11 Aralık 2020

Bunlara ya kendisi de inanırsa?

Bütün konuşmayı okuduktan ve sakinleşmek için bir adaçayı içtikten sonra bu açıklamaları yazıp, medyaya servis eden görevlileri uyarmanın boynumun borcu olduğuna karar verdim

Dünya İnsan Hakları Günü yurtta, yavru vatan Kıbrıs'ta ve dış temsilciliklerimizde kutlandı.

Böyle günleri kutlamayı çok severiz, siz de bu ülkede yaşadığınıza göre bilirsiniz.

Nitekim Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da kendini bu kutlama furyasından kurtaramadı.

Kendini o kadar kaptırdı ki yazılı açıklamasında "beyanname (İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi'nden söz ediyor) ile güvence altına alınan vazgeçilemez hakların kullanımına yönelik engellerin arttığını görüyoruz" bile dedi.

Bunu okuyunca beni de bir ateş bastı haliyle.

Tamam dedim, valiler, emniyet müdürleri yandı. Çünkü sabah ters tarafından kalkan gözüne kestirdiği yasakları bastırıveriyor.

Memlekette siyasi partilerin binalarına astıkları pankartlara bile karışıyorlar.

Basın açıklaması yapmak, protesto gösterisi yapmak polisten sıkı bir dayak yemek anlamına geliyor.

Sosyal medya devriyesine çıktıklarında, Indiana Jones filmlerindeki kelle avcıları gibiler!

Ama belli ki artık günleri sayılı, ne yaptıklarını Cumhurbaşkanı bile görmüş, "insan haklarına yönelik engellerin arttığını görüyoruz" demesi boşuna değil.

Konuşmasının şu bölümüne gelince de az kalsın küçük dilimi yutacaktım:

"Nefret dilinin medya organları ve devlet başkanı seviyesinde teşvik edildiği vahim bir tabloyla karşı karşıyayız."

Yaşadığım şoktan kurtulmamı bir arkadaşım sağladı.

Meğerse bunu sadece "darü'l – harpte" yaşayan Müslümanlar için söylüyormuş, bizi ilgilendiren bir durum yokmuş.

Ve Allah sizi inandırsın, Cumhurbaşkanı yazılı açıklamasında şunu da söyledi:

"Hukukun işleyişini hızlandırarak, hak arama yollarını genişleterek ülkemizi hak ve özgürlükler alanında 18 yıl öncesine göre çok daha ileri bir noktaya taşıdık."

Hak arama yollarının genişletildiğinden demek ki Osman Kavala'nın, Enis Berberoğlu'nun, Selahattin Demirtaş'ın filan haberi yok.

Ya da "hak arama yolu" o kadar genişletildi ki otomobil çarpar korkusuyla yıllardır karşıdan karşıya geçemiyorlar, onun için hâlâ hapisteler!

Bütün konuşmayı okuduktan ve sakinleşmek için bir adaçayı içtikten sonra bu açıklamaları yazıp, medyaya servis eden görevlileri uyarmanın boynumun borcu olduğuna karar verdim.

Bunları güzel yazıyorsunuz ama günün birinde Reis de bu yazdıklarınıza inanmaya başlarsa memlekette ne savcı kalacak, ne hakim. Valiler ve emniyet müdürleri deseniz hepten yandılar!

Hayali bile aksiyon filmi gibi; çıkacak kargaşayı düşünebiliyor musunuz?

* * *

Aman hocam dikkat, Gökkuşağı var!

Bu fotoğrafı önceki gün öğlen saatlerinde Bodrum Yalıçiftlik'te Barbaros Reserve'in üstünden çektim.

Arka arkaya üç gökkuşağı vardı ama ben ancak ikisini bir fotoğraf karesine sığdırabildim.

Acaba bu fotoğrafı yayımladım diye gören çocukların, büyüklerin cinsel yönelimleri değişir mi?

Ticaret Bakanlığı Reklam Kurulu, üzerinde bu renkler olan her türlü ürünün (+ 18) ibaresiyle satılmasını karar altına aldı.

Meğerse bir "aylak bakkal" malum tartı işleriyle uğraşmak yerine gökkuşağı temalı ürünlerin LGBTi+ çağrışımı yaptığını şikayet etmiş.

Onlar da bu kısıtlama kararını almışlar.

Neye dayanarak?

Bir yanıtı var ama bu yazıları çoluk çocuk da okuyabiliyor, onun için onu geçiyorum.

Bunu yapıyorlar, çünkü daha fazlasına şimdilik güçleri yetmiyor.

Bakın, sokağa çıkma kısıtlaması günü içki satışını yasaklamayı, "marketlerin alkollü içki satmasının haksız rekabete yol açtığı" gerekçesine bağladılar.

Peki içki satan büfelerin ve bayilerin kapalı kalmalarını neyle açıklıyorlar?

Onun da bir açıklaması yok çünkü o büfeler ve içki bayileri ile çerezcilerin, bakkalların arasında bir fark yok aslında.

Alış veriş için her yer açıkken, gözlerini bir tek içki satan büfelere dikmeleri de gökkuşağı renkli ürünlere yasak getirmeleri gibi.

Bunu yapıyorlar, çünkü daha fazlasına güçleri şimdilik yetmiyor.

Toplumu bu tür yasaklara yavaş yavaş alıştırmak peşindeler.

Ticaret Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı keyifleri öyle istediği için bunları yaparken Adalet Bakanı da "hukuk devletinden" söz ediyordu.

Hukuk devleti dediğiniz şey, vatandaşların keyfi uygulamalara maruz kalmamasıdır.

Adalet Bakanı'nın söylediği doğruysa bu uygulamaların gerçekleşmiyor olması gerekir.

Çünkü yaptıkları, kanunlar ve yönetmeliklerin devlet kurumlarına verdiği yetkiyi keyfi olarak kullanmaktır.

Hep söylüyorum, öyle olunca da ona hukuk devleti değil, polis devleti diyoruz.

* * *

Amedspor'dan, Webo'ya

Başakşehir futbol takımının yardımcı antrenörü Webo'ya yönelik ırkçı muamele üzerine bir hatırlatma yapacaktım ki Akif Beki, Karar gazetesindeki köşesinde hatırlattı.

Tembellik yaptığım için değil ama Akif Beki söyleyeceklerimi, söylemiş zaten.

Bu linkten ulaşabilirsiniz:

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"