05 Mart 2022

Yalan dostum, aşk diye bir şey yok!

Başlangıçta sadece saçlarını ya da gözlerinin rengini ya da yüzündeki ifadeyi ya da gülüşünü, "üzerine olan evini", "emeklisini" vs. beğendiğiniz insana doğru aktıkça yeni "ayrıntılar" keşfedersiniz. Oturuşu, konuşması, bardağı tutuşu, saçını savuruşu, banyoda yüzünü kurulayışı

21. Halay Komutanı Mahmut Tuncer'in çok hoş bir kızı var: Gizem Tuncer.

Arşimet'in bir kaldıraç ile yapabileceğini düşündüğü şeyi Mahmut Tuncer bir beyaz mendille yapabilir: Bana bir mendil verin, dünyayı yerinden oynatayım!

Bana da bir mendil verin, en ağır abileri, en süzme ablaları Şemmame ile ayağa dikmezsem şu "yalnız yurdumun güzel insanları" ile ilgili hiçbir şey bilmiyorum demektir.

Mahmut Bey'i taa "sabunu koydum leğene, gör başına neler gele" türküsünün "kasedini" çıkardığı günden beri bilirim.

Yanlış hatırlamıyorsam bir dönem kaşeyle çalıştığım Türkiye'nin Sesi'nde program yaparken çalmıştım bu türküyü. O yıllarda denetim kuralları nispeten gevşek bir radyoydu Türkiye'nin Sesi. Hâlâ öyle mi, bilmiyorum.

Halkımız yüzlerce yıldır duygularını, düşüncelerini türkülere yazmış, okumuş! (TRT Halk Müziği programı sunuşu gibi oldu bu cümle ama gülmeyin lütfen.)

Şimdi "sabun, leğen, başına gelecekler" filan mevzusunu açmayacağım tabii.

Esas olarak bu konu da halkımızın duygu ve düşünceleri ile ilgili ancak Bay Kemal yakında "sorulamayacak sorular kanunu" çıkaracakmış, bakarsınız "makabline şamil" olur, bu işlere girmeyelim diyorum.

Mahmut Tuncer'in Urfalı olmasından hareketle "Urfa türküsüdür" deyip geçeyim, lafı uzatmak doğru olmayabilir.

Konuya Gizem Tuncer ile girmiştim, daha fazla dağıtmadan başa döneyim.

Gizem Hanım ki kendisi bir ayda 40 kilo zayıflamış, iradesi güçlü, hoş bir genç ses sanatçısı.

Babasıyla sahneye çıkmışlığı da var ama artık kendi ayakları üzerinde durabiliyor.

90 kilodan 50 kiloya nasıl düştüğünü de biliyorum ama bana bu perhiz yöntemi çok da sağlıklı gelmedi, onun için paylaşmayacağım. Siz ille de zayıflayacağım diyorsanız böyle gazete köşelerinde yazılanlara değil, sizi tanıyan diyet uzmanlarına ve hekiminize kulak verin.

Küçüklerin büyük lafları

Gizem Hanım geçenlerde bir demeç verdi, yer yerinden oynadı.

Babasına bak, kızını al yani! Biri mendille dünyayı oynatıyor, diğeri demeçle!

"Parasız adam gereksiz adamdır" demiş.

Küçük kız çocuklarının böyle büyük laflar etmesi öteden beri yüzümde bir Mona Lisa tebessümü yaratır.

Acı ile tatlı bir tebessüm arasında mütereddit bir gülümseme!

Magazin basınının bir görevi de böyle işleri köpürtmektir ki millete eğlence çıksın.

Nitekim olay büyüdü, Gizem Tuncer, Müge ve Gülşen'in TV8'deki 2. Sayfa'sına çıkıp açıklamalarda bulundu.

Aslında "kendi parasını kazanmayan bir adama âşık olur musun" sorusuna yanıt verdiğini, "kendisinden az kazanan birisiyle elbette birlikte olamayacağını, bir de evde oturan adama mı bakacağını" söyledi.

Gazetecilikte fikri takip esastır, nitekim birileri de manken Ece Gürsel'e ulaşmış, "ilişkide aşk mı ararsın, para mı" sorusunu sorup şu yanıtı almış:

"Tabii ki parası olsun, güçlü olsun. Ben güçlü bir insansam benim altımda ezilemez. Yakışıklı olsun bir de yanıma yakışsın."

Hatırlarsınız daha önce böyle bir konuyu Çağla Şikel de açmıştı.

O vakit bir yazı yazmış ve Çin televizyonlarında yayımlanan evlenme programlarından birinde bir genç kadının "bisiklette güleceğime, BMW'de ağlamayı tercih ederim" dediğini de aktarmıştım.

Özge Ulusoy'un da bu tartışmalar sırasında "mankenler gidip de fakirle mi çıksınlar yani" dediğini de hatırlatayım.

Önce şunu söylememe izin veriniz lütfen: Çağımızda ne istediğini bilen ve bunu "el alem ne der" diye düşünmeden dürüstçe açıklayan genç kadınları takdir ediyorum.

İçten pazarlıklı değiller, kendilerini olduklarından çok daha başka biri gibi göstermeye çabalamıyorlar.

Akıllarındaki neyse, dillerinde de o: Bam bam bam!

Bizim televizyonlarda da hâlâ yayınlanıyor mu bilmiyorum ama evlilik programlarında da böyle bir açıklık geçerliydi.

(Zuhal Topal'ın programındaki "çay gelsin" cıngılı da hâlâ kulaklarımda.)

Mesela o programlarda "emeklisi var mı" sorusu, eş seçmekte kilit öneme sahipti.

Programlara katılan kadınlar, "otomobilin var mı, dairen var mı, üzerime yapar mısın, bana kaç bilezik almayı planlıyorsun" gibi "ilk görüşte aşk" ile pek de ilgisi olmayan soruları pat diye sorabiliyorlardı.

Bazı arkadaşlarım olaya böyle yaklaşan kadın ya da erkeği ayıplıyorlar ama ben bunu dürüstlük olarak görmeye eğilimliyim.

Ayrıca "iki çıplak bir hamama yakışır" atasözünün de bu topraklarda, ortak atalarımız tarafından söylendiğini ve "ne ayıp şey" denilerek hemen unutulmayıp günümüze kadar geldiğini de hatırlatmış olayım. 

Gerçek, evrim sürecinde

Ve zaten bu durum, evrim sürecinin de bir sonucudur.

Diyanet İşleri Başkanı bu sözlerime sinirlenebilir elbette ama yaşamın temel gerçeği, evrim sürecinde yatıyor.

Vücudumuz çok iyi çalışan bir biyokimya fabrikasına benziyor.

Ve on binlerce yıl içinde hayatta kalabilmek ve üreyerek neslimizi devam ettirebilmek için mükemmelleşmek üzere evrim geçirdi.

Bakın Neandertaller ile Homo sapiens atalarımız aynı dönemde, aynı yerlerde yaşamışlar ama artık biz varız, onlar yok.

Neandertal eğilimler gösterenler var aramızda tabii ama onu da evrim sürecini aksatma amacı gütmese de o sonucu doğuran bazı "kaçamaklara" bağlıyorum. Bilimsel bir tespit değil tabii, benim uydurmam bu.

Onun için on binlerce yıllık evrim sürecinin temel nedenlerini bir kenara itmeyerek, hayata daha gerçekçi yaklaşan bu küçük kızlara şaşırmıyorum.

Daha güçlü olduğunu düşündükleri erkeklerle birlikte olmak içgüdülerinde var.

Eşlerini seçerken bu içgüdü ile hareket ediyorlar.

Ve erkekler de "seçilebilmek için" günün şartları neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar.

"Zamanın ruhu", maddi gücü, diğer özelliklerin önüne çıkarıyor.

Onun için çağımızda kızların "hayatta kalmak için" gözlerini paraya dikmelerine şaşırmıyorum.

Bu insan doğasının bir eseri!

Kurban grubunun bir şarkısı var: Yalan dostum, aşk diye bir şey yok!

Şarkı bence Türk rock müziğinin önemli şarkılarından biri sayılmalı.

Hayır, rock müzik uzmanı olduğum için bunu iddia ediyor değilim.

Zaman zaman sahneye çıktığımı devamlı okuyucular hatırlarlar, bu şarkıyı deli gibi bildikleri halde "bilmiyoruz onu" diyerek çalmak istemeyen çok grup gördüm.

Bu kadar kıskanıldığına göre, yeri rock müzik tarihimizin üst sayfalarında olmalı diye düşünmemin nedeni bu.

Şarkı için çekilen klibi izlerseniz bana hak vereceksiniz.

Klibin sonunda Cüneyt Arkın'ın sesinden (kendi sesi değil tabii, seslendirme sesi, sanırım Toron Karacaoğlu) kendine özgü vurgusuyla şu sözleri duyuyoruz:

"Rüyaların en tatlısı aşktır."

Hülya Koçyiğit o buğulu sesiyle (kendi sesi değil tabii, o da seslendirme sesi, sanırım Jeyan Mahfi Ayral) yanıtlıyor:

"Yalvarırım bir daha aşktan söz etme bana!"

Kendimizi keşfediyoruz

Ama söz etmeye devam ediyoruz çünkü üremeye ve hayatta kalmaya programlıyız.

Onun için kadın ya da erkek birbirimizin peşinde koşuyoruz, amacımız üremek ve hayatta kalmak ama bu koşu sırasında öyle haz alıyoruz ki bunu tekrarlamadan da duramıyoruz.

Bu duygu bir bakıma kendi içimize doğru yaptığımız bir yolculuk da.

Hem kendimizi keşfediyoruz, hem de karşımızdakini keşfetmeye, içine doğru akmaya yöneliyoruz.

Birbirlerinin duygularına karşılık veren iki kişi kendi varlığının köklerini diğerine aktarır, birlikte düşünmeye ve hissetmeye başlar.

Küçük ayrıntılar birbirini besliyor, iki ayrı beden içinde de olsanız, ruhlarımız tekleşiyor.

Aşka bu nedenle "kendinden geçme hâli" de diyoruz.

Sarhoşluğa benzer bir kendinden geçme hâli değil tabii bu.

Kendi varlığından uzaklaşarak bir başka varlığın içinde erime, yok olma isteği. Bu durum bugünden yarına gelişmez tabii. Küçük ayrıntılardan beslenerek ilerler.

Başlangıçta sadece saçlarını ya da gözlerinin rengini ya da yüzündeki ifadeyi ya da gülüşünü, "üzerine olan evini", "emeklisini" vs. beğendiğiniz insana doğru aktıkça yeni "ayrıntılar" keşfedersiniz.

Oturuşu, konuşması, bardağı tutuşu, saçını savuruşu, banyoda yüzünü kurulayışı. 

Bitmek bilmez bir keşif yolculuğudur çünkü bu.

Onun da sizde böyle ayrıntılar keşfetmesini bekler, bunun gerçekleştiğini gördükçe mutlu olursunuz.

Birçok insanın en çok ilişkinin flört evresinden hoşlanmasının nedeni budur.

Onun için dostum, yalan değil, aşk diye bir şey var.

Cüneyt Arkın haklı, rüyaların en tatlısı aşk.

Hülya Koçyiğit de haklı. Oradan beklenmedik bir darbe gelince onun gibi konuşuyoruz: Yalvarırım bir daha aşktan söz etme bana!

Ama söz etsek de etmesek de Çin'de de olsa, Hint'te de, Türkiye'de de, gerçek hep aynı.

Kızlar başka şeyler arıyorlar, erkekler başka şeylere bakıyorlar.

Fikirleri başka başka da olsa, koyun, kurt ile gezmeye doyamıyor, kurt koyundan vazgeçemiyor. 



Mehmet Y. Yılmaz'ın bu yazısı, Oksijen gazetesinden alındı.

Yazarın Diğer Yazıları

Erkek odaklı flört kültürü Trump ve “üç harfli!"

Kadınların toplumsal hayatta eşit bireyler olarak yer almaya başlamasının erkeklerde yarattığı rahatsızlık dünyanın en önemli seçiminin kaderini belirlemiş olabilir mi? Bu konuyu ele alan The New York Times’taki makale, Trump’ı iktidara taşıyanın, iş hayatında geri kalan düşük eğitimli erkeklerin yarattığı öfke dalgası olduğu önermesini ortaya atıyor...

Kadınlar neden istediklerini elde edemezler?

Her kadın, hayatını nasıl bir erkekle geçirmek istediğini gayet iyi bilir. Bunun için upuzun bir liste sayabiliriz. Ancak her 100 kadına karşılık 101 erkeğin yaşadığı bu küçük mavi küremizde tüm kriterleri aynı anda karşılayabilecek tek bir erkeğin bile bulunmaması başlıktaki sorunun yanıtı olabilir

Ne kadar suçlusunuz?

Yasunari Kawabata’nın “Uyuyan Güzeller” isimli romanı arzulara ket vurmanın zorluğunu, genç kadınların yaşlı erkeklere “hizmet” verdiği bir ev üzerinden anlatıyor. Kawabata’nın romanını yazarken Lacan okuyup okumadığını bilmiyorum ama Lacan zamanında “İnsanın suçlu olabileceği tek şey arzusundan kaçınmasıdır” demişti. Bir düşünün bakalım, siz ne kadar suçlusunuz?

"
"