08 Mart 2021

Ama karar ver, tutamıyorum zamanı!

Belli ki Erdoğan, önüne ne getirilirse imzayı basıyor, içinde ne yazdığını okumuyor bile. Okumayı sevmediğini biliyoruz ama hiç olmazsa imzaladığı kağıdın üzerinde ne yazıldığını sormuş olsaydı, "kardeşim bir yıla kaç tane böyle yıl sığdıracağız" dilebilirdi

Geçtiğimiz Cumartesi günü yayımlanan Resmi Gazete'deki 2021 / 6 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Genelgesine göre, 2021 yılı "Mehmet Akif ve İstiklal Marşı Yılı" olacak.

Geçen yılın sonunda çıkarılan bir torba kanunun içine atılan bir madde ile İstiklal Marşı'nın kabulünün 100. yılı nedeniyle 2021 yılı zaten İstiklal Marşı Yılı olarak ilan edilmişti.

Genelge, bu kanunun gereklerinin yerine getirilmesi için kamu kuruluşlarına düşen görevleri hatırlatıyor.

Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 2021 yılı için kafasının bir miktar karışık olduğunu da kabul etmemiz gerekiyor.

Çünkü, 30 Ocak 2021 günü yayımlanan 2021 / 1 Numaralı Cumhurbaşkanlığı Genelgesi, 2021 yılını "Yunus Emre ve Türkçe Yılı" olarak ilan etmiş bulunuyordu.

Ve sanıyorum bu genelgeye imza atmak, Recep Tayyip Erdoğan'ın o kadar çok hoşuna gitmiş olmalıydı ki genelgelerin ardı arkası kesilmedi.

12 Şubat 2021 günü yayımlanan genelgede, bu yılın 2021 Hacı Bektaş Veli Yılı olarak kutlanması emrediliyordu.

Kamu kurum ve kuruluşları yıl boyunca düzenleyecekleri etkinliklerle Hacı Bektaş Veli'nin düşüncelerinin gelecek kuşaklara aktarılması ve daha iyi anlaşılması için çaba göstereceklerdi.

Bu genelgenin yayımlandığı Resmi Gazete'nin daha mürekkebi kurumamıştı ki bu kez 20 Şubat 2021 günü yayınlanan bir genelgeyle 2021 Ahi Evran Yılı olarak ilan edildi.

Böylece iki aylık bir süre içinde 2021 yılı dört değişik isim kazanmış oldu.

Yani yeni bir genelge yayımlanana kadar 2021 yılı şöyle anılacak: 2021 Yunus Emre, Türkçe, Hacı Bektaşi Veli, Ahi Evran, Mehmet Akif ve İstiklal Marşı Yılı!

Siz bu yazıyı okurken 2021 yılının bitmesine 298 gün kalmış olacak.

Acaba yıl bitene kadar böyle genelgelerden kaç tane daha yayımlanacak?

Belli ki Erdoğan, önüne ne getirilirse imzayı basıyor, içinde ne yazdığını okumuyor bile.

Okumayı sevmediğini biliyoruz ama hiç olmazsa imzaladığı kağıdın üzerinde ne yazıldığını sormuş olsaydı, "kardeşim bir yıla kaç tane böyle yıl sığdıracağız" dilebilirdi.

Demek ki imzaladığı kağıtlarda ne yazıldığını bile merak etmiyormuş.

* * *

Sorumluluğu vatandaşa yıkma çabası

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, güncel Koronovirüs haritasını paylaştı ve gördük ki 1 Mart'ta başlayan "normalleşme" girişiminin sonucu, hasta sayılarının "korkutucu" artışı olmuş.

Bakan, "yüksek riskli illerimiz risklerini düşürmek için daha tedbirli olmalı. Normalleşme kontrollü gerçekleşmeli" de diyor.

AKP iktidarının ilk gününden bu yana en iyi yaptığı iş zaten bu: İşler kötü gittiği zaman bir muhalefet partisi gibi davranmak!

Sanki ülkeyi yöneten kendileri değil de bir başkasıymış gibi, sorumluluktan sıyrılıvermek!

Ekonomiyi kötü yönetmelerinin bir sonucu olarak Türkiye, salgından etkilenen vatandaşlarına en az yardım yapan ülkelerden biri oldu.

Kullanamayacaklarını ilk günden beri söylediğimiz bir füze sistemine 2,5 milyar doları gözlerini kırpmadan verdiler ama zor durumdaki vatandaşlarına, küçük işletmelere hayali yardımlardan ve vaatlerden başka bir şey veremediler.

Salgının ikinci dalgası daha etkisini sürdürür ve mutant virüsün daha hızlı yayıldığı gerçeği açıkça ortaya çıkmışken 1 Mart'ta "kısmi normalleşme" planını açıklamalarının nedeni budur.

Adına Bilim Kurulu denilen kurul, artık nasıl bir bilimsel bilgiyi değerlendirdiyse buna sesini çıkarmadı.

Çıkardıysa da Sağlık Bakanı bunu Saray'a iletmedi. İlettiyse de Erdoğan, bu bilgiyi ciddiye almadı.

Kimse de Erdoğan'a yaptığının büyük bir hata olduğunu söylemeye cesaret edemediği için Türkiye, hastalığı daha kontrol altına almayı başaramadan yeniden "açıldı".

Hastalığın yoğun olarak görüldüğü illeri kağıt üzerinde kırmızıya, turuncuya boyadılar ama gerçek hayatta iller arasındaki yolculukları kısıtlamayı da hiç düşünmediler.

"Kontrollü normalleşme" adını verdikleri politikayı uygulamaya sokarken de kontrolü vatandaşlardan beklediler.

Dünyanın neresinde olursa olsun, böyle bir durumda sorumluluğu üstlenmesi gereken, kontrolü sağlaması gereken devletlerdir.

Bizimkiler bu işi yönetemeyeceklerini baştan bildikleri için sorumluluğu da vatandaşın üzerine yıktılar.

Şimdi de bunun sefasını sürüyorlar: Vatandaşlar tedbirsiz davrandığı için hastalık yayılıyor!

Onların hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi önümüzdeki günler boyunca hep bu aynı nutku dinleyeceğiz: Sorumlu davranalım, kontrolü elden bırakmayalım!

Bir kere de sorumluluklarınıza kendiniz sahip olsanız, başkalarını suçlamaktan vazgeçip, görevlerinizin gereklerini yerine getirmeyi deneseniz, nasıl olur acaba?

* * *

Uzaya dua ederek çıkacağız

Milli Eğitim Bakanlığı'nın 20 bin sözleşmeli öğretmen alımı ile ilgili kontenjanlar açıklandı.

Buna göre bu yıl içinde 1805 din dersi öğretmeni işe alınacak.

Fizik, kimya, biyoloji, matematik gibi temel bilimler dallarında işe alınacak öğretmenlerin toplam sayısı ise 1834!

AKP iktidarı, eğitimi İslami temellere dayandırma politikasında tam gaz devam ediyor.

Bir yandan Fen ve Anadolu liselerinden daha çok sayıda imam hatip lisesi açılıyor, diğer yandan da Milli Eğitim kadrolarını "ilahiyatlaştırmak için" din dersi öğretmeni alımına hız veriliyor.

Bu aynı zamanda Milli Eğitim'i AKP'nin arka bahçesi haline getirme planının da bir parçası.

Yazarın Diğer Yazıları

Suriye konusunda kafalar karışık

Siyasi İslamcılar, Esad’ın devrilmesiyle ortaya çıkan durumu “devrim” olarak niteliyorlar. Öte yandan kendilerini “komünist” ya da “sosyalist” diye tanımlayanların da kafaları biraz karışık. İnsan hakları, özel olarak kadınların hakları, işçilerin, çalışanların haklarını bekleyen gelecek ne olacak?

Kralın bütçesi keyfine göre

Türkiye bir demokrasi değil de bir Orta Çağ krallığı olsaydı, kral ya da padişah parayı keyfine göre toplar ve harcardı, kimse de bunun hesabını soramazdı. Yoksa Türkiye bir Orta Çağ krallığı mıdır?

Aslında Erdoğan “Esed’den hâlâ umutluydu!”

Suriye konusunda ikinci kez bir istihbarat fiyaskosu yaşadık. En önemli güvenlik tehdidinin Suriye’den geleceğini düşünen bir yönetim, rejimin ve muhaliflerin güç dengesini ve planlarını uygulama kabiliyetlerini öngörebilmeliydi. Gördük ki Türkiye’yi yönetenler de haberleri televizyondan izliyor!

"
"