23 Ağustos 2019

Badeci şeyh, badelenen müritler ve inanç özgürlüğü

Badeci şeyhe inanmak ile “yanmaz kefen” satan şeyhe inanmak arasında ne fark var?

İsmail Saymaz’ın yeni kitabı, Şehvetiye Tarikatı, kamuoyunda “Badeci Şeyh” diye tanınan adam ve cemaatinin öyküsünü anlatıyor.

Badeci Şeyh, gazetelerden takip etmiş olabilirsiniz, müritlerine kadın – erkek, evli – bekar ayırt etmeden oral seks yaptıran bir karakter.

Ve anlaşıldığı kadarıyla bu müritlerin gönüllü olarak katıldıkları bir eylem.

Ayin sırasında cezbeye kapılan müritler, Şeyh’e oral seks yaparak “rahatlıyorlar”.

Bütün haber ve yorumlarda, hatta Ertuğrul Özkök gibi bir sosyolog bile bu adamdan ve kurduğu tarikattan “sahte şeyh, sözde tarikat” diye söz ediyor.

Bir şeyin “sahte” olduğundan söz ediyorsak, önümüzde bunun bir de “gerçeği” olmalı ki kıyaslayıp, bu kararı verebilelim.

Hangi şeyhin gerçek, hangisinin sahte ya da hangi tarikatın sözde, hangi tarikatın özde olduğuna kim karar veriyor?

Mesela son günlerde Fethullahçılardan sonra devleti ele geçirmeye çalışan bir tarikatın şeyhi ile ilgili bir video dolaşıyor.

Beyaz giysili, ak sakallı bir adam, bir camın arkasında oturuyor, müritler ona camın arkasından bakıyorlar ve bu onları rahatlatıyor. Onu görmüş olmanın faydasından yararlanıyorlar. Fondaki ses de video çekilmesini ve yayılmasını istiyor ki şeyhin görüntüsünün yaratacağı kerametten herkes yararlansın.

Şimdi bu adam “gerçek” şeyh mi?

Ya da ısırdığı hurmayı ağzından çıkardıktan sonra müritlerine bahşeden adam? Ya da yanmaz kefen satan?

Ayaklarını yıkadığı suyu müritlerine şifa niyetine içiren?

Sabah sabah mideniz bulanacak ama tükürüğünü yalatan bile var.

Bunlar gerçek şeyh mi? Tarikatları özde tarikat mı?

Benim durduğum yerden bakınca palavracılık konusunda birbirlerinden çok da farkları yok.

Önce bu “sahte şeyh, gerçek şeyh, özde tarikat, sözde tarikat” ayrımını terk etmeliyiz.

İnananı varsa, inananları nezdinde o adam gerçektir, biz istediğimiz kadar sahte olduğunu iddia edelim!

Ve bir parça olsun düşünelim: İslam dinine inanan sıradan insanlar, bu tür saçmalıklara nasıl olup da kendilerini kolayca kaptırabiliyorlar?

Saymaz’ın kitabındaki savcılık  ve mahkeme ifadelerinden anlıyoruz ki bu işe katılan müritler gönüllü. Kimse, kimseyi zorlamamış. Müritler 18 yaşından büyük.

Bu nasıl oluyor da bir “ceza davasına” konu olabiliyor?

Burada inançları mı tartışacağız?

Bu müritler, bu adama inanmış. Bu adamın yolunu, kendilerine yol seçmişler.

Biz kendi anlayışımız içinde “hayır, bu tuttuğunuz yol yanlıştır” diyebiliriz.

Diyanet İşleri filan gibi kurumlar bu yolun yanlışlığını, kendi din anlayışının dışında olduğunu söyleyip, insanları uyarabilir.

Ama hepsi bu kadar!

Kimseyi inancından dolayı eleştiremiyorsak, bu şeyhi ve müritlerini niye mahkemelerde süründürüp, rezil ediyoruz?

Bugün bu inancın mensuplarını mahkûm edebiliyorsak, yarın başka gerekçelerle başka inanç sahiplerini de yargılama hakkımız doğmaz mı?

Öte yandan laik / seküler Cumhuriyet’in mahkemeleri niye bununla ilgileniyor?

Bir inancın “din dışı” olduğuna karar vermek, laik mahkemelerin işi değildir.

Neyin din dışı, neyin din içi olduğuna Diyanet İşleri karar verebilir elbette ama o da “din dışı” diye tanımladığı bir inancı yok sayamaz. Yapabileceği şey, uyarmak, yanlışlığı anlatmaktır.

O müritler de bu ülkede vergi verip, askerlik yapmıyorlar mı? Onların inanç özgürlüğü yok mu?

Badeci şeyhe inanmak ile “yanmaz kefen” satan şeyhe inanmak arasında ne fark var?

Gönüllü olarak badelenen tarikat mensupları, gönüllü olarak şeyhin ağzından çıkan yarım hurmayı kemiren müritlere göre ikinci sınıf vatandaş mı?

Badeci şeyhe “nitelikli cinsel saldırı, tarikat kurmak ve baş mevkiinde olmak, çocukların kullanıldığı müstehcen yayınları depolamak” suçlamalarından dava açılmış.

19 müritten yalnızca dördü şikâyetçi olmuş, bunlar da sonra şikâyetlerinden vazgeçmiş.

Yargılama sonucunda Badeci Şeyh ‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu’na muhalefet, hayvan ve çocuk pornosu görüntülerini depolamak, cinsel istismar” suçlamalarıyla cezaya çarptırılmış.

Herkes halinden memnun göründüğüne ve şikayetçi de olmadığına göre nitelikli cinsel istismar suçu nasıl oluşmuş, anlayamadım.

“Tarikat kurmak ve baş mevkiinde olmak” suçuna gelince!

Daha geçenlerde Rize Belediyesi, bir tarikat için bağış kampanyası düzenlensin diye koca meydanı verdi.

Bir gün Fatih’e bir tur atmaya gidin, bakın bakalım kaç tarikat ve tarikat başı var?

Ya da gazete koleksiyonlarını şöyle bir karıştırın: Tarikat şeyhlerinin cenazelerinde tabutları omuzlayanlar arasında kimler var?

Memleketin en tepesindeki insan bile bu tiplerde keramet vehmediyorsa, gariban cahillerin badelenmenin kerametine inanmalarına niye şaşırıp, kızıyorsunuz?

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"