MÜSİAD Başkanı Mahmut Asmalı, Türkiye'de işsizlerin "iş beğenmedikleri" kanaatinde.
"Maalesef Türkiye'de iş beğenmeme gibi bir durum var. Emek yoğun işlerde çalışmak istenmiyor. İnsanlar ağır işlerde, emek yoğun işlerde çalışmak istemiyor. Çalışsa da verimli olmuyor. Yabancı uyruklu işçiler bu işlerde daha fazla çalışıyor" diye anlatıyor.
Bunu ilk kez duymuyoruz.
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da Suriyeliler geri gönderilecek olursa "işyeri sahiplerinin feryat edeceğini" söylemişti.
Hızını alamayıp, Yasin Aktay gibi "çok önemli bazı yerlerden Suriyelileri bir çekin, Suriyeliler bir gitsin ülke ekonomisi çöker" diyenler bile oldu.
AKP'nin genetiğinden, daha çok sermayenin belli bir kesiminin çıkarlarını korumaya odaklanmış bir siyasi parti olmasından kaynaklanan bir durum bu.
Onun için de düzensiz göçmen sorununu "ensar – muhacir" romantizmiyle süsleyerek, gerçek hedefi gözden kaçırmaya çalışıyor.
Onlar için hedef, düzensiz göçmenlerin ucuz işgücü olarak AKP'nin tabanını oluşturan sermaye kesiminin ihtiyaçlarını karşılamaya devam edebilmesi.
Bir işte çalışan Suriyelilerin sayısının 1 milyona yakın olduğu, bunların yüzde 90'ının da sosyal güvenlik haklarından mahrum olarak, kayıt dışı çalıştırıldıkları biliniyor.
Deyim yerindeyse "Anadolu kaplanlarının" ucuz işgücü ihtiyacı, bu insanlar tarafından karşılanıyor.
Muhalefet partileri ise konuya belli ki salt "oy" açısından bakıyorlar ve değişik tonlarda da olsa ana politikaları "geri göndermek" üzerine.
Davul – zurna çalarak yollamak isteyen de var, kolundan tuttuğu gibi kapı dışarı etmek isteyen de.
Görebildiğim kadarıyla, iktidarın da muhalefet partilerinin de bu ciddi sorun için geliştirmiş oldukları ciddi bir politika yok.
Varsa da o bizlerden o kadar iyi saklıyorlar ki haberimiz olmuyor.
Hep yazıyorum, tekrarlayacağım.
Suriyeli geçici sığınmacıların ülkelerine kendiliklerinden dönmesini beklemek de kollarından tutup geri gönderileceklerini söylemek de hayalcilik.
3 milyon 700 bin geçici sığınmacı, devletimiz onlara bu ismi koydu diye "geçici" olacak değil.
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) desteğiyle düzenli olarak yapılan Suriyeliler Barometresi verilerine göre Suriye'ye kesinlikle dönmek istemeyenlerin oranı 2017 yılında yüzde 17 iken, 2020 yılında yüzde 78'e çıktı.
Bu sonuç, kalma süresi uzadıkça "yerleşme" eğiliminin artacağını gösteren bilimsel çalışmalarla da uyumlu.
"Suriye'de savaş biterse ve istediğim gibi bir yönetim kurulursa dönerim" diyenler aynı zaman dilimi içinde yüzde 60'tan, yüzde 16'ya düştü.
Ve kimse merak etmesin ülkemizde kalmaya da bayılmıyorlar, yüzde 49'u Türkiye ve Suriye dışında üçüncü bir ülkeye gitme hayaliyle yaşıyor.
Avrupa, ABD ve Kanada hedef ülkeler ve onlar da kapılarını açmış bekliyor değiller.
Şimdi bu hayali kuranların yakın bir gelecekte gerçeği içselleştirip, kalıcı olacaklarını da göreceğiz.
Onun için muhalefetin, "geri göndeririz" sığlığındaki sığınmacı diskurunu bir kenara bırakıp ciddi bir uyum programı için hazırlık yapmaya başlaması, iktidarı buna zorlaması şart.
İktidarın da muhalefetin de ihmal ettiği, görmezden gelmeye çalıştığı gerçek, yabancı düşmanlığının bu ülke insanının önemli özelliklerinden biri olduğu gerçeği.
Böyle onlarca araştırma var: İnsanlarımız sokaklarında, apartmanlarında yabancı komşudan hoşlanmıyor, istemiyor. İster Suriyeli olsun, ister Pakistanlı, ister İsviçreli.
"Bizde ırkçılık olmaz" diye kendimizi avutabiliriz elbette ama bu adı üzerinde avuntu olur.
Suriyeli sığınmacılara karşı sergilenen yaygın hoşnutsuzluğun bir sonucu da var elbette:
Kendisini karşıtıyla ifade etmek durumunda olan bir Suriyeli milliyetçiliğinin hızla gelişmekte olması.
Bugün sosyal medyada çocukça şakalarla tanık olduğumuz bu milliyetçiliğin, derinleşeceğini söylemek için falcı olmaya gerek yok.
Bu insanlar, kendi kültürlerini, dillerini kısaca kendilerini bir millet yapan her şeyi korumak isteyecekler ve milliyetçi duyguları yenebilecek bir güç de henüz icat edilmedi.
Türk milliyetçiliği, Kürt milliyetçiliğiyle olan sorunlarını çözememişken bir de Arap milliyetçiliği ile yüzleşecek.
Bugüne kadar "sessiz azınlık" olmayı zorunluluklardan dolayı içine sindirmiş görünen Arap kökenli TC vatandaşlarını da kapsayacak bir Arap milliyetçiliği rüzgârına da hazır olalım.
"Ana dilde eğitim" taleplerinin yeni bir boyut kazanacağını da şimdilik not edip, geçeyim.
Bu kimlikleri medeni bir ortamda uzlaştıracak gerçekçi politikalarımız olmaz ise çok yakın bir gelecekte ciddi bir beka sorunundan söz etmeye başlayacağız demektir.
* * *
Bu nasıl bir suç?
Kadir Gecesi içki içmenin ve bunu başkalarıyla paylaşmanın laik bir hukuk düzeninde nasıl bir suç oluşturabildiğini hâlâ çözebilmiş değilim.
Savcı o kadar kızmış ki mahkemeden tutuklanmasını bile talep etmiş.
Hâkim, biraz daha insaflı çıkmış, haftada üç kez karakola gidip imza vermesi şartıyla bırakmış.
Ama savcıya da "bu nasıl suç savcı bey" demeyi akıl etmemiş.
Belli ki hâkime de gayet normal görünüyor bu durum.
Daha da tuhafı Pegasus isimli şirketin, bu gerekçeyle bir TC vatandaşını işinden atması.
Belli ki Stephen King romanları tadında bir durum var.
Görünmez bir gaz, herkesin aklını başından almış.
Kadir Gecesi içki içmek özel olarak günah değildir, işlenen günahın derecesini de artırmaz.
İnançlı bir Müslüman için içki içmek her zaman günahtır.
İnanmayan bir insan için ise günah filan değildir, kişilik haklarıyla ilgili bir karardır: İsterse içer istemezse içmez.
Buna hâkim de savcı da işveren de karışamaz.
Savcının yaptığına "suç uydurma" denilir.
Bugün "içki içtiğini paylaştı" diye "halkın bir bölümünün inançlarına hakaret etti" suçlaması yapılabiliyorsa, yarın doğrudan doğruya içki içmek ya da örtünmemek ya da İslam'ın günah diye tanımladığı herhangi bir eylem içinde olmak da suçlama konusu yapılabilir.
Öte yandan savcı da hâkim de merak etmesin, memleketimizin Müslümanlarının inançları, birisi rakılı fotoğraf paylaştı diye zedelenmez.
Müslümanlar bilir ki herkes kendi hesabını kendisi verecek.
Buna inanmıyorsanız zaten dindar da sayılmıyor olmanız gerekir.
Kabul ediyorum, böyle bir fotoğraf paylaşmak da görgülü bir insanın yapabileceği bir iş değil.
Çocukça bir hareket.
Çocukça davranmak ne zamandan beri suç oldu, bu da izaha muhtaç.
İnanç özgürlüğü, sadece kendisini Müslüman olarak tanımlayanlar için değildir.
Bütün vatandaşlar için geçerli bir özgürlüktür ve bir dine inanmamayı da kapsar.
Pegasus şirketi, çalışanları arasında böyle bir ayrımı yapma hakkını kendisinde nasıl görebildi, bunu da merak ettim.
Birisine "sen Hristiyan'sın. Sen Budist'sin, sen Müslümansın, sen Yahudi'sin; seni işten attım" diyebiliyorlar mı ki, Kadir Gecesi içki içtiğini söyleyen bir çalışanı bu gerekçeyle işten atabiliyorlar?