Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, beş Millet Bahçesi açtı ve “Gezi olaylarını yapanlar, ülkenin hayrına her işin karşısına dikilenler gelip şu millet bahçelerine baksınlar” dedi.
Ben Gezi olaylarını yapanlardan biri değilim. Çadırda bekleşen çocuklara bir iki kez börek götürmüşlüğüm var sadece.
Ülkenin hayrına yapılan her iyi işin de karşısına geçmek gibi bir adetim yoktur.
Ama buna rağmen bir ara bir foto muhabiri arkadaşım ile birlikte gidip millet bahçelerinden bir – ikisine bakmayı düşünüyorum.
İzlenimlerimi burada da aktaracağım doğal olarak. İyiyse iyi, kötüyse kötü.
Cumhurbaşkanı çevreci olmasının en güzel göstergelerinden birinin bu bahçelerin açılışı olduğunu da söylüyor.
Kusura bakmasın ama beş bahçe açmak ile çevrecilik aynı şey değil.
Hatta hatta 1275 millet bahçesi de açsa, çevreci sayılmayacaktır, bana inansın.
Şimdi Türkiye’nin en güzel koylarından birinde bir saray yaptırıyor.
Bu saray 300 odalı olacak. Demek ki içinde neresinden baksanız 300 – 500 kişinin yaşayacağı, çalışacağı bir saray kompleksi. Yazlık külliye!
Bu saray için dünyanın en güzel doğal limanlarından birinde iki tane dev iskele yapılacak.
Bu iskeleler için kazıklar çakılacak, kıyı şeridine beton dökülecek, kayalar taşınıp dolgu yapılacak.
Saray’a ulaşmak için açılan yollarda ve saray binalarının oturacağı alanlardaki güzelim çam ağaçları kesileli çok oldu.
Millet bahçesi yaptığınız Baruthane’de dikeceğiniz 100 ağaç, oradaki bir tek ağacın bedeli de sayılmaz.
Bu koca sarayın atık sularını arıtmak için bir kimyasal arıtma tesisinin de getirilip, o eşsiz ormanın içine konması gerek. Yani yine ağaçlar kesilecek.
O orman ve o koyun gerçek sahipleri olan sincaplar, kertenkeleler, su kaplumbağaları, balıklar, ayılar, tilkiler, türlü çeşitli kuş, cırcır böcekleri ve aklıma gelmeyen daha başka birçok canlı deyim yerindeyse yuvalarını kaybedecekler.
Oradaki küçük yazlık evi kullanan ilk Cumhurbaşkanı da siz olmayacaktınız. Sizden öncekilerin boncukları dökülmedi, oralarda tatil yaptılar diye.
Ama o evi yıktırıp, bir saray yaptırıyorsunuz.
O saraya harcanacak paranın sadece faiziyle, siz ve sizden sonra gelecek Cumhurbaşkanları memleketin en iyi otellerinde 100 sene tatil yapabilirdi.
Üstelik bir yazlık saray da İstanbul’da emrinize hazır iken!
“Çevreci oldum” demekle çevreci olunmuyor ne yazık ki.
***
Söyle söyle, ipe diz!
Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş, Mevlid – i Nebi haftasının tanıtım toplantısında şöyle konuştu:
“Kapitalizmin hayatı her yönüyle kuşattığı günümüzde, fark edilmenin bir aracı olarak lanse edilen tüketim ve gösteriş propagandasına en çok gençler maruz kalmaktadır.”
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da New York Başkonsolosluğunu ziyaret etti ve yıllardır biriktirdiğini tahmin ettiğim bir bilgiyi bizlerle paylaşmak inceliğini gösterdi:
“Tasarruf yapmasını toplum olarak da ülke olarak da hep birlikte öğrenmemiz gerekiyor” dedi.
Söylediklerini bulundukları makamlarda rahatlıkla gerçekleştirebilecek olanların kamuoyunun karşısına çıkıp böyle dersler vermeleri bana çok komik geliyor.
Gerçi gülünebilecek bir komiklik değil bu ama başka da bir kelime bulamadım, doğrusunu isterseniz.
Komik olan her şeye gülmediğimiz gibi bu komikliğe de gülmemiz gerekmiyor.
Diyanet İşleri Başkanı 57 yaşında ve gençlere “tüketim ve gösterişten uzak durmayı” öğütlüyor.
Ama kendisi manda kasa Mercedes makam aracı kullanıyor. Niye?
Mercedes’e değil de memleketimizde üretilen bir araca mesela Doblo’ya binerse söylediklerini ciddiye almayacağımızdan mı çekiniyor?
Dışişleri Bakanı “tasarruf edin” diyor ama tasarruf etmeyen bir yer varsa o da bir parçası olduğu Saray’dan başka bir yer değil.
Tarifeli uçaklarla rahatça gidilebilecek yerlere özel uçaklarla uçuluyor. Saray’ın garajı Mercedes’ten, Audi’den, BMW’den geçilmiyor. Saray bütçesi her sene katlandıkça katlanıyor.
Merak ettim, Dışişleri Bakanı’nın bir yıllık özel uçak masrafı ne kadar? Bunlar yerine tarifeli uçakla uçsaydı kaç lira harcayacak, kaç lira tasarruf etmiş olacaktı?
Beyler, oturduğunuz yerden atıp tutmak kolay.
Önce siz gereksiz harcamalardan kaçınarak topluma örnek olmalısınız ki ondan sonra verdiğiniz bu öğütlerin bir anlamı, bir değeri olsun.
Boş lafları, gaz bulutlarına sarıp ipe dizmeyi öneren atasözünü hatırlatmak istemem ama icraatla desteklenmeyen sözler, ciddiye alınacak sözler değildir, söylemiş olayım.
***
Diyanet ne diyor bu işlere?
Konya’daki Necmettin Erbakan Üniversitesi’nin Havacılık ve Uzay Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Karalı dün bir tweet attı:
“Aile hayatına yönelik bazı politikaları yanlış buluyorum. İyi bir çocuk yetiştirmek, iyi bir ev hanımı olmak, Bakan ya da Başkan olmaktan veya başarılı bir iş kadını olmaktan elzemdir, seçimlerde kadınlara oy vermeyeceğim.”
Fotoğrafı dün t24’deki haberde vardı, sakallı bir zat.
Pozitif bilimlerle uğraşmış, akademik kariyer yapmış, Havacılık ve Uzay bilimleri Fakültesi’ne dekan olmuş.
Böyle bir akademik kariyerden sonra fikirlerinin, İslam’ın kadınlarla ilgili bir dar bir yorumunda kalması tuhaf geldi bana.
Bunu eleştirebiliriz elbette ama sonuç olarak adam buna inanıyor ve inandığını doğru kabul ettiği için de açıklamaktan kaçınmıyor.
Peki memleketimizin diğer iman sahipleri ne yapmalı bu durumda?
Görev, kuruluş kanunu gereği Diyanet İşleri’ne düşüyor.
Diyanet bu görevini ihmal etmemiş ve Fetullah Gülen’in fikirlerinin, sözlerinin İslam dışı olduğunu zamanında söylemiş olsaydı, belki Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve daha birçok insanı kandırması da mümkün olmayacaktı.
Nitekim eski Diyanet İşleri Başkanı, Diyanet’in bu konuda eksiklikleri olduğunu söylemişti, hatırlarsınız.
Diyanet İşleri Başkanı çok geç olmadan bu soruların yanıtını vermeli.
Kendisi vakit bulamıyorsa bir yardımcısı da bu açıklamayı yapsa olur tabii.
Prof. Dr. Mehmet Karalı haklı mı? Müslümanlar, bu belediye seçimlerinde kadın adayları seçmeli mi, seçmemeli mi?
Kadının evi dışında bir iş hayatı olmalı mı? İslam dini bu konuda ne diyor?
Lafı kıvırtmadan bir yanıt verin ki kadın – erkek herkes bilsin, ne yapması gerektiğini.