AKP – MHP koalisyonu, uzun süredir üzerinde "çalıştıkları" seçim kanunu değişikliklerini TBMM'ye sundu.
Bu tasarının bize söylediği ilk söz şu: İktidar koalisyonu, gelecek seçimi kazanabileceğinden emin değil.
Onun için daha önce Türkiye'de denenmiş ama çok da işe yaramamış bir şeyden medet umuyor, seçim kanununu kendi yaptığı hesaba uydurmaya çalışıyor.
Getirmek istedikleri sistem, küçük partilerin oylarını büyük partilerin hesabına yazmak olarak özetlenebilecek bir sistem.
"Kanun ile serbest hale getirilecek bir tür oy hırsızlığı" da diyebilirsiniz buna.
Bir şeyin kanuna uydurulması mümkündür, sonuç olarak TBMM'de kalkacak parmaklarla ilgili bir durum bu ama ahlaki midir derseniz, kuşkusuz ki değildir.
Bunun da memleketin siyasal İslamcılarına nasip olması, inanmış dindarlar için ne kadar hazin.
Aslına bakarsanız iktidar koalisyonundan "temsilde adalet" sağlayacak bir değişiklik de beklememeliydik.
Ancak burada yanlış bir hesabın batağına saplanmaları ihtimali de yok değil.
Bu değişiklik isteği, AKP'nin birçok yerde uzak ara birinci parti çıkacağı varsayımına dayanıyor.
Oysa seçim araştırmaları gösteriyor ki artık böyle "uzak ara" bir tablo, çok milletvekili çıkaran büyük seçim çevrelerinde yok.
AKP ile CHP arasındaki oy farkı giderek azalıyor ve bu azalmaya yol açan daha çok milletvekili çıkaran büyük kentler.
AKP'nin uzak ara birinci olduğu daha az seçmen sayısına sahip illerde ise buna gerek kalmadan da AKP aynı sonucu elde edebilirdi.
İnce bir planlamayla, CHP listesinden seçime girebilecek ittifak ortaklarının bu planı yerle bir etmesi işten bile değil.
Öte yandan ittifakların iki numaralı ortaklarından İyi Parti, MHP'nin neredeyse iki katı oy alacak gibi görünüyor.
Bu da MHP'nin bugünkü durumunu bile arar hale gelmesi ihtimaline kapı aralıyor.
Ortaya çıkıyor ki ince elenip, sık dokunulmadan, ilk akla gelen şey yapılmak istenmiş.
AKP – MHP koalisyonunun ava giderken, avlanma ihtimali böyle ortaya çıkıyor.
Mesele "temsilde adaleti sağlamak" değil de "milli irade hırsızlığına kapı aralamak" olunca, İl Seçim Kurulları başkanlarının seçimini "kuraya" emanet etmek anlaşılabilir bir hale geliyor.
Birinci sınıf hâkimlerin çoğunluğunun "partili hâkim" olmasına güvenilerek yapılmak istenen bir değişiklik bu.
Önemli olmakla birlikte muhalefet açısından karşı tedbirleri alınabilecek bir durum bu.
Sandıklara, sandık tutanaklarına, mühürlenip saklanacak oy torbalarına sahip çıkmak zaten gerekliydi, şimdi hayati hale geliyor.
Zaten yasada yapılmak istenen değişiklik, sandıklara ve oylara sahip çıkılmasını zorlaştırmak, gerekirse seçim sonucunu il seçim kurullarında belirlemek amacını güdüyor.
Örgütlülüğü daha zayıf olan küçük partiler adına sandık gözlemciliğinin zorlaştırılması sonucunu yaratacak değişiklik talebinin nedeni milli iradeyi çalıp kaçmak değilse, başka ne olabilir?
Türkiye'nin eksikli demokrasisinin en az tartışılan tarafı bugüne kadar nispeten adil seçim ve sandık – oy güvenliği meseleleriydi.
Artık adil ve dürüst seçimden söz etmemize de olanak bırakmıyorlar.
Cumhurbaşkanı, partisinin genel başkanı olarak devletin tüm olanaklarıyla propaganda yapabilecek.
Böyle bir seçimin adil olacağını kim iddia edebilir?
Şu anda uygulamada olan kanundaki sandık kurulları ve sandık güvenliği ile ilgili kuralların ne zararı görüldü ki değiştirilmek isteniyor?
* * *
Kâr büyüdükçe, güvenilen dağ büyür
Bodrum Bitez'deki hazine arazisinin bu iş için kurulmuş bir şirkete satıldıktan sonra, Cumhurbaşkanlığı kararıyla imar planı değiştirilerek yapılaşmaya açılması, nasıl sağlanmış olabilir?
29 dönüm büyüklüğündeki arazi Özelleştirme İdaresi tarafından 242 milyon liraya satıldı.
Araziyi satın alan şirket, ihaleden birkaç ay önce kurulmuştu.
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi şirketin ortakları AKP'li.
Ortaklardan biri İzmir, Van ve Gaziantep'te Medical Park hastanelerini işleten ailenin bir ferdi. Diğeri Gaziantep'te AKP'li belediye başkanı Fatma Şahin'e yakınlığı ile biliniyor.
Bodrum Belediyesi'nin arazinin imar durumunun değiştirilmesine yönelik itirazları ve mahkeme süreci devam ederken, arazideki 800'den fazla ağaç kesildi, inşaat hazırlığı başladı.
Belli ki araziyi alanlar, Ankara'daki arkalarına güvenerek bu işten sıyrılabileceklerini ve inşaatı rahatça yapabileceklerini düşünüyorlar.
Şimdi biz de düşünelim: Arsasına 242 milyon lira ödediğim bir yere yapacağım inşaatlardan ne kadar kazanmalıyım ki bu iş anlamlı olsun?
İnşat metrekare fiyatlarının her gün arttığını da hesaba katacak olursanız çok ciddi bir kâr bekleniyor olmalı.
Ciddi kâr ve bu kâra zemin yaratacak bir dizi bürokratik işlem varsa bunun başka ortakları da olmalı.
Bu işler böyle yürür çünkü.
Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras arsayı alan şirketi şöyle uyarıyor:
"Sizin güvendiğiniz kim olursa olsun biz, hukuki mücadelemize sonuna kadar devam edeceğiz. Dolayısıyla, milyonlarca lira kazanma hayallerinize bir süre ara verin ve Bodrum halkı tarafından seçilmiş olan Belediye Yönetimine saygılı olun, hukuki süreçleri ve sonuçlarını bekleyin."
Ben şimdiden söyleyeyim, böyle bir dertleri olmadığı için beklemeyeceklerdir.
Kâr ne kadar büyükse, güvenilen dağlar o kadar büyüktür ama o dağlara kâr yağdırmak da Bodrum Belediyesi'nin boynunun borcu olmalıdır.