oğlu Bilal Erdoğan’ın da adı sıkça vakıflarla birlikte anılıyor.
Bunların en meşhuru, TÜGVA.
Bilal Bey kardeşimizin yönetiminde olduğu ve faaliyetlerine etkin olarak katıldığı bir diğer vakıf ise okçuluk sporu ile ilgileniyor.
Ve Çiğdem Toker’in dün Sözcü’de yayımlanan yazısından öğreniyoruz ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB), bu vakıflara para yağdırmış.
Belediyenin 2018 yılı için hazırladığı bir raporda, 2018 sonuna kadar TÜGVA’ya belediye kaynaklarından yapılan yardımların toplamı 74,3 milyon lirayı buluyor.
Okçular Vakfı’nın payına da 16,6 milyon lira düşmüş.
İBB’nin “atanmış” başkanı Mevlüt Uysal’ın yönetiminde bulunduğu TÜRGEV’e 51,6 milyon lira, Cumhurbaşkanı’nın damadı Selçuk Bayraktar’ın başında olduğu T3 vakfına ise 41,4 milyon lira bağışlanmış.
Bu yardımların bir bölümü belediyeye ait bina vs.nin kullandırılması, bir bölümü vakıflara ait işlerin gördürülmesi şeklinde yapılmış. Bir bölümü de “nakit” bağış şeklinde.
Bu beylerin kişisel mal varlıklarını vakfedip, hayır işlerine girişmelerinde elbette bir sorun olmaz.
Ama burada açıkça görülüyor ki bizlerin paralarını kullanarak hayır yapmaya çalışıyorlar.
İşte bu olmuyor beyler!
Belediyenin sizlere bol keseden dağıttığı ayni ya da nakdi varlıkların sahibi İstanbul’da yaşayıp, vergi verenlerdir.
Bizlerin parasıyla, siyasi amaçlarınız için kurduğunuz “şeylere” vakıf diyemeyeceğiz.
Günün birinde şahsi varlıklarınızla elbette istediğiniz gibi vakıflar kurabilirsiniz ama bizim paramızla hayır kazanmanız, kusura bakmayın ama Allah’ı da, kulu da kandırmaya çalışmak demektir!
Kulları kandırmanın kolay olduğunu biliyorsunuz, bugünün tadını çıkarın.
Mahşer günü bunları nasıl açıklayacağınızı da şimdiden düşünmeye başlayın.
Hayır yapacaksanız, kendi paranızla yapın, milletin parasıyla değil. 

***

Eğitimliler, hurafeleri yutmuyor tabii

Nobel Kimya Ödülü sahibi Prof. Dr. Aziz Sancar, 26 Mayıs 2016’da Hürriyet’te Nuran Çakmakçı’nın sorularını yanıtlarken şöyle demişti:
“İslam Dünyası’nda 500 yıldır bilime doğru dürüst katkı olmadı. Nedenini bilmiyorum ama bu bir gerçektir. Biz de ülke olarak, 500 yıllık Osmanlı ve Türk tarihinde bilime önemli katkılar yapmış değiliz.”
Prof. Dr. Sancar’ın “bilmediği nedeni”, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın bedava dağıttığı “Peygamber ve Gençlik” kitabından öğrendik.
Kitapta eğitim seviyesi yükseldikçe, dinden uzaklaşıldığı anlatılıyor ve şöyle deniliyor:
“Tahsil ile dindarlık arasında ters yönlü bir ilişkiden bahsedilebilir. Seküler alanlarda yüksek tahsil yapmanın genel anlamda dindarlık, özelde dini inanç ve ibadetler üzerinde olumsuz etki yaptığı tespit edilmiştir.”
Bu durumda dinden çıkmamak için mecburen bilimden de uzak duruluyor demek ki!
Böylece bizler de daha bebeklikten yeni çıkmış çocuklara neden cami promosyonu yapıldığını, neden sözde dini eğitimin daha okuma yazma bile öğretilmeden başlatılmak istendiğini de öğrenmiş bulunuyoruz.
Belli ki eğitim düzeyi arttıkça, din diye yutturmaya çalıştıkları hurafelere inananların sayısı azalıyor.

***

Dertleri seçim kazanmak değil

CHP’nin politik bir partiden daha çok siyaset de konuşulan bir tür özel kulübe benzediğini düşündüğüm için bu konuda pek yorum yapmıyorum.
Ama şubat ayına geldik, mart sonunda seçim var ve CHP daha hâlâ adaylarının tümünü belirleyebilmiş değil.
Belirlediği adayları da YSK’ya eksik bildirmesinin kuvvetle muhtemel olduğunu, geçmiş seçimlerden hatırlıyoruz.
Öyle görünüyor ki Türkiye ölçeğinde seçim kazanacak adayları belirlemekten daha çok, bir CHP’linin seçilmesinin garanti olduğu düşünülen yerlerle ilgili bir problemleri var.
Normal olarak seçimi kazanıp, iktidar partisine ağır bir darbe vurmak isteyen bir muhalefet partisi garanti yerlerden daha çok, garantili olmayan yerler için ince eleyip sık dokurdu.
Ama belli ki dert o değil.
Bu partide siyaset yaptığını zannedenler için parti içindeki iktidarı ele geçirmek, Türkiye’de iktidara oynamaktan daha çekici geliyor olmalı.
Hazine Bakanı kendisini ve dinleyicilerini nasıl kandırırsa kandırsın, bütün ekonomik veriler, Türkiye’nin ciddi bir ekonomik sıkıntı içinde olduğunu gösteriyor.
Çarşı, pazardaki fiyatlar “sel bastı, rüzgar çıktı” diye bu noktalara gelmiş değil.
İki üç marketi günah keçisi ilan etmekle de insanların yaşam seviyesi yükselmiyor.
Ve böyle bir ortamda muhalefet partileri, deyim yerindeyse at pazarlığı ile vakit harcadılar.
İktidarın havuzlarla yönettiği medyanın malum durumu nedeniyle, muhalefet partilerinin tanıtım olanakları son derece kısıtlı.
Üstelik karşılarında devlet olanaklarını sonuna kadar kullanacak bir rakip var.
Ve hâlâ “onu bana ver, bunu sen alma” tartışması içinde vakit harcıyorlar.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"