10 Mayıs 2025
Yaşanmış bu öyküyü Haluk Şahin’den dinlemiştim. Haluk Hoca daha sonra Nokta’daki yazılarını topladığı kitabına da bu ismi vermişti: Türk Olmak Kolay Değil!
Türkiye 1933 yılında Almanya’da NAZİ’lerin iktidara gelmesinin ardından ülkeyi terk etmek isteyen bilim insanlarına kapılarını ardına kadar açmıştı.
İki taraf için de kârlı bir alışverişti. Nazilerden kaçan bilim insanları Türkiye’de bilimsel çalışmalarını sürdürme imkânı buluyorlardı. Üstelik de o günün koşullarına göre dolgun maaşlar alarak!
Türkiye de çok kârlıydı. Üniversitelerimizde ciddi bir hoca sıkıntısı vardı.
Almanya’dan kaçan bilim insanları hem eğitim kalitesini yükselttiler hem de ileride bu üniversitelerde ders verecek kadroların yetiştirilmesine büyük katkıda bulundular.
Üniversite reformu bu sayede gerçekleştirilebildi.
Atatürk döneminin en önemli reform hareketlerinden biriydi.
Zamanla bu bilim insanlarından bir kısmı Türkiye’yi ve Türklüğü benimsedi. İçlerinden bazıları Türk vatandaşlığına geçmek için girişimde bulundu.
Böyle sonradan Türk vatandaşlığına geçenlerden biri, ertesi ay maaşını alınca şaşırdı.
Bugüne kadar aldığının dörtte biriydi elindeki bordroda yazılı olan maaş.
Yanlışlık olduğunu zannederek üniversite muhasebesine itiraz etti.
Ona, eskiden Alman vatandaşı olduğu için özel bir fasıldan maaş aldığı, şimdi Türk vatandaşı olarak bu hakkı yitirdiği ve artık herkesle aynı maaşı alacağı anlatıldı. Lojmanına da veda etmek zorunda kalacaktı.
Hocaya “mevzuat hazretlerinin” emirlerini anlatan muhasebeci durumu şöyle açıklamıştı: “Türk olmak kolay değil hocam!”
Bu eski hikâyeyi hatırlamama neden olan şey gazetede okuduğum bir haber oldu.
Norveç Varlık Fonu, Başkan Trump tarafından akademik baskı altına alınmak istenen ABD’li bilim insanlarını ülkeye çekmek için 100 milyon Norveç kronu tutarında bir bütçe ayırmaya karar verdi.
Norveç Varlık Fonu, dünyanın en büyük varlık fonu.
Bu yılki durumları nedir, henüz açıklanmadı ama geçtiğimiz yılın bu döneminde 107 milyar dolar kâr açıklamışlardı.
Norveç’in petrol ve gaz gelirleriyle beslenen fonun toplam değeri 2 trilyon dolara yaklaşıyor.
Fon özellikle teknoloji sektöründe hisse senetlerine yatırım yapıyor.
Türkiye’de de yatırımları var; toplamının 1 milyar 300 milyon dolara ulaştığı belirtiliyor.
Türkiye’deki en büyük yatırımları TÜPRAŞ. Bu şirkete 120 milyon doların biraz üstünde bir yatırım yaptıkları biliniyor.
Ayrıca Koç Holding’de, BİM’de, Akbank’ta, Aselsan’da, Mavi Giyim’de ve YATAŞ’ta hisseleri var.
Bunları zenginin malı züğürdün çenesini yorsun diye yazmıyorum elbette. Norveç Yatırım Fonu denilince kabaca bir fikrimiz olsun diye yazdım.
1 kron aşağı yukarı 10 dolar cente denk geliyor. Yani yaklaşık 10 milyon dolarlık bir bütçe.
Başlangıç için küçük bir rakam gibi görülebilir ancak unutmayalım ki gerisini getirmek Norveç için çok zor değil.
Paraysa, para var. Akademik özgürlükse sınırsız. Gölleri, ormanları, müthiş fiyortlarıyla da muazzam güzellikte bir ülke. Kışın azıcık soğuk oluyor, hava aydınlanmıyor filan ama laboratuvarında çalışmaktan başka amacı olmayan bir bilim insanı için bu bir dezavantaj sayılmaz.
Trump’ın Başkanlık koltuğuna oturmasından beri Amerika’da üniversiteler ile Trump yönetimi arasında ciddi bir çatışma var.
En son Harvard Üniversitesi’nin merkezi idareden aldığı 2 milyar dolarlık bütçenin kesildiğini hatırlarsınız.
Çatışma dışarıdan bakıldığında İsrail - Filistin meselesinde bazı üniversitelerin öğrencilerinin protestolarına ses çıkarmamasından kaynaklanıyor gibi görülse de aslında daha derin bir sorun var.
Trump yönetimi, attığı her adımı Demokratlarla bir hesaplaşma ve yeni kalelerin fethi gibi görüyor ve üniversiteler de bu çatışmanın alanlarından biri.
Bize çok yabancı bir şey değil yani.
Ayrıca Trump birçok bilimsel çalışmayı ideolojik buluyor ve engellemekte kararlı.
Elon Musk aracılığıyla yürüttüğü işten çıkarmalar ve bütçe kesintileriyle üniversiteleri bir hizaya sokmaya çalışıyor.
Bunda kısmen de olsa başarı sağladı.
Birçok üniversitenin araştırma bütçeleri kesildi, araştırmalar yarıda kaldı.
Dünyanın geri kalan ülkeleri bunu büyük bir fırsat olarak görüyor.
Araştırma bütçeleri kesilen, kısıtlanan, maaşlarını bile alamaz hale gelmiş bilim insanlarını kendi ülkelerine çekerek bilimsel bir sıçrama yaratma fırsatı bu.
Çin her işte olduğu gibi bunda da başı çekiyor.
Bilim ve teknoloji üretme kapasitesine sahip bu insanların bir bölümü zaten Çin asıllı ABD’liler. Hatırı sayılır çoklukta Çinli bilim insanı da var.
Çin böylece ABD’nin bilimsel bilgi üretimindeki liderliğini ele geçirmek istiyor.
Bunun yaratacağı teknolojik dönüşümle sağlanacak kâr ile kıyaslandığında, ödenecek bedel devede kulak bile değil.
Avrupa ülkeleri, başta Fransa olmak üzere bu yarışta. Norveç de bu kervana sonradan katılanlardan.
Araştırmacılara her türlü bilimsel olanak ve özgürlüğün sağlanacağı vaadi veriliyor, böylece bilimsel bilginin kendi ülkelerine çekilmesi hedefleniyor.
Bildiğimiz kadarıyla ABD üniversitelerinde çok sayıda Türk araştırmacı da var.
ABD üniversitelerindeki pozisyonlarını ve fonlarını kaybeden araştırmacılar ile birlikte bu insanları Türkiye’ye çekmek, onlara özgürce çalışabilecekleri bir fırsat sunmak, Kanal İstanbul için harcanacağı iddia edilen 15 milyar doların yanında çerez parası bile sayılmaz.
Bu göçün yaratacağı teknolojik dönüşümün ve sağlayacağı bilimsel ilerlemenin getirecekleri ise bugünden hesaplanabilir bir şey değil.
Sadece şunu söyleyeyim ki bir tek Ozempic ilacının keşfedilmesi Danimarka gibi gelişmiş bir ülkeye bile adeta kuantum sıçraması yaşattı.
Ozempic’in geçtiğimiz yılki kârı 17 milyar 800 milyon dolar oldu. Danimarka sadece bir tek ilaç sayesinde Avrupa’nın en hızlı büyüyen ekonomisi olabildi.
BioNTech’in ürettiği Covid aşısı da Mainz kentine ve Almanya’nın ekonomisine böyle bir katkıda bulunmuştu.
Yani önümüzde bir fırsat penceresi var, eksik olan ise Atatürk gibi bir vizyoner yöneticinin olmaması.
Onun 1933’te görüp değerlendirdiği fırsatı, 2025’te görüp değerlendirebilecek çapta bir yöneticimiz yok maalesef.
Üniversiteleri yüksek liseye dönüştüren zihniyet, böyle bir fırsatı değerlendirebilir mi, kuşkuluyum.
Çünkü bunun için her şeyden önce özgür üniversite gerekiyor.
Öğretim üyelerini KHK ile işten atarak açlığa mahkûm eden, kendi diplomasını bile aradan geçen 30 yıldan sonra iptal eden, kampüsüne cami yapmayı laboratuvar yapmaya önceleyen üniversitelerin böyle bir çekim alanı yaratabilmeleri mümkün değil.
Türkiye, bütün dünyanın ağzını sulandıran bu fırsatı uzaktan seyretmekle yetinecek.
Türk olmak kolay değil tabii.
Bunu her gün yeniden yaşayarak bir kez daha öğreniyoruz!
Oksijen'den alınmıştır.
Mehmet Y. Yılmaz kimdir?Mehmet Yakup Yılmaz, 1956 yılında Malatya'da doğdu. İlkokulu Antalya Devrim İlkokulu'nda, orta okul ve liseyi parasız yatılı olarak Denizli Lisesi'nde okuduktan sonra Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat ve Maliye Bölümü'nden 1977 yılında mezun oldu Gazeteciliğe SBF öğrencisi iken 1975 yılında Ankara'da Mehmet Ali Kışlalı yönetimindeki Yankı Dergisi'nde başladı. Derginin Yazı İşleri Müdürlüğü görevini bir süre yürüttü. 12 Eylül 1980 darbesi öncesinde Türk İş'e bağlı Yol İş Federasyonu ve YSE - İş sendikalarında basın müşaviri olarak görev yaptı, sendika gazetesi ve dergilerini yayınladı. Askerlik görevi Kara Harp Okulu'nda yapıldıktan sonra İstanbul Gelişim Yayınları'nda mesleğe geri döndü. Gelişim Yayınları'nda Erkekçe ve Bilim dergilerinin Genel Yayın Müdürü Yardımcılığı ve ardından Gelişim TV Dergisi Genel Yayın Yönetmenliği görevlerinde bulundu. 1985 yılında Hürriyet'e geçti ve Hürriyet Dergi Grubu'nu kurdu. Tempo, Blue Jean, Playmen gibi dergileri yayınlandı. Daha sonra Dönemli Yayıncılık Genel Müdürlüğü görevine getirildi. Ercan Arıklı ile birlikte Dönemli Yayıncılık'ın 1 Numara Yayıncılık'a dönüşmesi sırasında Genel Müdürlük görevini üstlendi. Aktüel, Cosmopolitan, Penthouse, Oya gibi dergilerin kurucu genel yayın müdürü oldu. Bugüne kadar 30'u aşkın derginin kuruculuğu yapıldı. 1995 yılı başında Posta gazetesini yayınladı. Aynı yıl sonunda Fanatik gazetesini, 1996 yılı sonunda ise Radikal gazetesini kurdu, genel yayın müdürlüğünü yürüttü. 2000 yılında Milliyet Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğüne getirildi. Bu görevi 5,5 yıl sürdürdükten sonra Doğan Burda Dergi Grubu'nun CEO'luğu görevini üstlendi. 2005 yılından 2018 Eylül ayına kadar Hürriyet gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Ekim 2018'den itibaren T24'te yazmaya başladı. Gazete köşe yazılarından derlenen "Kırmızıyı Seçtim, Aşk Mavinin Altındaydı", "Benden Selam Söyleyin Bütün Aşklarıma", "Aşktan Sonra Hayat Var Mı", "Şaşırma Duygumu Kaybettim, Hükümsüzdür" isimli kitapları yayımlandı. "Aşk Herşeyi Affeder mi" isimli uzun hikâyesi kitap olarak yayınlandı. "Türkiye medyasında en çok yayın başlatan gazeteci" olan Mehmet Y. Yılmaz, güncel politik gelişmelerin yanı sıra, deneme tarzındaki yazıları ve futbol üzerine yaptığı yorumlarıyla da biliniyor. |
Macar yazar Peter Esterhazy’nin 97 değişik kadını anlattığı romanında, aslında bir kadının 97 değişik yönünü anlattığını elbette biliyoruz. Bu hafta “vatan hizmeti” olsun diye kitaptaki 12 öykünün giriş cümlelerini bir araya getiriyorum...
Bugün sokaklarda genç kızların bile ağzından rahatça çıkabilen kelimeleri çocukken hiç duymazdım. Şimdi stat dolusu insan bir ağızdan küfredebiliyor, komedyenler bile izleyiciyi güldürmek istiyorsa artık küfretmek zorunda. Siyaset sahnesinde de durum farklı değil...
Modernitenin doğuşuna kadar ana fikir insanların içlerinde iyilik duygusu ile doğup yaşadıklarıydı. İyilik, insan doğasının bir parçası kabul ediliyordu. Ne zaman ki “bireycilik” toplumların “yükselen değeri” haline gelmeye başladı, o günden beri de “iyilik” kuşku ile yaklaşılan bir şeye dönüştü
© Tüm hakları saklıdır.